İskandinav sineması kimi zaman donukluğuyla, bazı zamanlar gerçekçiliğiyle, bazen melankolisiyle bazen de kendine has kara mizahıyla beni kendine çekip özellikle de son zamanlarda takılıp kaldığım bir coğrafya oldu sinema açısından. Bu yüzden de özellikle bu havalarla ayrı bir keyifli gidecek dramla mizahı harmanlayan üç film önerisi seçmeye çalıştım bugün. Bu üç filmde de toplum tarafından dışlanmış çoğu zaman garipsenmiş üç karakterin hayata tutunma ve kabul görme çabası sizleri etkileyecek ve düşündürtecek cinsten.

Fúsi

Bir İzlanda yapımı olan ve İngilizce adıyla Virgin Mountain, orijinal adıyla -aynı zamanda ana karakterimizin de ismi olan- Fusi, 40’lı yaşlarında, hala annesiyle yaşayan, kilolu, daha önce hiçbir ilişkisi olmamış monoton bir hayata sahip asosyal bir adamın yaşamından bir kesit sunuyor bize. Durağan filmlere pek heyecanlı yaklaşmasam da durağanlığından keyif aldığım ve dram ögelerinin ağır bastığı filmi bir buçuk saat nasıl geçti anlayamayarak bitirdim. Aynı zamanda özellikle dış görünüşünden ötürü ön yargıların kurbanı olup pek çok kez zorbalığa uğramış Fusi’ye başlarda acıyarak bakıp da filmi keşke herkes böyle bir insan olsa diye düşünerek bitirmem ayrıca etkiledi beni.

Fusi’nin hayatı her ne kadar oldukça durağan geçse de bizim şahit olduğumuz kısım bu monotonluğun bozulduğu anlara denk geliyor. Fusi’ye doğum gününde hediye edilen bir dans kursu üyeliğiyle hayatına adeta yeni bir heyecan geliyor. İlk başta kendisi de konfor alanının dışına çıkmakta zorlansa da dans kursunda tanıştığı Sjöfn’ün hayatına girmesiyle Fusi’yi daha da iyi tanıyıp ona hayran kalıyoruz.

Simple Simon

Orijinal ismiyle I Rymden Finns Inga Känslor, İngilizcesiyle Simple Simon isimli İsveç yapımı, 2010 yılında seyirciyle buluşmuş bu dram komedide başrollerde Bill Skarsgård ve Mr. Robot’un Tyrell Wellick’i  olarak bildiğimiz Martin Wallström yer alıyor. Filmde Bill Skarsgard’ın oynadığı Simon karakteri 18 yaşında asperger sendromlu bir genç.  Değişiklikten hiç hoşlanmayan her gün her hafta ne yapacağı belirli bir düzene oturmuş bu karakter çoğu kez The Big Bang Theory’den Sheldon’ı aklınıza getiriyor. Renk kullanımıyla da içinizi açan bu filmde sıradan bir yaşamı Simon’ın gözünden deneyimlemek oldukça keyifli hissettiriyor insana.

Hikayemiz, abisi ve onun kız arkadaşıyla beraber yaşayan Simon’ın istemeden onların ayrılığına sebep olmasıyla başlıyor. Sonrasındaysa Simon’ın bunu telafi etmeye çalışmasını ve belki de hayatta en çok değer verdiği kişi olan abisi için yeni bir kız arkadaş bulma çabalarını izliyoruz. Kaosa veya belirsizliğe sürüklenmekten oldukça korkan  ve bu yüzden de hayatını yaşarken belli bir düzeni takip eden Simon’ın bile çok sevdiği bir insanı mutlu etmek adına başkası için küçük ancak onun için oldukça büyük bir ölçüde bu düzenin dışına çıkmasını izliyoruz. Doğallığıyla, samimiyetiyle hep tebessüm ederek hatırlanacak bir film diyebiliyorum Simple Simon için. İzledikten sonra iyi hissetmek için şiddetle tavsiye edilir.

Elling

Bir Norveç işi olan Elling, kırk yıldır annesiyle beraber yaşamış ancak annesinin ölümünün ardından toplumla başa çıkmakta zorlanan ve sosyal fobisi olan bir adamın hikayesi. Film, Elling’in iki yıl psikiyatrik tedavi görmesi amacıyla hastaneye yatırıldığı anlardan başlayıp orada aynı odayı paylaştığı en yakın arkadaşı Kjell Björn ile Oslo’da yeni bir hayat kurmasıyla devam ediyor. Sosyal fobinin ne olduğunu , bundan muzdarip insanların neler yaşadığını ve gerçek hayata uyum sağlama süreçlerinin ne kadar sancılı geçtiğini gözler önüne seriyor film. Bunu da seyirciyi bir güldürüp bir ağlatarak ayrıca da bu sürece harika bir arkadaşlık hikayesi sığdırarak yapıyor.

Leave a Reply