Son günlerde adını antidemokratik bir rektör atamasıyla duyuran Boğaziçi Üniveristesinde ne yaşandığını Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi arkadaşımız Tanzer’e sorduk. Neler olup bittiğini kendisinden öğrenmeye çalıştık.
Yakın zamana kadar özellikle ana akım medyada Boğaziçi meselesini hep aynı kişiler konuştu. Amerikan seçimlerini yorumlayanlar, doğalgaz bulununca onun müjdesini verenler hep aynı kişiler olduğu gibi Boğaziçi’ni de anlatmaya çalışanlar aynı isimlerdi. Görüyoruz ki olayın içindeki isimlerin yani öğrencilerin medyada yer bulması zorlaşıyor. Biz de elimizden geldiğince öğrencileri ilgilendiren bir konuda öğrencilerin söz hakkı almasını sağlayacağız. Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?
Ben Tayfun Tanzer Şahin. Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü 2.sınıf öğrencisiyim. 3 yıldır okuldayım. Ankara Atatürk Anadolu Lisesi mezunuyum. Türkiye 500.’sü olarak girdim Boğaziçi Üniversitesine 2018 yılında. Eylemlere destek veriyorum. Rektör atamasının haksız olduğunu düşünüyorum.
İstanbul’da mı kalıyorsunuz, eylemlere katıldınız mı?
Tayfun Tanzer Şahin: Evet. Okulda ilk gün olan eylemlere hakeza Kadıköy’deki eylemlere de katıldım. Ocak başında Bebek’ten Beşiktaş’a yaptığımız yürüyüşte de vardım.
Boğaziçi Üniversitesi ülkemizin en köklü, en başarılı üniversitesi olarak anılageliyor. Eğer üniversite olmak için karşılanması gereken bir şart varsa bu da belli bir gelenek sahibi olmaktır diye düşünüyorum. Son günlerde de bu Boğaziçi geleneği adını antidemokratik bir rektör atamasıyla gündemimize getirdi. Bu gelenekten kastınız nedir, biraz anlatabilir misiniz?
Tayfun Tanzer Şahin: Öncelikle, rektörün seçim yoluyla belirlenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Parti menşeili birinin tepeden atanmasını istemiyoruz. Bizim gelenek diye bahsettiğimiz kavramı da şöyle anlatabilirim. Boğaziçi Üniversitesi, 80 sonrası dönemde bile rektörlerin doğrudan Cumhurbaşkanı tarafından atandığı bir vakitte kendi arasında sembolik bir seçim yapıp demokratik tavrını ona göre şekillendirmeyi başarabilmişti. Bizim gelenekten anladığımız buydu. 2016 öncesinde de normalde Cumhurbaşkanı’nın önüne halihazırda Boğaziçi Üniversitesi profesörü olan 3 adayın gitmesi ve aralarından birinin seçilmesi gerekirken, bizim okulumuz başka bir tutum izlerdi. 3 isim yine seçimle 1 kişiye düşürüldükten sonra Cumhurbaşkanı o seçilen profesörü rektör olarak atamak zorunda kalırdı. Bahsettiğimiz gelenek de bu.
Fakat 2016’da bir kırılma noktası yaşandı aslında. Mehmet Özkan okulumuzun hocası olmakla beraber rektörlük seçimlerine hiç girmemişti. Akabinde Cumhurbaşkanı tarafından rektör olarak atanmasıyla yine belli başlı eylemler olmuştu. Ona da ‘kayyum rektör’ denmişti ama yine de okulun hocası olduğu için zamanla eylemler sönümlendi. Yalnızca mezuniyetlerde öğrenciler Mehmet Özkan’a sırtlarını dönerek onu tanımadığını gösterdi. Nihayetinde hocalar da bir noktadan sonra rektörü benimsedi.
Ama Melih Bulu tamamen farklı. Bizim hocamız değil; okul dışından atanmış, kimse tarafından seçilmemiş bir isim. Bu sebeple atamayı demokratik bulmuyoruz.
Peki, Melih Bulu ismi hakkındaki düşüncelerinizi soracaktım ama zaten okul dışından bir isim olduğu için karşı çıktığınızı belirttiniz. Fakat bir de işin şu boyutu var, biliyorsunuz, kendisi her ne kadar bir iki tırnak işaretinden bahsedermişçesine anlatsa da hakkında ciddi intihal iddiaları var, akademik ehliyeti tartışılır konuma geldi. Bu konuda düşünceleriniz nedir?
Tayfun Tanzer Şahin: Zaten bizim okulun rektörlüğünü yapabilecek nitelikte bir hoca olduğunu düşünmüyorum. Ben şahsım adına, yetersiz buluyorum. Çünkü yüksek lisans tezinde de, doktora tezinde de kendisinin yüksek oranda intihali ortaya çıktı. Bu da gösteriyor ki Melih Bulu alanında uzman biri değil. Farklı yerlerdeki röportajlarını falan gördüğümüzde de anlıyoruz ki kendisinin İngilizce seviyesi de o kadar iyi değil. Ama şu noktayı kaçırmamak lazım, bizim gözümüzdeki problem Melih Bulu’nun şahsında değil. Eğer atanan rektör Einstein olsaydı, Einstein da okul dışından geldiği için karşı çıkacaktık. Evet Melih Bulu yetersiz bir isim, okulumuz içinden de gelmiyor fakat antidemokratik bir tavır ortaya konduğu için biz öğrenciler olarak aynı 2016 yılındaki gibi atamaya karşı çıkıyoruz.
Anlıyorum. Şimdi “Peki, ya siyasi geçmişi olmasaydı?” diye sormayı planlıyordum ama verdiğiniz Einstein örneğiyle, kendisinin Ak Parti milletvekilliği aday adaylığı olmasaydı bile karşı çıkacağınızı özetlediniz sanırım, yanılıyor muyum?
Tayfun Tanzer Şahin: Tabii tabii, mesele burada asla Ak Partili ya da Cumhuriyet Halk Partili ya da X, Y partili olması değil. Farklı bir yerden atanmış olması da değil. Mesele burada tamamen rektörün geliş şeklinin antidemokratik olması. Bizim karşı çıktığımız nokta üniversite bileşenlerine danışılmadan bir anda tepeden inme bir şekilde atamanın yapılması.
Kendisinin 4 yıllık süre zarfında Boğaziçi Üniversitesini dünya sıralamasında ilk 100’e sokmak için büyük çaba harcayacağına yönelik söylemleri var. Zamanında benzer şeyleri rektörlüğünü yaptığı İstinye Üniversitesi ve Haliç Üniversitesi için de söylemiş. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Sizce bir şans vermek gerekir mi?
Tayfun Tanzer Şahin: Şimdi şunu söylemeliyim, üniversitemizi ilk 100’e sokmak şu an için olası bir hedef gibi durmuyor. Üniversitelerin dünya sıralamasında yeri uluslararası camiada belli kriterlere göre belirleniyor. Bunlar üniversitelerin içindeki hoca sayıları, hocaların aldığı atıflar, akademik yayınlar, oradan çıkan projeler ve bunların başarısı. 4 yıl içinde bu kadar büyük bir gelişmenin yaşanıp okulu ilk 100’e sokmak iddialı değil, olası olmayan bir hedef. Sonuçta bir şirket yönetmiyorusunuz, üniversite yönetiyorsunuz. Tabii ki üniversitenin akademik verimliliğini artırmaya çalışabilirsiniz, çalışmalısınız. Ancak saydığım kriterlerden ötürü Boğaziçi Üniversitesi için ilk 100 şu anda pek akıl kârı olmayan bir hedef.
Peki, eylemlerde bulunan öğrencilerin talebi nedir? Bu eylemler ne maksatla yapılıyor? Ne istiyorsunuz?
Tayfun Tanzer Şahin: En önemli talebimiz rektörün istifası. Demokratik bir seçim istiyoruz. Kayyum rektör uygulamasına da karşıyız, açıkçası diğer kayyum rektörlerin de istifasını istiyoruz. Temel olarak hakkımızı arıyoruz. Okullarımız demokratik yönetilmesini, bilimin ve bizim geleceğimizin siyasete alet edilmemesini istiyoruz. Biz yıllarca çalışarak buralara geldik. Tarafsız ve kaliteli bir şekilde eğitimimizi alabilmek, akademik yaşamımızı sürdürebilmek istiyoruz. Şimdi bunun siyasi emeller uğruna heba edilmesini asla onaylamıyoruz. Aynı şekilde başka okullardaki arkadaşlarımızın da geleceklerinin siyasi rant alanı olarak kullanılmasını istemiyoruz. Temel taleplerimiz bunlar.
Eylemlerde bazı sembolik görüntüler oluştu. Dışarıdan görünenlere göre üniversite kapısı kelepçelendi, öğrenciler şafak operasyonlarıyla gözaltına alındı. Peki, eylemlerin içinde neler oluyor, siz bizden daha yakınsınız, bundan bahsedebilir misiniz?
Tayfun Tanzer Şahin: Basın açıklaması yapmak istiyoruz. Toplanıp yürüyüş yapıyoruz. Pankartlarımızı açıyoruz. Protestomuzu barışçıl bir şekilde dile getirmeye çalışıyoruz. Fakat tabii ki bir polis direnciyle karşılaşıyoruz hem okul içinde hem okul dışında. Bizi durdurabilmek, istedikleri yere sokabilmek ve kitleyebilmek için bu tarz yöntemlere başvuruyorlar.
Okulun kapısının kelepçelenmesi olayına gelirsek de şöyle anlatabilirim. O günkü eylemde okulun içinde ve dışında iki grup öğrenci vardı. Birleşip basın açıklaması yapmak istemiştik. Dışarıdaki grup basın açıklaması yapabildi ama içerideki arkadaşlarımızı dışarı bırakmadılar. O sırada içerideki arkadaşlarımız da “Biz neden çıkamıyoruz” gibi haklı bir tepki gösterdi. Sonrasında da polis, tırnak içinde söylüyorum, kapının kırık olduğunu bahane ederek kapıyı kelepçeledi. Bu da sembolik bir görüntü oluşturdu. Yani aslında insanların hakkını ellerinden almaya çalıştılar.
Orada tabii polise karşı şiddet görüntüleri de vardı. Bazıları polise saldırdı, sonrasında polis de karşı tepki gösterdi, gözaltıları başladı. Bu durumda da bir polis şiddetinden söz etmemiz gerekiyor. Polis gerçekten tecavüzcülere, katillere, hırsızlara uygulamadığı şiddeti hakkını arayan öğrencilere uyguluyor. Bundan sonra da bazı öğrenciler arkadaşları gözaltına alındıktan sonra polise müdahalede bulunuyor. O görüntülerin çıkma sebebi bu.
Ama şafak operasyonlarının, sabah 5’te gözaltına alınmaların, insanların tutuklanmalarının temel sebebi psikolojik harbi kazanabilmek isteği. İnsanların umutlarını kırıyorlar, insanları çaresiz bırakmak istiyorlar ve eylemlerin önünü almak istiyorlar. ‘Siz bunu yaparsanız, biz de şafak operasyonuyla kapınıza gelip kapınızı kırarız, ters kelepçe yaparız, gözaltına alırız, 2 gün bekletiriz.’ demeye getiriyorlar. Temel motivasyonun bu olduğunu düşünüyorum.
Şimdi, ben de bu noktada bir soru soracaktım ama onu yoruma çevireyim, cevabımı aldım büyük ölçüde. Bu memlekette ‘Çözüm Süreci’ adı verilen bir dönemde üniversite kampüslerinde terör propogandası yapılırken maalesef Türk polisi göz yumdu, ses çıkarmadı. Ama bugün geldiğimiz noktada ise hakkını arayan öğrencilere ve Uygur Türklerine karşı uygulanan şiddet dışarıdan bakan vatandaşları endişelendirir boyutlara vardı. Şunu sormak istiyorum. Art niyetli kişilerin eylemlerde bulunduğunu düşünüyor musunuz? Kamuoyuna yansıyan bazı görüntülerde böyle bir algı oluşuyor. Ne dersiniz?
Tayfun Tanzer Şahin: Ben bunun algı operasyonu olduğunu düşünüyorum. Tabii ki böyle durumlar sözkonusu olabilir. Birincisi Kadıköy’de ya da bizim okulun oradaki eylemlerde bizim okulun öğrencisi olmayan insanların eyleme gelmesi tabii ki normal bir durum çünkü orada hak mücadelesi var. İkincisi insanlara sürekli ‘provokatörler’ falan diyorlar. Fakat bizim görevimiz provokatörleri ya da sıkıntılı kişileri ayıklamak değil. Çünkü atıyorum alanda 2000 kişi varsa öğrenci bunları “Sen kimsin, sen kimsin” diyerek almıyor. Bu polisin görevi. Bizim haklı eylemimizi yapabilmemiz için kolluk kuvvetlerinin tehlike yaratabilecek insanları ayırması gerekiyor.
Fakat konu tam olarak bu değil. Kamuoyuna yansıyan görüntülerde montajlar var, görüntünün tamamı yansıtılmıyor, videolar kesip biçiliyor. ‘Bunlar terörist, polis arabasına saldırıyorlar, şöyle slogan atıyorlar, tek amaçları hükümetin ve devletin karşısında durmaktır.’ gibi bir imaj oluşturuluyor. Ama tabii ki bunlar siyasi propaganda malzemesi. Doğal olarak hükümet de eylemler sonucunda geri adım atmak istemediğinden bir meşruiyet zemini oluşturmak ihtiyacı hissediyor. Bunu da herkese yaptıkları gibi bize de ‘terörist’ diyerek yapıyorlar.
Ama tabii polis arabasının tekmelenmesi durumunu da anlatmalıyım. Kadıköy’de eylemimizi yaparken polis, insanlar dağılsın diye arabayı kalabalığın içine sürüyor. İnsanlar da bu durumda panikleyerek arabaya vuruyorlar. Yani tabii ki böyle durumlarda provokatörler de gelebilir, eyleme destek vermeyen belki aşırı kesimden insanlar da gelebilir. Yakın tarihte olduğu için bunun altını çizmek istiyorum, özellikle Kadıköy’de gördüğümüz polis arabasına vurulmasının asıl sebebi de bir noktada polisin bize okulda eylem yapma imkanı tanımaması, pazartesi gecesi okul kampüsünde 51 arkadaşımızı yerlerde sürükleyerek gözaltına alması, bazı arkadaşlarımızın haksız yere tutuklanması, sonucunda e bizim de eylemi Kadıköy’de açık bir alanda yapmaya mecbur kalmamız -ki ben açık alanda eylem yapmanın haksız olduğunu düşünmüyorum, doğrusunu yaptık-. Bu durumda da, bakın ‘belki’ diyorum, dışarıdan art niyetli insanlar da gelebilir, provokatörler de gelebilir. Bakın ‘belki’ diyorum çünkü ben şahsen böyle bir duruma asla tanık olmadım.
Anlıyorum, siz yine soracağım soruya biraz değindiniz. Ama yine de eklemek istiyorum. Ben meseleye dışarıdan bakan biri olarak bazı iddialar duyuyorum. Mesela Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bey, Boğaziçindeki bazı eylemcileri ‘başı ezilmesi gereken zehirli yılan’ olarak nitelendirdi, İçişleri Bakanımız Süleyman Soylu kimi öğrencileri ‘terörist ve sapkın’ olmakla itham etti. Bilmediğimden dolayı açıkça soruyorum: Terörist misiniz, yoksa kendinizi Türk milletine mensup addeder misiniz?
Tayfun Tanzer Şahin: Bu hepimizin kanayan yarası. Çünkü birincisi biz devlet okulunda okuyoruz. Buraya üniversite sınavında derece yaparak geldik. Anadolu’dan gelmiş çocuklarız. Kendi adıma konuşayım, ben liseyi Ankara’da yatılı okudum. Gazi Anadolu Lisesinde yatılı kaldım, Ankara Atatürk Anadolu Lisesinde okudum, orayı da burslu kazandım. Üniversite sınavında da belli bir başarı elde edip hakkımla buraya geldim. Ben bu milletin içinden gelen, Anadolu’dan gelen bir insanım. Biz terörist değiliz, başı ezilmesi gereken yılan değiliz, arkadaşlarım da o şekilde. Biz bu ülke için çalışmak isteyen ama bunun için alan bulamayan, önüne sürekli set çekilen, hükümetin ve ortaklarının kendi hizalarına çekmeye çalıştığı, çekemediğinde de canavarlaştırdığı bir grubuz. Biz buyuz, sapkın da terörist de değiliz. Bu ülkenin onurlu vatandaşlarıyız. Kendi adıma konuşayım, ülkemi çok seven bir gencim. Ülkem adına faydalı işler yapabilmek amacıyla buraya geldim. Bu doğrultuda ilerlemek istiyorum. Bu uğurda dirsek çürüttüm, bedeller ödedim, yatılı okullarda zor şartlarda okudum, devlet okullarında zor şekilde geçinmeye çalışarak geldim. Yeri gelmişken ekleyeyim, şu anda aynı zamanda bir yerde de çalışıyorum çünkü devletin verdiği burs bana yetmiyor. Eğer Anadolu’nun bağrından kopup gelen bir Türk evladı varsa işte o benim, benim arkadaşlarım ve bu durumda bana terörist ya da sapkın denmesini kabul etmiyorum.
Peki, bazı hükümet yanlısı yazarların söylediklerine bakarsak Boğaziçi Üniversitesi elitistlerinmiş, sizin gibi öğrenciler orada yokmuş, bu sebeple Boğaziçi milletin olmalıymış. Bu meseleyi şu vakitlerde sıkça dillendirilen elitizm açısından değerlendirir misiniz?
Tayfun Tanzer Şahin: Tabii burada iki nokta var. Birincisi bilimin elit olduğunu, bilimin elitler tarafından yapılması gerektiğini söyleyenler var. Belli bir eğitim aldıktan sonra bir şeyler üretebilirsiniz, bir şeyler üretebilmek için de bir şeyler bilmek gerekiyor. Bilginin getirdiği bir erdem olduğu için de bu noktada tabii ki bir elitizm söz konusu.
Ancak bizler, onların göstermeye çalıştığı elit kitle değiliz. Onlar cebinde çok parası olan, istediği gibi yatlarda katlarda gezen, halkın durumundan anlamayan, bir nevi sadece kendini düşünen, yiyip, içip gezen insanlardan bahsediyor. Fakat tabii hiçbirimiz böyle bir durumda değiliz. Okuldaki arkadaşlarımızın yarısı hem okuyor, hem çalışıyor. Kimisi staj yapıyor, kimisi garsonluk yapıyor. Hepimiz hayatımızı idame ettirebilmek için çalışıyoruz. Bunun yanında da tabii özgür düşünceyi savunuyoruz. Fikirlerimizden geri durmuyoruz. Başkalarının bize çizdiği alanda kalmak istemiyoruz çünkü doğru bildiğimiz şeyleri söylemekten geri durmuyoruz. Bu yüzden bir noktada adeta hükümetin fethedemediği bir kale Boğaziçi Üniversitesi.
Boğaziçi Üniversitesi çok kozmopolit bir yer. Anadolu’nun her yerinden gelenler var. Muhafazakarlar, sağcılar, solcular, milliyetçiler, aşırılar, kısacası her çevreden insan var. Ancak bizim okulumuzun kültürü gereği, insana verdiği değer gereği bu kişiler diğer okullarda olduğu gibi politize edilmiyor. Biz birlikte yaşamaya alışıyoruz. Bizim okuldaki arkadaşlarımız tamamen Ak Parti sempatizanı değil diye biz elit olmuyoruz. Ben elit olduğumuzu düşünmüyorum genel olarak. Belki aldığımız eğitim gereği bir şeylere karşı farkındalık seviyemiz daha farklı olabilir. Bu da bilginin getirdiği erdemin gereğidir. Boğaziçi Üniversitesi onların dediği gibi tamamen elit, zengin çocuğu üniversitesi falan değil kesinlikle. Onlar oy kaygısıyla siyasi oyunları gereği amaç saptırmaya çalışıyorlar.
Anladım, onların bahsettiği elitle algı yaratmaya çalıştıklarını söylüyorsunuz. Peki, Twitter’da ‘Boğaziçi Dayanışması’ adlı bir hesap var. Eylemlerin organizatörlüğünü üstlenmiş gibi duruyor. Bazı paylaşımlar mücadeleye destek veren insanlar tarafından fikir ayrılıklarına sebep oldu. O hesabın paylaşımları öğrenciler arasında bir uzlaşıya varılarak mı yapılıyor, yoksa temsil kabiliyeti sınırlı olan bir ekip tarafından mı paylaşımlar hazırlanıyor?
Tayfun Tanzer Şahin: Boğaziçi Dayanışması temelde savunduğumuz değerleri savunan bir topluluk. Bizim çatı organizasyonumuz diyebiliriz. Eylemler tabii ki insanların fikirleri alınarak planlanıyor, tabii ki bu çerçevede eylemlerimiz gerçekleşiyor, azınlık grubun yönetimi sözkonusu değil. Ama tabii demin dediğim gibi kozmopolit bir okul olduğumuz için şunu da kabul etmemiz gerekiyor: Farklı fikirlerden, farklı dünya görüşlerinden olan arkadaşlarımız her şeyi aynı ölçüde kabul edemez ya da her şeyi aynı derecede reddedemez. Sorduğunuz soruya gelecek olursak, ‘Boğaziçi Dayanışması’ azınlık ve eylemlerin yönetimini tamamen eline almış bir grup değil Boğaziçi Üniversitesi direnişinin çatı organizasyonu.
Aynı zamanda o hesaptan hükümet yetkililerinin “Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı (TÜRGEV)” aracılığıyla öğrencilerle görüşme ayarlamaya çalıştığına dair bir iddia dillendirilmişti. Bilginiz varsa işin aslını astarını öğrenebilir miyiz?
Tayfun Tanzer Şahin: Biz de bunun bilgisini aldık. Birçok okulun olduğu gibi bizim de Boğaziçi öğrencileri olarak Facebook’ta Buddy diye bir grubumuz var. Burada da hükümet yetkililerinin daha doğrusu TÜRGEV’den birilerinin bizden insanlara yazdığı ve kapalı kapılar ardında devlet kademesinin bizimle görüşmek istediği söylendi. Ama tabii bu bir söylenti. Bu iddianın doğruluğunu üstlenen de olmadı, yalanlayan da olmadı. Biz de bazı mesajları gördük tabii. Benim tahminime gelirsek olayların büyümesini engellemek için böyle bir çabaya girişilmiş olabilir diye düşünüyorum. Belki kendilerine yakın gördükleri bir grup insanı toplayıp “Bu arkadaşlar bizim savunduğumuz değerleri savunan has Boğaziçililer ama bu arkadaşlarımız az kişiler” diyebilmek ve bu şekilde bir PR yapabilmek için böyle bir hamle tasarlamış olabilirler. Ancak tamamen doğrudur diyemem, kimse de diyemez.
Peki, şimdi konuyu siyasilere getireceğim. Sosyal medyadan gördüğümüz kadarıyla Taylan Yıldız ve Gökçe Gökçen gibi bazı isimler münferit olarak Boğaziçi’ne destek verdiklerini açıkladı fakat bazı partiler de keskin bir tutum takınmadı. Bundan memnun musunuz? Mücadelenizde siyasilerin desteğini ister misiniz, yoksa onları hiç bulaştırmamak taraftarı mısınız? Neden?
Tayfun Tanzer Şahin: Tabii ki onlara bulaşmamak istemeyiz. Her kesimden insanı yanımızda görmek bizi mutlu eder. Desteğin nereden geldiğinin bizim için pek bir önemi yok. Ortada bir doğru ve yanlış varsa ve bir grup buna karşı çıkıyorsa hakkını arayan insanların yanında durmak isteyenler olacaktır, bu doğaldır. Biz doğru olanı yapıyoruz, hakkımızı arıyoruz, bu sebeple de insanlardan destek bekliyoruz. Tabii ki siyasileri de dahil ediyorum. Çünkü siyasi arenada bir noktada bize yardımcı olacak kesim onlar. Sesimizin daha doğru duyulmasına yardımcı olacak insanlar onlar. Ama bizim eylemimiz bir siyasi partinin altında ya da bir siyasi partinin gazlamasıyla yapılmış eylemler değil. Bu yüzden kimsenin gelip bir anda Boğaziçi eylemlerinin kendilerininmiş gibi göstermesini istemeyiz, bunu asla talep etmeyiz. Tabii insanların desteğini arzularız çünkü yaptığımız şeyin doğru olduğunu biliyoruz. Mesela biri sizin paranızı çaldıysa ya da sizin hakkınızı gasp ettiyse ve eğer siz hakkınızı arıyorsanız insanların size destek olmasını istersiniz, doğal olan budur.
Anlıyorum, şimdi son sorumu sorup bitirmek istiyorum. Yakın zaman önce bir cuma gecesi ansızın Resmî Gazete’de bir Cumhurbaşkanı Kararı yayımlandı. Boğaziçi Üniversitesine Hukuk Fakültesi ve İletişim Fakültesi açıldı. Bu haberi nasıl yorumluyorsunuz?
Tayfun Tanzer Şahin: Ben bunun aslında bir yıldırma politikası olduğu kanaatindeyim. Genelde cuma gecesi sokağa çıkma yasağı başlamadan önce böyle haberler yayımlanıyor. Cumhurbaşkanı Kararnameleri genelde bu vakitte yapılıyor. Arkadaşlarımız öyle tutuklandı, Melih Bulu o şekilde rektörlüğe atandı, fakülteler açıldı. Bence burada iki temel motivasyon var. Boğaziçi Üniversitesine Hukuk ve İletişim Fakültelerini açarak hükümet eliyle oraya kadrolar vererek, dekanlıklar vererek öğretim görevlilerinin direnişlerini kırmak ve Melih Bulu’nun arkasına yandaş kitlesi toplamak istemiş olabilirler. Pek çoğumuzun ortak görüşü de bu.
Onun dışında bir söylenti de var. Açıkçası yer olmadığı bahane edilerek okulun alanının taşınacağı ve bölgenin ranta açılacağı konuşuluyor. Bu tabii bir söylenti, hatta hükümet bunu yalanladı. Ama tabii bilemiyoruz. Okulun kapasitesi yetersiz, öğrencilere yeterli yurt yok, 8 kişilik odalarda kalıyor arkadaşlarımız. Şöyle söyleyeyim, KYK yurtları bizim yurtlarımızdan daha iyi durumda olabilir. Aynı şekilde yeni fakülteler yapmak için büyük alanlarımız da yok ki bize gelen ödenek de belli, fonlamak da çok zor. Var olan laboratuvarlarımızı, dersliklerimizi çok zor fonluyoruz. Bu kararın siyasi bir hamle olduğunu düşünüyorum. Belki bundan sonra domino taşı gibi gelebilecek hamleler silsilesinin ilk adımı olabilir. Tabii bunlar komplo teorileri, unutmamak lazım. Zaman içinde göreceğiz.
İşin bir de üçüncü boyutu var. Normalde böyle kararlar üniversite yönetimi tarafından ciddi ölçüde tartışıldıktan, konuşulduktan sonra verilir. Ne yapabiliriz, kimi getirebiliriz, okulun ve öğrencilerin eğitim seviyesini düşürmeden yeni bölümü nasıl açabiliriz, hocaları nasıl getirebiliriz, kütüphanemizi nasıl geliştirebiliriz, öğrencilere kalacak yeri ve yemekhaneyi nasıl sağlayabiliriz, gibi çalışmalar yapıldıktan sonra YÖK’e başvurulur ve ondan sonra fakülteler açılır ya da açılmaz. Süreç normalde böyle işler. Ancak tabii bizde durum farklı oldu. Cumhurbaşkanı Kararnamesi’yle böyle bir karar dayatıldığı için bunun pek de akıl kârı olmadığı ve bizim aldığımız eğitimin kalitesini bir nebze düşüreceğini düşünüyoruz. Çünkü siyasi kararlar zaten havada uçuşurken, eğitimin içine de siyasetin karışması eğitimin yozlaşmasına, bizim kaliteli eğitime ulaşamamıza sebep olacaktır büyük ihtimalle. Boğaziçi Üniversitesinin bir adı var, diplomamızda önemli bir isim taşıyoruz, iş başvurularımızda bizim için önemli bir isim, akademik başvurularımızda bizim için önemli bir isim. Çünkü Boğaziçi denildiğinde ‘Orada iyi eğitim veriliyor, orada iyi hocalar var’ denilebiliyor. Bu algı yok edilecek diye düşünüyorum, dışarıya karşı kaliteli duruşumuzu yok etmeye çalıştıklarını hissediyorum. İşin doğrusu bundan da korkuyorum.