İlk olarak 1966 yapımı “Batman: The Movie” filmiyle seyircinin önüne çıkan Joker karakteri Batman’in Gotham şehrinde zaman zaman onun şöhretinin dahi önüne geçerek bir başka fenomene dönüşmüştür. Öyle ki tarihsel olarak çok iyi oyuncular tarafından canlandırılan Joker karakterine 2019 tarihinde Joaquin Phoenix’in canlandırdığı, kendi ismiyle bir film bile çekilmiştir. Mizah ve dehşetin eşsiz dengesine sahip 1989 yapımı “Batman” filminde ise Joker karakteri Jack Nicholson’ın vücudunda can bulmuştur. Birkaç kez daha beyaz perdeye uğrayan Joker karakteri için cılız tartışmalar sürse de en iyi canlandırma ise 2008 yılında vizyona giren “The Dark Knight” filminde Heath Ledger tarafından sergilenmiştir. Öyle ki Leadger, bu rol için günlerce kendini kapattığı otel odasında Joker dönüşümünü tamamlamış, film sonrası en iyi yardımcı erkek oyuncu Oscar’ını kazanmıştır. Joker karakterine kattığı boyut ve derinlik için belki de canını feda eden Leadger, 22 Ocak 2008’de New York’taki evinde ölü bulundu. Üstün yeteneklere sahip oyuncunun ölümü Hollywood camiasını derinden sarsarken Leadger teselli olmuş mudur bilinmez bugünlerde dahi Joker karakteriyle karşılaştığımızda aklımıza mutlaka onun performansı rol gelir.
Batman’in en ünlü düşmanı olarak karşımıza çıkan Joker karakteri, gerçek dünyada daha şanssız olan ve iki Batman ile çarpışan Joker’imizin aksine Gotham şehrinde bir Batman ile mücadeleye girmiştir. Bizim dünyamızın Joker’i, ilk kez 2003 yılında sahneye çıktığında habersiz olacağı şekliyle, Batman rolü için amansız bir çarpışmaya girişen ve sonunda ikisinin de otoritesine koruyup çift başlı devi oluşturduğu Roger Federer ve Rafael Nadal ile mücadele edip aynı Batman filmlerinde olduğu gibi zamanla onların şöhretlerini gölgede bırakıp kendi filminde başrol olmayı başarmıştır. O filmi hemen hepimiz izlemişizdir ancak bazen izlediğimiz filmleri tekrar izlemek için dönüp bazı sahnelere bakış atarız çünkü ünlü filmler, birkaç sahne ile aklımıza kazınmayı başarır. Örneğin “The Godfather” için “I’m gonna make him an offer he can’t refuse.” sahnesi ya da “The Lord of the Rings: The Return of the King” içinse “”For Frodo.” sahnesi bizi hemen bu filmlerin evrenlerine ve atmosferlerine sokabilir. Tenisin Batman’leri yavaş yavaş sahneyi terk ediyorken henüz perdeden ayrılmamış Joker’i yâd etmek isterseniz, işte ünlü birkaç sahne:
Djokovic vs Murray (2016 Fransa Açık Finali)
Nadal ve Federer rekabetini anlatan romanın orta yerine ayracı koymayı başarıp tenisin zirvesinde bir yer tutmayı başaran Djokovic, rakip sayısını ikiye düşürmeyi başardığından Grand Slam’leri (tenis dünyasında en prestijli başarıları ifade eden dört büyük turnuva) toplamaya başlamıştı. Joker’imize kötü haber ise İskoçya’dan geldi. 2016 yılına gelindiğinde kariyerinde Amerika açık, Avusturalya açık ve Wimbledon eklemeyi başaran Djokovic; Roland Garros (Fransa açık) galibiyeti için 13 yıldır bekliyordu. Burada diğer tenisciler için en büyük başarı ikincilikti. Birinci her zaman, tenisin toprak ağası Rafael Nadal’dı. 2016’da Nadal’ın bilek sakatlığı sonucu turnuvadan çekilmesiyle Djokovic için çok büyük bir fırsat oluşmuştu. Maçın oynandığı esnada kariyer Grand Slam’i için korta çıkan Joker yine Batman ile çarpışıyordu aslında. Maça dünya bir numarası olarak çıkan Murray, etiketine uygun olarak ilk seti 6-3 aldı. Bu setten sonra oldukça agresif bir oyunla file önünü paramparça eden Djokovic, Murray’nin imza dropshotlarının (rakip fileye yakın yere yapılan vuruş) hemen hepsini engelleyip 6-1, 6-2 ve 6-4 ile üst üste 3 set kazanıp maçı alarak kariyer Grand Slam’i 13 yılda tamamlamış oldu.
Djokovic vs Federer (2014 Wimbledon Finali)
Takvimler 2014’ü gösterdiğinde 8 Grand Slam ile tenisin en büyük sanatçısı Federer’in önüne çıkan Djokovic, çim kortta bir rekor arayışıyla sekizinci Wimbledon’unu isteyen İsviçreli raket karşısında yaklaşık dört saatlik bir maç oynadı. Profesyonel tenisteki on birinci yılında olan Joker’in yıllardır gösterdiği bir şey vardı. Maçların süresi uzadıkça hem mental hem de fiziksel gücü zirve yaptığından onu yenmek hemen hemen imkansızdı. Bu maçta da değirmenleri dövme sırası Roger Federer’e gelmişti. Beş setlik bir mücadelede 6-7, 6-4, 7-6, 5-7, 6-4 skorla rakibini yenen Djokovic 2. Wimbledon zaferini elde edip 9. Grand Slam’i aldı. Maç boyu harika bir servis oyunu oynayan Federer, karşısında olağanüstü bir savunma buldu. Kritik anlarda oyunu file yakınlarına çekip rakibini baskı altına alan Djokovic, unutulmaz performansıyla çim kortun ekselansını mağlup etti. Yakından takip edenlerin hemen aklına gelmiştir, ben de maçın atmosferine hemen girebilmemiz ve son sahneye geçebilmemiz adına mücadelenin en ünlü rallisini seyrinize sunayım:
Djokovic vs Nadal (2012 Avusturalya Açık Finali)
5 saat 53 dakikalık destansı bir mücadeleyle insanın fiziksel kapasitesine dair tüm dogmaları buruşturup bir kenara atan maçta Djokovic, güçlü rakibi karşısında bir mesaj maçına çıkıyordu. Bu maç öncesi formunun zirvesinde olan İspanyol raket Rafa, oynadığı tüm Grand Slam’lerde Djokovic maçın ilk setini alana kadar üst üste 133 settir yenilmiyordu. Maçtan bir yıl önce oynanan Amerika Açık Final’ini kazanan Djokovic maçın sonunda tenis otoritelerinin aklına soru işaretini sokmuştu. Kariyer olarak birkaç adım geride olsa da Sırp adam, hem Nadal’dan hem de Federer’den iyi miydi? İşte maç da bu soru işaretinin gölgesinde başladı. Tarihin en uzun Grand Slam’i olacak maçı 5-7, 6-4, 6-2, 6-7, 7-5 ile galip tamamlayan Djokovic, rakibine mesajı vermişti. Kariyeri boyunca en büyük baş belası olan diz iltihaplarıyla mücadele etmeye çalışan Nadal, bu sakatlığıyla başa çıkamadığı her an bu adama yenilmeye mahkumdu. Üçlünün arasındaki rekabet de göz önüne alındığında, bu da tenis tarihine geçen rekabetten doğan Grand Slam yarışının Sırp raket lehine sonuçlanacağı anlamına geliyordu. Maç sonunda üçüncü Avustralya Açık zaferini elde eden Djokovic, özellikle iki rakibiyle kıyaslandığı zaman geride kaldığı saygı alma konusunda bu maçın sonunda dakikalarca alkışlanarak manevi ödülünü de almış oldu. Nadal, maçın son topunu fileye vurup mücadeleyi kaybettiğinde tenis dünyasında yıllardır sporda olmayan Sırbistan’dan çıkan bu adamın sporun tarihine adını altın harflerle kazıyacağını anlamıştı.
Zirveye tırmanan üçlü, rekabetten en iyi şekilde yararlanıp toplam 66 Grand Slam ile her biri tenis tarihine geçen kusursuz kariyerlere sahip oldu. Aralarından belki de en kusursuzu ise Nadal ile oynadığı maçtan (2012) dört yıl önce vizyona giren “The Dark Knight” filminde bir sahneliğine Heath Ledger’ın dublajını yapıyor, orada henüz kimse anlamasa da iki Batman’in Gotham’da kurduğu otoriteye karşı düzeni yıkmaya yönelik felsefesine dair mesajını veriyordu:
“Introduce a little anarchy (Anarşiyi biraz tanıyalım)”
Görseller Anadolu Ajansı, Sportskeeda, Socrates Dergi ve Franceinfo sayfalarından alınmıştır.