Bilkent Üniversitesi öğrencileri, Türkiye’nin önemli diplomatik ve siyasi isimlerinden biri olan Namık Tan ile bir araya gelerek güncel konular ve dış politika üzerine bir söyleşi gerçekleştirdi. Etkinlik, Bilkent Üniversitesi Sosyal Demokrasi Topluluğu (SODEM) ve Uluslararası İlişkiler Topluluğu’nun (IRS) katkılarıyla düzenlendi. Söyleşide, Tan’ın diplomasiye bakışı, uluslararası ilişkilerdeki popülist dalganın etkileri ve Türkiye’nin dış politika stratejileri üzerine değerli görüşleri paylaşıldı.
Namık Tan Kimdir?
1956 yılında Mardin’de doğan Namık Tan, Türkiye’nin önde gelen diplomat ve siyasetçilerinden biridir. Hatay kökenli bir aileden gelen Tan, Ankara’da TED Ankara Koleji’nden mezun olmuş, ardından Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni 1978 yılında tamamlamıştır. Kariyerine Ticaret Bakanlığında başlayan Tan, askerlik görevini asteğmen olarak tamamladıktan sonra 1982’de Dışişleri Bakanlığında görev almıştır. Moskova ve Abu Dabi’de elçilik görevleri üstlendikten sonra, Washington’da Türkiye’nin büyükelçisi olarak ülkemizi temsil etmiştir. Tan, aynı zamanda Türkiye’nin Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçiliği görevini 2010-2014 yılları arasında başarıyla yürütmüştür. 2023 Genel Seçiminde CHP İstanbul Milletvekili olarak seçilmiştir.
Diplomasi ve Algı Yönetimi Üzerine Değerlendirmeler
Namık Tan konuşmasında büyükelçilik görevinin yalnızca bir temsilcilik değil aynı zamanda bir algı yönetimi süreci olduğunu belirtti. Türkiye’yi yurt dışında temsil eden bir büyükelçi olarak yaptığı her hareketin Türkiye’nin dünya algısını etkilediğini vurgulayan Tan, diplomasinin realpolitik temellerine işaret etti. Ancak diplomasi ile siyasetin bir noktada ayrıştığını, siyasetin doğru algılar yaratma ve bu algıları yönetme sanatı olduğunu ifade etti.
Tan, Türkiye’nin dış politikasının güçlü ve kolektif bir çalışma gerektirdiğine dikkat çekerek, tek adam yönetimlerinin bu alanda etkili olamayacağını da belirtti. Türkiye’nin dış ilişkilerde güçlü bir yapı oluşturmasının önemli olduğunu vurgulayan Tan, günümüzde uluslararası siyasetin karmaşık ve belirsiz bir durumda olduğunu dile getirdi.
Popülist Liderler ve Dünya Siyaseti Üzerine Görüşler
Etkinlikte, dünya genelinde yükselen popülist liderlerin etkisi de geniş bir şekilde tartışıldı. Namık Tan, popülizmin yönetim tarzının genellikle öngörülemez olduğunu ve bu durumun küresel belirsizlikleri artırdığını ifade etti. Popülist liderlerin, halkın duygusal ihtiyaçlarını ve kaygılarını yöneten söylemler geliştirdiğini belirten Tan, bu tür liderlerin genellikle kısa vadeli siyasi kazançlar elde etmek amacıyla uluslararası ilişkilerde belirsizlik yaratma eğiliminde olduklarını söyledi. Bu yaklaşımın, özellikle küresel ekonomiyi ve siyasi denklemleri zor durumda bıraktığını dile getirdi.
Tan, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki popülist liderliğin bu durumu daha da körüklediğine dikkat çekti. Donald Trump döneminde yaşanan “Amerika önce” yaklaşımının, küresel sistemdeki dengeyi bozduğunu ve bu tür bir liderliğin sadece ABD’nin değil, tüm dünyanın istikrarını tehdit ettiğini belirtti. Popülizmin, özellikle dış politikalarda daha izole edici bir tutum sergilenmesine neden olduğunu, bunun da diğer ülkelerle olan ilişkileri daha karmaşık hale getirdiğini vurguladı. Tan, bu belirsizliklerin artan bir şekilde küresel çapta yeni sorunları tetikleyebileceği uyarısında bulundu.
Bu bağlamda Tan, özellikle teknoloji ve ticaret alanlarında yaşanan rekabetin gelecekte dünya siyasetinin şekillenmesinde kritik rol oynayacağını belirtti. Küresel ekonominin dijitalleşmesi ve teknolojiye dayalı bir savaşın, geleneksel silahlı çatışmaların ötesinde bir “üçüncü dünya savaşı” riskine yol açabileceğini ifade etti. Bu yeni “savaşın” geleneksel savaş yöntemleriyle değil ticaretin ve teknoloji üretiminin stratejik alanlarında yaşanacak rekabetle yürütüleceğine dikkat çekti. Özellikle mikroçip üretimi gibi kritik teknolojilerin ülkeler arası ilişkileri yeniden şekillendirebileceğini, bu alanlardaki kontrolün büyük güçler arasındaki çekişmeleri artıracağını söyledi.
Tan, mikroçip üretiminin dünya genelinde artan talep ve stratejik önemi göz önünde bulundurulduğunda, ülkelerin bu alandaki liderliklerini pekiştirmeye çalışacaklarını ve bunun da küresel güç dengelerini önemli ölçüde etkileyeceğini belirtti. Teknolojinin sadece ekonomiyi değil aynı zamanda ulusal güvenlik stratejilerini de belirleyecek bir faktör haline geldiğini ifade etti. Bu çerçevede, mikroçip üretiminin önemi arttıkça ülkelerin birbirleriyle olan ekonomik ilişkileri ve bu alandaki yatırımları doğrudan dünya siyaseti üzerinde belirleyici bir etkiye sahip olacak.
Son olarak kendisi popülist liderlerin küresel ekonomik düzeni etkileyebileceğini ve dünya genelinde belirsizliğin daha da derinleşebileceğini ifade etti. Bu durumun yalnızca ekonomik ilişkiler değil aynı zamanda uluslararası güvenlik, ticaret ve teknoloji gibi stratejik alanlardaki rekabeti de derinleştireceğini belirtti. Dünya siyasetinde yeni bir dönem başladığını ve bu dönemde ülkelerin teknolojiyi ve ticareti nasıl yönlendireceklerinin, gelecekteki küresel güç dengelerini belirleyeceğini sözlerine ekledi.
ABD’nin Toplumsal Yapısı ve Eğitim Sistemi
Tan, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki toplumsal yapı ve eğitim sistemi hakkında da görüşlerini paylaştı. ABD nüfusunun yalnızca %5’inin karar mekanizmalarında yer aldığını ve geri kalanların eğitim seviyesinin düşük olduğunu belirten Tan, bu durumun Amerikan toplumunda katı bir disiplin gerektirdiğini vurguladı. Amerika’nın güçlü kurum yapısının son yıllarda zayıfladığını, bunun da ülke içinde ve dışında sorunlara yol açtığını ifade etti.
ABD Seçimleri ve Türkiye: Gelecek İlişkileri Üzerine Bir Değerlendirme
Söyleşinin önemli konularından biri de 2024 ABD Başkanlık Seçimlerinin Türkiye ile olan ilişkiler üzerine yaratacağı etkilerdi. Namık Tan, ABD seçimlerinin sadece Amerika’nın iç politikası için değil dünya genelindeki tüm ülkeler için belirleyici bir dönemeç olduğunu belirtti. Özellikle Türkiye’nin bu seçim sonuçlarından nasıl etkileneceğini değerlendiren Tan, geçmişteki ABD-Türkiye ilişkilerinin dönüm noktalarına değindi. 2016’dan sonra Trump yönetimi ile yaşanan gerilimlerin, Türkiye’nin uluslararası arenadaki duruşunu ve stratejilerini nasıl şekillendirdiğini belirterek 2024 seçimlerinin benzer zorluklarla karşılaşma ihtimaline dikkat çekti.
Namık Bey, seçim sonuçlarının Türkiye’nin ABD ile ilişkilerini yeniden şekillendirme potansiyelini doğurabileceğini ancak bunun tamamen Amerika’nın iç politik dinamizmine bağlı olduğunu ifade etti. ABD’nin popülist bir lider tarafından yönetilmesi durumunda, küresel belirsizliğin artabileceğini ve Türkiye’nin dış politikası için daha büyük bir meydan okuma olacağını belirtti. Özellikle Trump’ın küresel düzeydeki pragmatist yaklaşımının Türkiye’ye daha çok fırsatlar sunabileceğini, ancak aynı zamanda ciddi zorluklar da yaratabileceğini vurguladı. Bu bağlamda, Türkiye’nin gelecekteki stratejilerinin ABD içindeki seçim sonuçlarına göre şekillenebileceğini belirten Tan, bunun da dış politika düzeyinde daha esnek ve dikkatli bir yaklaşımı gerektireceğini ifade etti.
Katılımcılar, seçimler öncesinde bu belirsizliklerin nasıl yönlendirileceğine dair sorular sormaya devam ederken, Namık Bey bu sürecin çok önceden kestirilemeyeceği konusunda uyarıda bulundu. Ancak yine de Türkiye’nin, Amerikan seçimleri sonucunda şekillenecek yeni küresel düzene nasıl daha güçlü bir pozisyonla dahil olabileceği üzerine stratejiler geliştirmesi gerektiğini vurguladı.
Rusya-Ukrayna Savaşı ve Türkiye’ye Yansımaları
Namık Tan söyleşi sırasında Rusya-Ukrayna Savaşı’nın küresel düzeydeki etkilerine ve Türkiye üzerindeki yansımalarına da değindi. Tan, savaşın sadece Avrupa’da değil, tüm dünyada önemli bir gerilim kaynağı haline geldiğini belirterek, bu çatışmanın küresel siyaseti ve ekonomiyi derinden etkilediğini vurguladı. Özellikle Avrupa’daki enerji tedarik zincirlerinde yaşanan aksaklıklar ve ekonomik yaptırımların dünya ekonomisine yansıyan etkileri üzerinde durdu. Türkiye’nin bu savaşın etkilerinden nasıl etkileneceğini değerlendirirken Türkiye’nin coğrafi konumunun ve stratejik önemin, savaşa doğrudan etkide bulunduğuna dikkat çekti.
Tan, Rusya ile tarihsel ilişkiler ve son dönemdeki siyasi gelişmelerin, Türkiye’nin bu savaşta tarafsız kalma çabalarını zorlaştırdığını ifade etti. Ancak Türkiye’nin diplomatik olarak dengeyi koruyarak hem Rusya ile işbirliğini sürdürme hem de Batı ile stratejik ilişkilerini devam ettirme politikasını benimsediğini belirtti. Bu durumun Türkiye’nin uluslararası ilişkilerdeki stratejik önemi açısından kritik olduğunu söyledi. Aynı zamanda Türkiye’nin Rusya’ya karşı tutumunun, Batı’nın ve özellikle ABD’nin Türkiye üzerindeki baskılarını da artırabileceğini, bunun da Türkiye’nin dış politikasındaki hassas dengeleri zorlayacağını belirtti.
Savaşın Türkiye’nin enerji güvenliği üzerindeki etkileri de önemli bir konu olarak gündeme geldi. Tan, Rusya’dan enerji bağımlılığının Türkiye için büyük bir risk oluşturduğuna, ancak bu savaşın Türkiye’yi alternatif enerji kaynaklarına yönlendirme fırsatı sunduğuna dikkat çekti. Ayrıca Türkiye’nin, savaşın yarattığı belirsizliklere karşı daha fazla enerji bağımsızlığı sağlamak için atması gereken adımlar konusunda uyarılarda bulundu. Bu bağlamda Tan, Türkiye’nin enerji arzını çeşitlendirme stratejisinin önemini vurgularken, aynı zamanda savaşın Türkiye’yi Orta Doğu ve Kafkaslar’daki stratejik partnerlerle ilişkilerini güçlendirmeye de zorladığını belirtti.
Türkiye’nin, savaşın ardından ortaya çıkan mülteci akımları ve bu göçmen krizinin etkileri konusunda da sorumlu bir yaklaşım sergilediğini dile getirdikten sonra Türkiye’nin uluslararası alanda önemli bir insan hakları ve mülteci politikası geliştirmeye devam etmesi gerektiğini ifade etti. Savaşın Türkiye’nin zaten önemli bir göçmen nüfusuna sahip olduğu ve bu krizi daha fazla yük taşımamak adına uluslararası işbirliği yapması gerektiği bir dönemde olduğu söylendi.
Tan, Rusya-Ukrayna Savaşı’nın Türkiye’nin dış politikası ve güvenlik stratejileri açısından oluşturduğu fırsatları ve zorlukları da değerlendirdi. Bu savaşın Türkiye’yi küresel alanda daha aktif bir oyuncu olmaya zorladığını belirttikten sonra Türkiye’nin, uluslararası ilişkilerdeki yerini ve etkisini artırabilmesi için stratejik olarak doğru hamleler yapması gerektiğini ifade etti.
Türkiye’nin Güçlü Ancak Zayıf Yönetimle Yürütülen Bir Ülke Olduğu Eleştirisi
Namık Tan’ın etkinlikteki bir diğer önemli değerlendirmesi ise Türkiye’nin mevcut yönetim yapısına yönelik eleştirileri oldu. Tan, Türkiye’nin güçlü bir ülke olduğunu ancak liyakatsiz kadroların yönetimde olduğunu ifade ederek, bu durumun Cumhuriyet tarihi boyunca görülmemiş bir örnek olduğunu söyledi. Özellikle, yurtdışında eğitim almış bireylerin Türkiye’deki bürokratik sınavlarda düşük not almasının düşündürücü olduğunu belirtti. Ayrıca Avrupa’daki sağ popülist unsurların yükselişi ve Avrupa Birliği projelerinin zayıflaması konularına da değindi.
“Mavi Vatan” Doktrini Üzerine Tartışmalar
Toplantının dikkat çekici tartışmalarından biri de “Mavi Vatan” doktrini üzerine oldu. Tan, bu kavramın kamuoyunda geniş yankı bulduğunu, ancak sosyal medyada yanlış anlaşıldığını ifade etti. “Mavi Vatan”ın bir slogan olarak değerli olabileceğini fakat bir doktrin olarak ele alınmasının gerçeklerden uzaklaşmaya yol açabileceğini vurguladı. Bu tür stratejik doktrinlerin resmi bir karar mekanizmasından geçmesi gerektiğini ifade eden Tan, Türkiye’nin dış politikadaki hamlelerinin somut temellere dayanması gerektiğini belirtti.
Birleşmiş Milletler ve Küresel Düzenin Geleceği
Söyleşide, günümüz küresel düzeni ve Birleşmiş Milletler’in (BM) mevcut rolü üzerine de önemli değerlendirmeler yapıldı. Namık Tan, Birleşmiş Milletler’in tarihsel olarak küresel barış ve güvenliği sağlamak amacıyla kurulduğunu, ancak günümüzde bu hedefin giderek daha fazla zayıfladığını ifade etti. Popülizmin dünya genelinde yükselişi ve demokrasilerin köklü sorunlarla yüzleşmesi, BM gibi çok taraflı kuruluşların etkinliğini ciddi biçimde sekteye uğratmış durumda. Tan, bu kuruluşun, özellikle büyük küresel krizlerde yapısal zayıflıklarının daha görünür hale geldiğini, bu nedenle köklü bir reforma ve güncelleme sürecine ihtiyaç duyduğunu belirtti.
BM’nin mevcut yapısının, günümüzün karmaşık ve hızla değişen küresel meselelerine etkin bir çözüm sunmakta yetersiz kaldığını vurgulayan Tan, özellikle uluslararası güç dengelerinin değişmesi ve yeni tehdit alanlarının ortaya çıkmasıyla birlikte BM’nin işlevselliğinin giderek azaldığına dikkat çekti. Artık geleneksel çatışmalar yerine teknoloji, enerji ve ticaret üzerinden şekillenen mücadelelerin ön planda olduğunu belirten Tan, Birleşmiş Milletler’in de bu yeni dinamiklere göre kendini yeniden tanımlaması gerektiğini söyledi. Tan’a göre, BM’nin küresel sorunlara çözüm bulma kapasitesinin azalması, dünya genelinde demokratik değerlerin zayıflaması ve popülist söylemlerin güçlenmesi ile doğrudan bağlantılı.
Türkiye’nin de bu yeni küresel düzende daha aktif bir rol üstlenme potansiyeline sahip olduğunu ifade eden Tan, Türkiye’nin diplomatik alanda atacağı adımlarla hem bölgesel hem de küresel ölçekte dengeleri etkileyebileceğini vurguladı. Ancak bunun, kolektif bir diplomasi kültürü ve güçlü bir kurumsal yapı ile mümkün olacağını belirterek Türkiye’nin küresel düzenin yeniden yapılandırılmasına katkıda bulunabileceğini ifade etti. BM’nin güçlendirilmiş ve daha kapsayıcı bir yapıya kavuşturulması gerektiğini savunan Tan, yeni bir dünya düzeninin inşa edilmesinde Türkiye’nin bu sürece nasıl katkı sağlayabileceği konusunda öğrencilerin sorularını da yanıtladı.
Etkinliğin kapanışında, Namık Tan Türkiye’nin gelecekteki konumunun, uluslararası siyasetteki hızlı değişimlere uyum sağlamasıyla güçleneceğini belirterek öğrencilerden gelen soruları yanıtladı. Tan’ın deneyim ve birikimleriyle ortaya koyduğu analizler, katılımcılara diplomasi ve uluslararası ilişkiler alanında önemli bir bakış açısı kazandırdı. Bu söyleşi, Bilkent Üniversitesi’nin farklı perspektiflere yer veren etkinlikleri arasında özel bir yer edinirken, gençlere hem küresel siyaseti daha iyi anlama hem de Türkiye’nin geleceğini şekillendirmede bireysel katkılarının önemini kavrama fırsatı sundu.