Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşaneler gördüm
Dolaştım mülk-i İslam’ı bütün viraneler gördüm
Ziya Paşa
Tanzimat’ın ve II. Meşrutiyet’in önemli mütefekkirlerinden olan Mizancı Mehmet Murat Bey, çıkardığı “Mizan” gazetesiyle adını duyurmuştur. Bir süre liderliğini bile yaptığı Jön Türklerle Meşrutiyet’in ilanından sonra ayrı düştü. İttihat ve Terakki’ye muhalefet etti. Bu çarpışmaların temelinde ise ideolojideki derin ayrılıklar yatıyordu. Mizancı; devletin resmi ideolojisin Osmanlıcılık, kültürel ideolojinin de İslam birliği olması taraftarıydı. Yönetimin tutumu ise malumdu.
Mehmet Murat Bey’i ve içinde bulunduğu durumu azıcık tanıttıktan sonra asıl mevzuya geçiyoruz.
“Turfanda mı Yoksa Turfa mı?”, Mizancı Mehmet’in tek romanı. Roman hem Mizancı’nın yaşamından izler taşır (başka yerlerde bunu itiraf etmiştir ve kahramanın tutumlarından da anlaşılır) hem de dönemini pek detaylı olmasa da ustalıkla anlatır. Ahlakçı-yol gösterici olmasından dolayı da bir tezli roman olarak kabul edilir ki okurken yapaylıktan ve sivrilmiş durumlardan bunu anlarsınız. Tam bir dönem romanı olan kitap; adam kayırma, memurluk kurumunun suistimali ve eğitime ayrılan bütçenin azlığı üstüne yoğunlaşır. Bu yol üzerinden de hükümeti eleştirir.
Baş kahraman Mansur Bey’in üzerinden gelişen olaylar, dönemin çarpıklıklarına, sistem bozukluklarına, insanların yozlaşmasına ayna tutuyor. Dediğim gibi romandaki ahlakçı yapı yer yer abartıya kaçarak ders veriyor. Gösterilen tezatlar roman boyu absürde kaçmadan seyrediyor ama kendini belli etmekten de geri kalmıyor.
Baş kahraman Mansur Bey, babası Fransız işgali esnasında muharebede şehit olmuş aslen Kütahyalı olan bir Cezayirli. Babasının vefatından sonra Fransızlar babasının bütün mülküne el koyar. Babası bir Cezayir beyi olan küçük Mansur Cezayir’deki amcasına sığınır. Amcası ise çoktan düzen adamı olmuş, Fransızlarla düşüp kalkmaya başlamıştır. O ilk tahsilini amcasının konağında hiç sevmediği amca çocuklarıyla birlikte görür ve buna dayanamaz. Kaçarcasına Fransa’ya gider. Ortaokul lise eğitimini aynı okulda tamamlar. Yüksek disiplin istidadı ve -abartılı- güçlü karakteri okulda sadece bir arkadaş edinmesine izin verir. Arkadaşı da kendisi gibi biridir. Üniversiteye gidecekken “Siyaset mi Tıp mı?” açmazına girer. Arkadaşı Henri’nin önerisiyle tıpı seçer fakat sürekli politika, dış siyaset ve sosyal bilimlerle ilgilenir. Mansur Bey ne kadar Cezayirli de olsa o kendini bir “Osmanlı” olarak tanımlar. Roman Mansur Bey’in İstanbul’a gidişiyle başlar ve hikâye en başına döner.
İstanbul’a gelen Mansur Bey hemen okuyucunun gözüne bir iki kusuru iliştirir. Örneğin limanda para birimi olarak ‘akçe-lira’ değil de frank kullanılır. Ve ilk gittiği otelin adı Fransızcadır. Sonrasında amcası Şeyh Salih Efendi’yi ziyaret eden Mansur önce onun konağında sonra ise yalısında ikamet eder. Amcası Salih Efendi çok nüfuzlu ve zengin bir devlet adamıdır. Fakat kitapta ne iş yaptığı anlatılmaz.
Mizancı’nın en büyük dönem eleştirisi memurluk kurumuna yöneliktir. Önce eleştiriye ilk çalıştığı dışişleri tercüme bürosundan başlar. Orada kabarık maaşlarını alıp da boş boş oturan zatlar Mansur Bey’e çok dokunur. Verir veriştirir. Ama asıl önemli kavga amcasının yalısında, amca kızını istemeye gelen Emin Paşa’yla olur. Emin Paşa dış işlerinde mühim bir mevki sahibidir fakat onun da yaptığı iş söylenmez.
Emin Paşa, bir bir yüzüne çarpılan gerçeklere diyecek bir şey bulamayınca kaytarmaya çalışır:
… İnsan işini oluruna bağlamalıdır. Sizin Avrupa’da görmeye alıştığınız düzen bizde olmaz.
Mansur cevapta gecikmez:
Bizde niçin olmasın? Halbuki şer’i hükümlere bakılırsa bizde daha çok düzen bulunması lazımdır. (…) Buna engel nedir? Cemiyete arız olmuş (musallat olmuş) cehalet ve memurların eksiklikleri değil midir?
Biraz daha konuştuktan sonra Mansur dayanamaz, meclisi terk eder. Ardından kendi iç konuşmasında şunları söyler:
Gevşeklik zamanı değil, metanet ve gayret zamanıdır. Devlet hademeye muhtaçtır. Bunlar hademe değil, memalik (memleket) kanını emmekle meşgul sülüklerdir.
Romanda (süper) Mansur Bey, çeşitli işlerde çalışır. Bir bakarız ki üniversitede ders verir bir bakarız ki dışişlerinde tercümandır. Bazen ücretsiz muayene seansları yapar bazen de Süveyş Kanalı projesinde Sudan’ın konumunu düşünür. Kâh Tunus’da hükümet tarafından kovulur kâh Beyrut’ta müthiş bir okul açar. İstanbul’da eğitim bakanlığına çılgın projeleriyle gelirken, Manisa’da çiftliğinde köylü için okul ve fabrika kurar -ki sözü geçen okul akla sığmayacak başarılar kazanır-. Kitabın sonunda ise Mansur, 93 Harbi’nde Balkanlardadır. Yani anlayacağınız, Mansur Bey tam bir idealisttir ve Mizancı’ya göre milletin ihtiyaç duyduğu adamın ta kendisidir.
Gelelim herkesin merak ettiği yere, “Turfanda mı Yoksa Turfa mı?” ne demektir? ‘Turfanda’ yeni üretilmiş, yeni manasına; ‘Turfa’ ise acayip, tuhaf şey manasına gelir. Yani tabiri caizse “Yeni mi Yoksa Acayip mi?” diyebiliriz, tabi ki TDK sözlüğüne göre.