Size doğuştan görme engelli birinin resim yapabildiğini söyleseler inanır mıydınız? İnanması güç olacak ama Türkiye’de bir dahi yaşıyor. Ne yazık ki halkımızın çoğu bundan habersiz. Bir mucizedir insanın parmaklarıyla görmesi, bir mucizedir var olanı görmeden, dokunarak çizmesi.
Küçük yaşlarda dünyayı tanımak için verdiği çaba takdir edilesi! Asla pes etmemiş, tarihe geçmiş. Dünya’ya sesini duyurmakla kalmayıp belgesellerde yer almış bir Türk ressam; Eşref Armağan.
Onu daha yakından tanımak için koşa koşa yanına gittim! O kadar neşeli, hayata bağlı bir insan ki, hayat hikayesini anlatırken sanki o anı ilk defa yaşıyormuşçasına heyecanla anlattı. Bir sürü sorum olduğunu tahmin ederek bana her şeyi en baştan anlatmayı teklif etti. Birkaç soru araya sıkıştırarak hayatının kısa bir özetini dinledim ve zevkle sizlere sunuyorum!
Kendinizden biraz bahseder misiniz?
1953 yılında İstanbul’da doğdum. Doğuştan görme engelliyim. Hiç görmediğim dünyayı, üç yaşımdayken çok merak etmeye başladım. Söylenilen şeylerin nasıl olduğunu merak ediyordum. O kadar meraklıydım ki elime geçen her şeyi görenlere sorardım. Nasıl durduğunu, hangi renkte olduğunu, başka renklerde olup olmadığını, değişik yerlerden bakıldığında görüntüsünün nasıl olduğunu, üzerindeki detaylarının ve o cismin ne işe yaradığını sormaya başladım. Görmezliğimin düzelmesine imkan yoktu, böyle süreceğini bildiğim için kendime göre bir yaşam hazırlamam ve yaşama uyum sağlamam lazımdı. Küçükken babam bana oyuncaklar getirirdi ve elime verirdi. Önce iki avcumun içine sığabilecek cisimleri tanımaya başladım. Bazı objeleri ise kabartma resimleri sayesinde öğrendim. O modelleri elleyerek diğer bir kağıda aynısını geçirmeye başladım. Bunu yaptıkça somut olarak çizebildiğimi anladım.
Resim yapmaya nasıl başladınız?
En büyük destekçim babamdı. On iki yaşındaydım, kelebek çizmek istiyordum. Babama bana bir kelebek resmi veya dokunabileceğim bir kelebek vermesini söyledim. Bir yaz günü babamın soba dükkanında idik. Bana tavanda kelebek olduğunu söyledi. Babama yakalamasını söyledim. Bana yakalayamayacağını ve yakalasa da benim elime veremeyeceğini söyledi. “Neden baba?” dedim. “O kadar nazik, inceler ki eline verirsem öldürebilirsin, zaten kısacık ömürleri var” dedi. “Ben sana bu şekilde en iyisi kırtasiyeden boyama kitabı alayım” dedi. Aldıktan sonra kitabın yapraklarındaki çizimleri kesti, onu düz tahtanın üzerine koyup çivi ile parmağımın anlayabileceği şekilde çiviledi. Parmaklarım ile boyutunu, şeklini anlamaya çalıştım. Çizdim ama sıra boyamaya geldi. Devamlı babamı çağırıyordum çünkü renk nasıl bir şey bilmiyordum. Fakat neyin ne renkte olduğunu ezberlemeye çalıştım. Babam kalemlerimi öyle bir sıraladı ki ben hangi sırada hangi rengin olduğunu ezberledim.
Aradan elli beş sene geçti hala boya tüplerimin belli bir sırası vardır. Şuan bütün renklerimi koyu alıyorum çünkü beyazla açıldığında rengin açılacağını biliyorum. Mesela kırmızı elma çizerken kırmızı rengimin hangi sırada olduğunu biliyorum. Boyadığım zaman herkes güzel yaptığımı söylüyordu. Yuvarlak olan şeklini anlamışsın ama boyutunun olmadığını, gölge kullanmam gerektiğini söylediler. Gölge ne demekti? Işık nasıl bir şeydi? “Işık hangi renkte olur?” diye sordum, “beyaz ile” dediler. Karanlığın ise siyah renkte olduğunu söylediler. Ama elma kırmızı? Işık hangi taraftan gelirse o kısmın aydınlık olması lazımmış. Bunu düşünmeye başladım ve söyledikleri gibi yapmaya başladım. Kuru boya ile bunu yapamadığım için akrilik boya kullanmaya başladım. Fırça kullanmadım çünkü fırçayı istediğim noktaya getirecek miyim, getiremeyecek miyim bilemedim. Bu benim için imkansızdı. Ellerimi kullandım. Hala ellerimi kullanıyorum fakat ot çizerken fırça kullanıyorum. Zamanla resmime baktıkları zaman ışık hissini verebildiğimi ama elmanın yuvarlak görünmediğini söylediler. Çok inatçıydım, başaracaktım, asla pes etmedim bu yüzden başardım. İnancım, azmim çoktur. Işığı çok sert boyadığım için ışık gibi durmuyormuş. Renk geçişi yapmam lazımmış, onu öğrendim ve sonunda başardım. Işığın hangi yönden geldiğini resim bitene kadar unutmayacaksın ona göre boyayacaksın. Sıra gölgeye geldi. Kendimce denemiş gururla babama göstermeye gitmiştim. Bana iki adet kırmızı elma çizdiğimi söyledi ama onun biri gölgeydi. Elmanın gölgesi hangi renk olurdu? Bana cisim hangi renkteyse gölgesinin o rengin koyusunun olduğunu söyledi. Bunu da çözdükten sonra insanlar resimlerimde perspektif olmadığını söyledi. O ne demekti? Bana birinin bunu çizmesi lazımdı. O zaman çaresiz kaldım. Marmara Üniversitesi’nde bir resim öğretmeninin yanına gittim. Görme engelli olduğumu, resim yaptığımı anlattım. Perspektifi öğrenmek istiyorum dediğimde çok şaşırdılar. Bir tane kabartma külah çizdi bana. Bu ne dedim yol dedi ve perspektifi detaylı bir şekilde bu kabartma üstünden anlattı. O günden sonra düşünmeye başladım, demek ki resimlerimdeki evler gittikçe küçülmeliydi. Bunu her resmimde denedim.
“Real Super Human” belgeseli ve “The Colors of Darkness” isimli ödüllü belgesele konuk oldunuz.
Yurt dışı maceranız nasıl başladı? Sizi nasıl keşfettiler?
Bir gün Çek Cumhuriyeti’nden bir davet geldi. Yalnız gidemezdim. Eskiden görmeyen insanlara yardım eden şu anki menajerimle gittik. Kendisi İTÜ’de Uluslararası Program Koordinatörü aynı zamanda Tarih profesörüydü ve ders veriyordu. Kitap çevirmeleri yapıyordu. Beni tanıtan o oldu. Amerika, Çin, İtalya gibi birçok yere gittik. Çeşitli sergiler açtık.
Türkiye’de bazı insanlar bu adam nasıl resim yapıyor diye bana inanmayabiliyorlardı ve bunu kanıtlamam lazımdı “Discovery Channel”a konu oldum, belgeselimi yaptılar. Beni Harvard Üniversitesi duymuş. Oradaki nöroloji bilim dalındaki profesörler beynimi incelemek istediler. Önce korktum ama sonradan bunun elimde güzel bir kanıt olacağını düşündüm. Beynime bakarken elime bir takım cisimler verip aynısını on sekiz saniyede incelettirip hemen çizmemi istediler. Hiç birinde şaşırmadım. Şok oldular, sonucu bir sene sonra çıkarabildiler. Gören insanlar bir şeye baktığı zaman görsel alanda bir hareketlenme olurmuş, ben elimde bir şey incelediğim zaman ya da resim çizdiğim zaman görenlerin kullandığı yeri ışıklandırıp hareketlendirmişim. Parmak uçlarım göz görevini yapıyormuş. Tabuları yıktım!
Dr. John M. Kennedy vardı, görmeyen insanlar üzerine araştırmalar yapan uzman. Bir gün New York’da karşılaştık. Kırk beş dakika boyunca üzerimde denemeler yaptı, resimler çizdirdi. Hiç birinde aldanmadım. Çok şaşırdı, “Otuz senedir görmeyen insanlar üzerine çalışıyorum ama dünyada böyle bir insan olacaktı ve karşıma gelecekti diye bir inancım vardı şuanda karşımda!” dedi. Bütün görmeyen ressamları biliyor kendisi ama ben dünyada bir ilkmişim. Discovery Channel orada çekim yapmak üzere beni İtalya’ya götürdü. Floransa Meydanı’na götürdüler. Hiçbir şey söylemediler. Meydana masa sandalye koydular. Felipo Brunoleci’nin imzasını taşıdığı vaftizhanenin küçük bir maketini getirdiler. Onu ellediğim zaman bana yukardan ve önden resmini çizmemi istedi. Çizdiğim sırada sessizlik oluştu, başarısız olduğumu düşünüyordum. Bitirdiğimde herkes bravo diye alkışlamaya başladı. 600 sene sonra görmez olarak ilk defa üç kaçışlı perspektifi çizen ben olmuşum. Bu başarım sayesinde tarihe geçtim.
Belgeselin birkaç dakikasını bu linkten izleyebilirsiniz;
http://www.youtube.com/watch?v=Ii9VuuxBYk0
Bu güzel sohbetimizi sonlandırmak üzere iken Eşref Bey’in eşi kendisi gibi görme engelli Nilüfer Hanım da katılıyor sohbetimize. Kendisinin şiir yazmayı ve okumayı çok sevdiğini öğrendiğim gibi kendisinin yazdığı şiirlerden bir tanesini okumasını istedim.
Yüreğim Bencildi
Her şey senin istediğin gibi mi olmalıydı?
Ben bile değişmeliydim sana göre
Tüm hayallerimi geride bırakıp kölen olmalıydım bir yerde
Benden istenilen neydi hiç anlamadım
İki dünyam vardı ayrı
Birisinde hep verdim hiç bir şey almadım
Öteki çocuk, özgür, orada sadece sen vardın
Sevdiklerin vardı elbet, benim de
Uzaktan izledim, içimde ki sen o değildin
Kaç bahar sensizim, sorma artık
Yüreğim bencildi seni yalnız sakladı
Şu çadır kuran çingeneleri görüyor musun?
Ne kadar da mutlu, neşeli, gözlerinde umut pırıltıları
Onlar kaldırımlarca, gecelerce özgür
Özgürlük neydi?
Sevgili ile el ele sahilde yürümek mi?
Yoksa uçan kuşlar gibi göklerde süzülmek mi?
Belki de aydınlığa giden bir çift gören göz müydü?
Neydi?
Şairin dediği gibi ayrı yaylalarda yeşeren otlar gibi mi bekleyecektik çürümeyi?
Hasretimi söyleyecek gücüm kalmadı
Benim dünyamı kimse anlamadı
Şimdi geç kaldık, sorma artık
Yüreğim bencildi seni yalnız sakladı
Nilüfer Hanım’ın şiire okuması da hoş bir sürprizdi. Bana eğer gözleri görseydi bir tiyatro sanatçısı olmak istediğini söyledi.
Eşref Armağan’ın belgesellerini izlemiş olmama rağmen kendisini şaşkınlık ve mutluluk içinde dinlemiş olmanın verdiği bu güzel duyguyu hayatım boyunca unutmayacağım.
Eşref Bey’in söyleşimiz sırasında yaptığı değerli resmin videosu:
Eşref Armağan Resmi Sitesi:
Rabia Demir
Muhteşem bir yetenek, okumaktan çok memnun olduğum bir röportaj. Elinize sağlık!
yunus
ellerine saglık mükemmel:D
yunus yıldız
Mükemmel ellerıne sağlık
huriye
Asıl branşım sınıf öğretmeni.okulumda norm fazlası olunca zorunluluktan dolayı doğuştan görme engelli bir öğrenciyle ilgilenmek için özel eğitim sınıfına görevlendirildim.görme engelli bir çocukla ne yapılır hiç bilmiyordum ve başladım araştırmaya.kendimi yeni bir bölüm okuyor gibi hissediyorum.araştırırken eşref armağan’ ı buldum.röportaj harika .bana çok şey kattı. eşref armağan ile iletişime geçebilir miyim? öğrencime de daha fazla yardımcı olmak adına.teşekkür ederim. huriye değmen. dağardı ilkokulu. simav/ kütahya tel: 0542 443 52 47