Bir çift tatlı söze gülümsemiş, bir çiçeğe kalbimizi vermiş, bir tek taş yüzüğe evet demişiz…
Ne acı, yılda bir gün hatırlanıp geri kalan günlerde hor görülmeyi, öldürülmeyi sineye çekmişiz. Ne acı ki yılda bir gün bize kadın denilince sevinmiş, geriye kalan günlerde bayan-kadın tartışmalarının bu yüzyılda devam edebilmesine katlanmışız. İyi insanlarız biz vesselam, her acıya tamam demiş, bize biçilen cinsiyet rollerini kabullenmiş ve hayat boyu bu oyun içinde rolümüzü devam ettirmişiz.
Hayallerimizden vazgeçmiş, sırf evde kaldı demesinler diye bilinçaltımıza işlenen bu fikirle evlenmişiz çoğu zaman.
Çoğu zaman aldatılmışız, ama erkeklerin ihtiyaçlarıdır deyip susmuşuz, öyle ya gözümüz tok erkeklerin egoları üzerinden kendimize bir hayat kurmuş ve gıkımızı çıkarmamışız. Daha fazla alışveriş yapabilmek uğruna metreslere göz yummuş, sonra da mağdur rolü oynamışız.
Beyim bilir demiş susmuşuz, evimin direğidir deyip boşanamamışız. Getirdiği bir ekmeğe yüzümüzü morartmayı kabullenmiş, ona da şükretmişiz.
Aşık olunca hayatımızı adamışız, ne istese yapmışız yeter ki benimle olsun demişiz.
Bazen sırtını sıvazlamış, yürü be koçum kim tutar seni demişiz ama bize denmemesine aldırmamışız.
Yalandan çığlıklar atmış, egolarını yükseltmiş, gizli bir anlaşma gibi kadınların da insan olduğunu biz bile içimize nakış gibi işlemişiz.
Sonra daha çok ve daha çok öldürülmüşüz bana mısın dememişiz. Bazen isyan eder gibi olmuş, ama çoğu zaman korkmuşuz. Neyden?
Çok çalışmaktan, çok gülmekten, hayatın zevklerine varmaktan, evde kalmaktan, konuşmaktan, para kazanıp kendi ayaklarımız üzerinde durmaktan.
Bir aşk hikayesi içinde kaybolup bize daha iyi bir yaşam sunabilecek erkekleri kaçırmaktan. Çoğu zaman ojesiz dışarı çıkmak bizi egoistik erkekler karşısında düştüğümüz durumdan daha çok yıpratmış.
Kitap okumaya bile zaman bırakılmayan bizler pahalı bir hediyeyle bunu göz ardı etmişiz. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününü hediye almakla geçirmiş, New York’ta ölen 129 kadının anısına olan bu günde biraz olsun kadın nedir biz neyiz diye düşünmemişiz.
E yazık olmuş bize o zaman, aynaya sadece güzel görünüyor muyum diye bakmışız da kendi yanlışlarımız için bir kez olsun bakmamışız.
Cinsiyet kimliklerinin fazlasıyla göze çarptığı Türkiye’de “Söyle ayna söyle var mı benim bir hatam bu işin içinde?” dememişiz. Birbirimizi kollamak yerine, çoğu zaman eleştirdiğimiz, kızdığımız erkeklerin yaptığı gibi mini etek giyen hemcinsimize kötü gözle bakmışız, eleştirmişiz.
Yılda bir kere sokaklara dökülüp kadını metalaştırmayın diye bağırmışız ama evli mutlu çocuklu şarkısını hep bir ağızdan söylemişiz.
Erkek gibi kız deyince içimizden sevinmiş ama “Erkekler gibi asılma hakkımız olmalı, çünkü biz de savaşabiliriz” diyen Simone de Beauvoir kadar cesur olamamışız. Eşitlik istiyoruz diye bağırmışız ama pozitif ayrımcılık adı altında verilen rahatlıklardan hoşnut olmuşuz. Biri kapımızı açınca kendimizi kadın gibi hissetmişiz, tokatı yiyince o kapıdan yine ilk çıkan olamamışız.
Bizler gözü fazla tok kadınlarız. Erkekler bizi neden öldürüyor anlamıyorum. Bu kadar ezilen ama bu kadar susan bir toplumda bu denli ölüm olması da erkeklerin psikolojilerine işlemiş “sen çok iyisin ben sana layık değilim” klişelerini anımsatıyor.
Bu kadar iyi olmayalım kadınlar, gelin artık biraz fazla şey isteyelim. Bırakın parmağınız tek taşsız olsun ve siz hemcinslerinize tektaşınızın büyüklüğüyle hava atamayın, beyninizin büyüklüğünü konuşturalım.
Hadi gelin kendi kapımızı kendimiz açalım…
Dünya Emekçi Kadınlar Günümüz Kutlu olsun…