“Seninle Beş Dakika Önce Tanıştım ve Senin İçin Hayatımı Mahvetmeye Hazırım”: Hollywood’un Aşk Sorunu

Bilindik film sahnelerinden başlayalım: Bir gece odanızda sizi izleyen bir adam buluyorsunuz. Yaklaşıp, aylardır odanıza gizlice geldiğini söylüyor. Korku filmi, değil mi? Hayır, yaşıtlarımın ortaokul boyunca takıntılı hâle geldiği bir aşk hikâyesi. İkinci sahneye geçelim: Filmdeki öteki erkeğe göre “daha az yakışıklı” (neye göre olduğu da ayrı bir tartışma) olan genç adama arkadaşı şöyle diyor: “Yanında hep sen vardın, seni seçmeliydi.” Sanırım bir arkadaşınıza yardım edince karşılığında hep onun sevgisini ve ilgisini kazanıyorsunuz, size bunu borçlu. Öyle mi? Hollywood’un gerçeklikten uzak olduğu onlarca konu varken, filmlerin bir gerçeklikten kaçış aracı olarak illa ki hayatı yansıtması mı gerekir o da bilinmezken; yine de, filmlerde görülen aşk hikâyeleri, daha doğrusu bu hikâyelerin anlatılış biçimleri fazlasıyla rahatsız edici.

romeojul

Romeo ve Juliet’ten bir sahne

Filmin ana karakterinin güzel genç bir kadın olduğu aşk hikâyelerinde, özellikle son zamanlarda sık sık gördüğümüz daha az çekici, biraz “inek” ama işe yarar yetenekleri ve bilgileri olan erkek stereotipi aşk filmlerinin sayısız sorunundan yalnızca biri. Belli bir insan tipini sürekli “ikinci adam” kategorisine koyup romantik bir ilgiyi hak etmiyormuş gibi bir bilinçaltı mesajı vermek başlı başına yanlış. Bu yetmediği gibi, filmlerin hikayelerini, izleyicilerin bu “kaybeden erkek” karakteriyle sempati ve empati ilişkileri kuracakları şekilde geliştirip, sonrasında ana kadın karakterin bu karaktere bir şey (aşk, sevgi, cinsel ilgi) borçlu olduğu imasının yapılması da çoğu filmde görmeye başladığımız başka bir olay kurgusu. İki karaktere de, iki cinse de haksızlık yapan klişeler bunlar. Hollywood bir yana, Türkan Şoray’ın “sevgi emekti,” deyişini 1978’den bu yana geçen yıllar içinde unutmamış bir ülkenin insanları olarak, karizmatik erkek karakterinin her şeye rağmen sevgiyi ve affedilmeyi hak etmediğini çok iyi biliyoruz. Yine Hollywood’un iyi geliştirilmemiş “iyi niyetli ikinci adam” stereotipinin yalnızca iyi ve nazik biri olarak sevgi kazanılabileceği şeklindeki mesajının bir nebze cinsiyetçilik içerdiğini de görmemiz gerek. Bir kadına “insan gibi” davranmak, cinsiyetini bir kenara bırakıp; düştüğünde kaldırmak, hayatı söz konusu olduğunda birkaç siteyi hacklemek doğal davranışlar olarak görülmeye başlansa, gerçek hayatta sizin için bir kapıyı on saniye açık tuttu diye sizden bir teşekkürden fazla karşılık alması gerektiğini düşünen insanların sayısı da azalabilir.

062bcf686

“Bana göre sen harikasın.”

Biri size “hayır,” dediğinde “daha fazla dene,” mi duyuyorsunuz? Teşekkürler Hollywood. İnsanları sapıkça takip etmeyi normalleştiren filmler mi arıyorsunuz? Herhangi bir romantik komediyi izleyin; mutlaka ucundan kıyısından bir takip etme, konuşmak için zorlama, hoşlanılan birinin yoluna çıkma, hatta duygularını gece yarısı dile getirmek için kıta boyunca uçma sahnesi bulursunuz. Birinin en yakın arkadaşının evliliğiyle mutlu karısını saplantılı bir şekilde takip edip ona aşk cümleleri içeren kartonları uzaktan göstermesini haberlerde duysanız oldukça tuhaf ve hiç de romantik olmayan bir olay olarak değerlendirirdiniz. O zaman tam olarak bu olay örgüsünü işleyen Love Actually‘nin neden en ünlü romantik filmlerden biri olduğunu açıklar mısın? Bir insanı saplantılı hale getirmenin, onu takip etmenin, o duygularınıza karşılık vermiyorken birden evinde bitivermenin, sizden ayrılmış birine yılın 365 günü mektup yazmanın (The Notebook) hiçbir romantik tarafı olmadığı gibi, bunlar hem etik olarak hem de yasal olarak yanlış olan davranışlar. Filmin sonunda çiftin mutlu mesut gün batımına karşı evlilik marşıyla yürüse de, herkes mutlu da olsa, tüm bu güya romantik davranışların özünde rahatsız edici, gerçek hayata uyarlandığında kimi zaman tüyler ürpertici olduğu gerçeği değişmiyor.

365-letters-the-notebook-movie-quote

“Sana 365 mektup yazdım. Sana bir yıl boyunca her gün yazdım.”

Aşka inanır mısınız, aşkınız için ne kadar uzağa gider neler yaparsınız bilinmez. Film karakterleri ne kadar uzağa gidiyor, bir liste çıkartalım: Sevdiği insanın peşinden ülkenin öteki ucuna gitmek, sevdiği insanla olmak için iyiye giden kariyerini bırakmak, onu mutlu etmek için kişisel inançlarına ve hayat tarzına ters davranışlarda (gereğinden çok daha fazla) bulunmak, bir haftadır tanıdıkları biri için hayatlarını mahvedecek fedakârlıklara kalkışmak… Liste, bu güne kadar çekilen aşk filmleri kadar uzun. Mantıklı bir gerçeklik içinde hepsi hüsranla son bulacak bu davranışların izleyiciye doğru gözükmesinin sebebi ise bu çılgınlıkların filmin sorununu çözmesi, yani finalde âşıkları buluşturması. İzlediğim en gerçekçi romantik filmlerden biri olan Going the Distance‘dan bir alıntıyla gerçeğe dair bir yorum yapmak gerekirse, “eğer kariyerini bırakıp peşimden başka bir şehre taşınırsan başta çok mutlu oluruz ama sonra, bunun için benden nefret edersin”. İzlediğiniz filmlerin sonundaki mutlu öpüşmenin üzerinden bir hafta geçince ne olacak, bir düşünün, sonra filmin nasıl mantıksız “çözüm”lerle dolu olduğunu görmemeniz mümkün değil.

twilight_stalkers_by_lovebeinme

Takıntılı takipçiler: Romantik değiller. Tüyler ürperticiler. Polisi arayın.

Bir diğer sorun ise, romantik film olsun, komedi olsun, sık sık gördüğümüz “make over” montajı, yani karakterimizin boyanıp süslenip güzelce giydirilip daha çekici hâle getirildiği sahne ve bu sahneyi takip eden, erkek karakterin yaşadığı “ben bu kadına âşığım galiba,” farkına varışı bir diğer problematik klişe. İki yanlış mesaj veriyor bu hikâye: Birincisi, dış görünüşünüzü geliştirmek romantik sorununuzu çözer, yani sizi ilgi duyduğunuz insana kavuşturur. İkincisi, bu ilgi duyulan insan, size karşı sevgi ve ilgi duymaya, siz olabilecek en çekici hâlinize geldiğinde başlar. Pretty Woman’da Julia Roberts’ı, otele ilk geldiğindeki kıyafetleriyle düşünmeye devam edin, göreceksiniz. 1990’ların en iyi aşk hikâyesi yeni bir gardırop üzerine kurulu! Dış görünüşün ve izlenimlerin aşk denilen şeyin başlamasında ve devam etmesinde büyük rolü olduğu bir gerçek, ama ilişkiler güzel vücutlar ve harika kıyafetlerle yürüseydi ünlü çiftler hiç ayrılmazdı, değil mi?

prettywoman

Pretty Woman’dan

Kafanız harika bir bilimkurgu filmini kaldırmayacakken izlenmeye, moraliniz bozukken ağlamaya birebir filmler aşk filmleri. İyileri de, kötüleri de, gerçekçileri de, aptallık seviyesinde hayal ürünü olanları da, güçlü kadın karakterleri olanları da, rahatsız edici derecede cinsiyetçi olanları da mevcut. Ne yazık ki iyi, gerçekçi olup, cinsiyetçi olmayanlarının sayısı oldukça az. Romantik komedilerin giderek düşen gişe başarıları da işaret ediyor ki, aşk filmlerinde bir sorun var. Sığ karakterler, karşılanması mümkün olmayan beklentiler bu sorunların başında olsa da; sürekli yanlış mesajları veren stereotipler, gerçek hayatta uygularsanız bol bol dayak yemenize ve polise şikâyet edilmenize sebep olacak davranışlar, sevgiye layık olmak için fiziksel olarak muhteşem hâle gelmek gerektiği mesajı gibi diğer ufak gözüken ama bilinçaltımızda sağlam bir yer edinen sorunlu bakış açıları da değişmesi gerekenlerden. Birini evine kadar takip etmenin değil de, sevilen insana saygı duymanın, onun kişiliği ve sevgi dışındaki ilgileriyle tam bir insan olduğunu anlayıp, buna göre davranmanın romantik olduğu fikrini aşılamaya başlayabilir misin Hollywood?

Resim Kaynakları:
http://edition.cnn.com/2015/03/21/entertainment/pretty-woman-movie-anniversary-feat/
http://www.keyword-suggestions.com/cHJldHR5IHdvbWFu/
http://img.cinemablend.com/cb/4/9/f/2/4/2/49f24233c7c682195b7cfc6075f08cf9b92d8553dabedaad32282277758495a0.jpg
http://www.cinemablend.com/new/Why-Acclaimed-Director-Peter-Bogdanovich-Doesn-t-Like-Knocked-Up-78487.html
http://onlinemoviequotes.com/love-movie-quotes/365-letters/
http://www.theatlantic.com/entertainment/archive/2013/12/-em-love-actually-em-still-awful/282273/
http://www.imdb.com/title/tt0028203/mediaviewer/rm1880033280

Leave a Reply

1 comment

  1. Ömer Furkan Parmak

    Yazı gerçekten güzel olmuş. Filmler ve dizilerden etkilenmemek mümkün değil malesef. Ancak bu şekilde aydınlatıcı yazılara gerçekten ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Çok yerinde tespitler yapılmış. Özellikle filmden alıntıladığın şu cümle her şeyi özetliyor: “eğer kariyerini bırakıp peşimden başka bir şehre taşınırsan başta çok mutlu oluruz ama sonra, bunun için benden nefret edersin”. Duygusal olmak insanların hoşuna gidiyor ama sağduyuyu hiçbir zaman tamamen terk etmemek gerekir. Bu güzel yazı için ellerine sağlık sayın editörüm.