Bilimin yaşamla ilgili anlatabileceklerinin de bir sınırı olmak zorunda hayli muhtemel. Modern zamanların nükleer enerji, genetik bilimi, kuantum modelleri gibi bilimsel çığırları, insanları bu kuramlar, teoriler, gerçekler, yanlışlanabilir gerçekler (siz hangisini kullanmak isterseniz şahsen ben farklı ağızlardan tamamını duydum) üzerine düşünmeye, çıkarımlarını sorgulamaya itmedi mi? Yoksa bu muazzam bilgi ağı, bilim insanlarına sorgusuz güvenmeye mi zorladı insanları? Felsefe gerçekten bilimin sahasından çekilmiş olabilir mi?  Sunacağım bu yazı bu sorulara beraber cevap arayacağımız bir yazı dizisinin başlangıcı olacaktır.

 

 

En baştan başlayalım. İnsanların bilime, doğa felsefesi dedikleri bir dönemden… Yani felsefenin arka plana atılmadığı, entelektüel bilgi için kullanılan en önemli araç olduğu dönemlere. Bu konu üzerine fikir beyan ederken, Miletli Thales’den (MÖ 624-MÖ545) bahsetmemek anlamsız olacaktır. Presokratik dönemin en büyük filozoflarından biri olmakla beraber pek çok filozofu yetiştirecek Milet okulunun da kurucusu olan bu önemli kişi matematik, astronomi gibi alanlarda kayda değer katkı sağlamıştır. Güneş tutulmasını tahmin etmiş, gündönümlerini belirlemiş, bir piramidin boyunu gölgesine bakarak ölçecek derecede matematik geliştirmiştir. Özetle Thales antik Yunan’ın 7 bilgesi (Solon, Bias, Khilion, Kleobulos, Periandros, Pittakos) arasındadır.

Temel de doğa felsefesi yüce bir cevap arayan felsefenin dayandığı bir sütundur. Bu bağlamda onu etiğin (ahlak felsefesi), epistemolojinin (bilgi felsefesi), estetiğin (sanat felsefesi) bir kardeşi olarak görebiliriz. Konumuza dönecek olursak, Thales’in doğa felsefesi dediği kavram ile bugün bilim dediğimiz kavram arasındaki fark nedir? Aslında bu konuyu ortaklıklar ve farklılıklar olarak ele almak daha mantıklı olacaktır. En bariz ortak noktaya odaklanacak olursak karşılaşacağımız kavram insanın varoluşundan bugüne sahip olduğu gözlem yetisi olacaktır. Bilimden önce gözlem vardı. Bu her zaman böyleydi. Thales’de kendi çıkarımlarını yaparken gözlem yaptı, modern bilim de gözlem yaptı. Thales doğayı inceledi. Kaynağı bulmaya, canlıların ve maddenin neyden yapıldığına ulaşmaya çalıştı. Çıkarımlarını yaparken gözlemlerine dayandı. Element kavramını ortaya attı. Modern bilimin ise çok daha küçük ya da çok daha uzaktaki fenomenleri incelediği için gözlem yolları biraz farklıydı. Gözün göremeyeceğini görebilmek için ya da hiç gidilemeyecek yerden bilgi almak için sofistike teknolojiyi kullandı. Daha küçüğe inebilmek için yeni teknoloji üretti. Daha uzaktan veri alabilmek için görmek gibi basit bir duyudan daha fazlasını kullandı. Elindeki veriyi işleyip bir çıkarım yapmaya çalıştı. Fakat sonuçta bütün bu uğraş, görülemeyeni görmek için yapılan muazzam çabaydı. Modern bilim de gözlem olmadan bir şey elde edemeyeceğini biliyordu.

Farklarına gelecek olursak burada karşımıza metot problemi çıkar. Doğa felsefesinin metodunda bilimin vazgeçilmezi olan deney kavramı yoktur. Antik yunanın doğa felsefesi fenomenlere, varsayımlar ve teoriler üzerinden yaklaşır. Asla bir hipotez yazıp onu test etme ihtiyacı duymaz. Örnek vermek gerekirse Thales, su içmeden hayatta kalınamayacağı gözlemini yapıp, hayatın kaynağının (arkhe) su olduğunu söyler ama bu çıkarımı yaparken bir deneye dayanmaz. Doğa felsefesinin ikna aracı deneysel sonuçlar değil, akli mantıktır. Bir element olarak su hem sıvı, hem katı, hem de gaz olarak bulunabilmektedir. Öyleyse suyun bütün maddelerin kökeni olmasında bir sakınca yoktur. Öyle olmalıdır. Akıl yürütme mantıksal açıdan savunulabilir duruyor ancak hiçbir deneysel veriye dayanmıyor. Bu yaklaşım, bazı problemlere yol açıyor. Akli mantıkla çelişmeyen pek çok varsayım ortaya atılabilir ve hangisinin doğru olduğunu söylemek oldukça zor olur (bilimin doğru olabilirliği ileri ki yazılarda tartışılacak). Nitekim, Thales’in öğrencisi Anaximandros maddenin kaynağı olarak aperion’u (hiçbir duyusal maddeyle özdeş olmayan belirsiz ve sınırsız bir varlık) gösterir, Anaximenes kaynağın hava olduğunu iddia eder, Heraklitos ateş olduğunu söyler, Leucıppus ve öğrencisi Demokritus ise modern modele en yakın olan bölünemez ve yok edilemez en küçük parça fikrine dayanırlar. Hepsi de mantıki yönden kuvvetli argümanlara sahiptir ama hiçbirinin ciddi deneysel verisi yoktur.

Konuyu daha iyi anlayabilmek için yukarıda bahsi geçen filozoflardan bir tanesini ele alalım ve onun Thales’in maddenin kaynağı su düşüncesini nasıl akılla çelişmeden çürüttüğünü inceleyelim. Thales’in öğrencisi ve dostu Anaksimandros, bütün maddenin kaynağı olarak su tezinin yetersiz olduğunu iddia eder çünkü su nicelik bakımından sınırlı, nitelik bakımından belirlidir. Su, niteliksel olarak çatışma ve savaşlarını açıklamak zorunda olduğumuz bir kavram olduğundan, karşıtlarının nasıl onun varlığından türediği bir problemdir. Doğum ve ölüm, büyüme ve küçülme gibi karşıtlıklar bir öğenin sınırlarını diğerinin aleyhinde genişletmesinin bir sonucu olarak var olmuştur. Öyleyse ıslak ve soğuk nitelikleriyle genişleyen suyun varlığından nasıl olur da kuru ve sıcak varlıklar türeyebilir. Suyun niteliksel problemlerini aşsak dahi, niceliksel sınırlılığı yine varlığın temeli olmasını engeller. Su gibi niceliksel olarak sınırlı bir maddeden, sınırsız bir evren var olamaz. Öyleyse ilk varlık (arkhe) su olamaz. Buna alternatif olarak Anaksimandros, sonsuz sayıda evrenin var olduğunu öne sürüp, bunu oluşturacak sonsuz sayıda madde olması gerektiğini ileri sürer. Öyleyse ona göre evrenin ilk maddesi nitelik bakımından belirsiz, nicelik bakımından sınırsız olmalıdır. Bu bağlamda ona özdeş olmayan belirsiz bir varlık, soyut bir ilke anlamında aperion adını verir. Görüldüğü üzere metot tamamıyla akıl yürütme ve gözlem üzerinden ilerler ama hipotez ve deneylere dayanmaz.

Öyleyse bu yazıda kısaca doğa felsefesiyle, modern bilimin arasındaki benzerliklere ve farklılıklara göz attık. Bununla birlikte dikkat edilmesi gereken başka bir nokta da doğa felsefesi kavramının hemen kaybolmamış olduğudur. Sir Isaac Newton’un en önemli kitabının başlığı Doğa Felsefesinin Matematiksel İlkeleridir. Öyleyse doğa felsefesi kavramı 2000 yıldan daha uzun bir süre varlığını sürdürmüştür. Peki aynı mı kalmıştır? Kesinlikle hayır. Aslında insanlığın bilime ulaşmasında ki macerayı incelerken doğa felsefesi kavramının nasıl değiştiği de araştırılmalıdır. Yükselen medeniyetlerin onun kavramına kattığı zenginlikler ve yeni metotlar araştırılmalıdır. Bilimi, insanoğlunun bilgiye açlığın serüvenini, bilginin değişimi perspektifinden incelemekten daha heyecan verici ne olabilir… Antik yunanın bilgiye yüklediği anlam, İslam medeniyetinin bilgiye yüklediği anlam, Rönesans sonrası Avrupa’nın bilgiye yüklediği anlam ve modern insanın bilgiye yüklediği anlam… Bütün bu medeniyetlerin katkılarıyla gerçekleşen gelişim ve değişimi incelemek çok yüce bir amaçtır hiç şüphesiz ve geleceğe dair tahminlerde bulunmak da tarif edilemez bir heyecan barındırmaktadır. İşte bu yazı dizisinde biz de bu heyecanın biraz olsun yakalamak için bir yola çıkacağız. Amacımıza ulaşmayı canı gönülden arzuluyorum.

Kaynak:

  • Gareth Southwell-50 philosophy of science ideas
  • Ahmet Cevizci-Felsefe Tarihi

Görsel Kaynak

  • http://mtbm.bornova.bel.tr/index.php/bilim-tarihi-ve-felsefesi-kulubu/
  • http://www.iep.utm.edu/thales/
  • http://dusunbil.com/miletli-anaksimandros-ve-her-seyin-kokeni-hakkindaki-felsefesi/

Leave a Reply