“Tanrı, Marx ve John Lenon, hepsi ölmüştü. Karnımız açtı ve bu yüzden suç işleyecektik.”
Murakami’nin klasik sürrealist tarzında yazdığı “Fırın Saldırısı”, kısa bir öykü olmasına rağmen yazar pek çok farklı detaya yer veriyor ve aslında düz ve boş karakterleriyle yazdığı öykünün sadece tuhaf bir ayna olmasını sağlıyor. Bu aynada neleri görüyoruz peki?
Anlamı ve amacı kaybetmiş insanların suça yönelmesi doğal mıdır? Bir ismi olmayan kahramanımız ve arkadaşı, korkunç bir açlık çekmektedir. Birlikte bir fırına saldırmaya karar verirler. Fırına gidince fırın sahibine niyetlerini açıkça söylerler; paraları yoktur ve ekmek çalmaya gelmişlerdir. Fırın sahibi onlara başka bir teklifle gelir. Eğer kendisinin dinlemekte olduğu Wagner albümünü onunla birlikte sonuna kadar dinlerlerse istedikleri fırından istedikleri kadar ekmek verecektir onlara. Dinlerler, karınlarını doyururlar ve giderler. Doymuşlardır doymasına ama kahramanımız Wagner ile tanışmış ve içine düştüğü anlamsal boşluktan kurtulmuştur. Hayal gücü o noktadan sonra yeniden çalışmaya başlamış belki dine belki eğitime belki de ikisine birden kendini vererek hayatını düzene sokmuştur. O fırın saldırısı iki arkadaşın arasını açmış, fakat en azından birine yaşamak için bir yön vermiştir. Kahramanımızın ilk fırın soygunundan sonra bir hukukçu olması ise ayrı bir ironidir.
Aradan yıllar geçmiş, kahramanımız evlenmiştir. Yeni evli çiftin gecenin bir yarısı açlıktan uyanmasıyla başlar “ikinci fırın saldırısı”. Karısının hayatında yaşamadığı bir açlıktır bu. Ve evde bira ve soğan dışında yiyecek bir şey yoktur. Bu açlık kahramanımıza geçmişte arkadaşıyla yaşadığı açlığı ve fırın saldırısını hatırlatır. O saldırıdan sonra hayatı düzene girmiş, okulunu bitirmiş, iş sahibi olmuş ve evlenmiştir. Karısına bu hikâyeyi anlatır. Karısı o saldırının tamamlanmamış olarak kalması sonucu lanetlenmiş olduğunu söyler kocasına. Laneti ancak bir kez daha fırın soyarak kaldırılabileceklerini düşünür. Ancak küçük bir sıkıntı vardır; gecenin o saatinde hiçbir fırın açık değildir. Böylece McDonald’s soygunu gerçekleşir.
“Karıma fırın saldırısından söz etmiş olmam doğru bir seçim miydi, hala emin değilim. Muhtemelen bu, doğru ya da yanlış olarak değerlendirilebilecek bir olay değildi. Diğer bir deyişle dünyada doğru sonuçlara neden olacak yanlış seçimler olduğu gibi, yanlış sonuçlara neden olacak doğru seçimler de vardır.”
Kahramanımız saldırıya aşırı hazırlıklı olan karısını şaşkınlıkla takip eder, karısı her şeyi ayarlamıştır ve bu işte çok profesyonel gözükmektedir. İki haftalık evli çift bu olayla aslında evliliğin garip doğasıyla karşı karşıya gelirler. Hayat müşterektir. Ama kiminle müşterektir? Seçimlerimiz bizi anlamsızlıktan kurtarabildiği gibi daha derine de itebilir. “Fırın saldırısı”nda her iki saldırının kahramanı için huzur verici ve olumlu sonuçlar doğuyor. Her iki saldırı da rahatlama ve sakinleşme getiriyor. Suça meyilli olmakla mı açıklanmalı bu durum, yoksa daha mı sembolik bir açıklaması var?
Bence bu iki kısımlık öyküde asıl görmemiz gereken; seçimler ve seçimlerin bizi nereye sürüklediği. Açlık ile kastedilenin anlamsal bir boşluk, yani varoluşsal bir açlık olduğunu düşünüyorum. Kahramanımızın büyük seçimlerinin ardında düştüğü derin bir kuyu bu açlık. Kariyerine adım atmayı reddettiğinde, inanacak bir şey bulamadığında düştüğü ve Wagner sayesinde kurtulduğu ve yıllar sonra evlendikten sonra içine düştüğü ve McDonald’s sayesinde kurtulduğu bir açlık…
İşte tutulan ayna da bu, siz aynada ne görüyorsunuz?
Karnınız aç mı?
Bu öykünün bir de kısa filmi mevcut şöyle de bir komik sahnesi var:
Murakami’nin Diğer Öyküleri Hakkında:
http://gazetebilkent.com/2017/02/18/haruki-murakamiden-tuhaf-kutuphane-ve-osmanlida-vergi-tahsili/
http://gazetebilkent.com/2016/02/09/haruki-murakamiden-uyku-ve-uzay-maymunlari/