Aydınlanma’dan bu güne insanın çevresini okumasındaki en köklü değişim, açıklamalarını doğaüstünden doğaya indirmesi olmuştur. Evrende olan bitenin faili olarak evren dışı bir güç arayışından vazgeçilmiş ve evrendeki olayların en makul açıklayıcısının yine evrenin kendisi olduğuna karar verilmiştir. Yeni olan bu paradigma, kısa sürede peş peşe meyveler vermeye başlamış, bilimsel gelişmelerdeki hız artmıştır. Artık günümüzde, içilen suyun atomik yapısı, kullanılan hijyenik maddenin nasıl temizlediği, elektrik yüklerinden akım üretilmesi, depremlerin ve volkanik patlamaların sebepleri, gelecek günlerin hava durumu ve daha birçok şey rahatlıkla bilinmektedir. Toplumun her kesimi tarafından, bilimsel bilgilere ve teknolojik gelişmelere güvenilmektedir ve teknoloji kesintisiz bir biçimde kullanılmaktadır.
Teknoloji aracığıyla da olsa bilim, insan hayatına bu kadar hâkimken rasyonel ve deneysel olmayan inanç doktrinleriyle çatıştığında, iman eden insanlarda ciddi bir bilim eleştirisi görülmektedir. Bilimin nimetlerinden şuursuzca faydalanırken işlemeyen bu tenkit mekanizması, inanç akideleri veyahut dini meselelerdeki itilaflı konularda aksi bir görüş beyan edilirse hemen devreye girmektedir. Bilimin nimeti olan kamera, video montaj, internet gibi birçok vasıta kullanılarak irrasyonel, bilimin ilgi alanı içinde olmayacak düzeyde reddiyeler yapılmaktadır. Gayet acemi bakış açılarıyla bilim felsefesi konularında nutuk atılmakta, bilimsel teorinin yanlışlanabilirliğinden bilim dünyasında neshedilen birçok teoriye dek birçok konuyla bilimsel bilginin güvenilirliği sarsılmak istenmektedir. Kan tahlili yaptırırken akla getirilmeyen sorular, aynı yöntem ortak ata belirlenmesindeki DNA analizinde kullanıldığında sansasyonel bir biçimde beyin yıkamada kullanılmaktadır. Paleontolojinin sağladığı balık fosillerine itiraz edilmezken, insan fosillerine ve özellikle tarihlendirmelerine karşı yüksek ve amatör sesler duyulmaktadır.
Bu yazıda müellifin vurgulayacağı mevzu, aslında bilim-karşıtı zihinlerin kendi iç tutarlılıklarını sağlayamaması ve bilimin az ya da çok her insana mürşitliğini/yol göstericiliğini içgüdüsel de olsa dayatması olacaktır. Her şeyden önce bu dayatma, çağın ruhunun bir zorunluluğudur. Fikirlerinin büyük bir kısmına ehemmiyet verilen Comte, insan zihninin geçirdiği aşamaları üçe ayırmıştır: teolojik aşama, metafizik aşama,pozitivist aşama. Aşağı yukarı kabul edilebilecek bu üç aşamadan yola çıkarak denilebilir ki bir insan ne kadar mistik olduğunu söylerse söylesin, son asırda bilimi inançlarından pratikte önde tutmaktadır. Örnekle açılacak olursa, insanlığın teolojik evresinde hastalanan biri bunu ilahi bir gazap olarak yorumlayarak dinle ilgili yapılara başvururken, çağdaş insanın ilk yapacağı iş hastaneye gitmek olacaktır. Başka bir örnek, zihin dünyasında birçok metafizik karakterle yaşayan bir mistik bile uçağa binerken “ya uçağı kötü cinler düşürürse?” tarzı bir evhama kapılmamakta, buzdolabına su koyduğunda soğuması için dua etmemekte, yumurtanın birdenbire tavuk olacağına inanmamakta, ne kadar dua ederse etsin uçamayacağını bilmekte, aracıyla yolda giderken olağandışı bir delik tarafından yutulma tehlikesini kafasına takmamaktadır. Yani, içgüdüsel olarak sebeplilik ilkesine teslim olmuştur. Bilim, 21. asırda insanların bütün hayatlarında, bilinçli ya da bilinçsiz tek mürşit haline gelmiştir.
Teknoloji ve dolayısıyla bilimin insan hayatına bu kadar nüfuz etmesi, tek tek insanları da bütün olarak toplumları da Comte’un pozitivist aşamasına dahil olmaya zorlamıştır. İnsan yaşamında aşırılıklar (ölümcül hastalık, ölüm tehdidi, yoksulluk, acziyet, cehalet vb.) dışında mistik açıklamalara ihtiyaç duyulmamakta, bilimin sebep-sonuç ilkesi bağlamında izahlar geliştirilmektedir. Bilim, teknolojiyle birlikte zihniyetleri de geliştirmeye devam etmektedir.