Bir ülkenin istihdam gücünü, alım gücünü ve bunlara bağlı olarak refah seviyesini artırmasını, yani gelişmesini sağlaması için büyümeye ihtiyaç duyar. Tabi bu oranın gelişmekte olan ülkelerde, ekonomisi oturmuş, refah seviyesi yüksek olan gelişmiş ülkelere nazaran daha yüksek olması beklenmekte ve gerekmektedir. Dolayısıyla, gelişmekte olan ve gelişmiş ülkelerin büyümesine katkı sağlayacak öğelerin de payı farklılık göstermektedir. Gelişim adına her gerekliliği yerine getirmiş, Japonya, ABD, Almanya gibi ülkelerin, gelişmek için teknolojisini ileri taşımaktan başka çaresi bulunmuyor diyebiliriz. Ancak bizim gibi gelişmesini daha tamamlayamamış ülkeler için, eğitim seviyesini artırmak, altyapı oluşturmak, sanayisini geliştirmek gibi atılması gereken daha birçok adım bulunmakta. Bu gelişimlerin yolu da tabi ki yatırım yapmaktan geçiyor. Tasarruf, en sade anlamıyla para biriktirebilme yeteneğidir. Daha açıklayıcı anlamıyla, kişinin veya kurumların, ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra, gelirinden arta kalan kısımdır. İşte bu elde kalan kısım, yani tasarruflarımız, yatırımın en önemli kaynağıdır. Makroekonomik açıdan yatırım-tasarruf ilişkisi, bir ülkenin büyümesinde en önemli etkenlerden biridir. Türkiye’de tasarruf oranlarına baktığımızda son 20 yılda ciddi bir azalma görebiliriz. 1998 yılında %25.7 olan oran, 2013 yılsonu rakamlarına göre %12.7’ye kadar geriledi. Bu oranla Türkiye, gelişmekte olan ülkeler arasında son sırada bulunuyor. Aynı zaman dilimi içinde, tasarruf oranlarında ise tam tersine bir artış söz konusu oldu. Değerlere bakacak olursak, 2012 yılında toplam yurtiçi tasarruflarımız %13.3 iken, toplam yurtiçi yatırımlarımız %22.4 olarak gözüküyor. Toplam yatırım miktarı ise 288 milyar TL ve tasarruflarımız bunun ancak 170 milyar TL’lik kısmını karşılayabiliyor. 118 milyar TL’lik kısmı, yabancı yatırımcılar tarafından ülkemize yapılan yatırım olarak karşımıza çıkıyor. Kısa vadeli düşünüldüğünde kabul edilebilir bir ekonomik hareket olsa da, bunu sonsuza dek sürdürmek imkansız. Yani, dış yatırımların oranının bu denli yüksek olması, uzun vadede güvenilir bir liman olarak durmuyor. Zaten, büyüme rakamlarımızdaki istikrarsızlığın temelinde de, dış yatırımcının tavrı yatıyor. İç tasarrufları yetmeyen ülkelerde uygulanabilecek 3 farklı yol gözüküyor. Yatırımları düşürmek, dolayısıyla büyüme oranını düşürmek. Türkiye’nin hızla artan nüfusunu ve yaş ortalamasının artacağını düşünürsek, işsizlik oranlarının yükselmemesi ve refah seviyesini düşürmemek adına bu yol uzun vadeli bir çözüm olarak gözükmüyor. İkinci yol ise şu an yaptığımız gibi, yatırımları karşılayacak seviyede olmayan iç tasarruflar nedeniyle dış yatırımcıya bel bağlamak. Ancak yukarıda da belirttiğim gibi bu da ülkenin ileriyi net görebilmesi adına uzun vadede iyi bir çözüm olarak durmuyor. Asıl izlenmesi gereken yol ise tasarruf oranlarını artırmaktan geçiyor. Türkiye’de tasarruf oranlarının düşmesinin sebeplerinin başında, hane halkı tasarruflarının düşmesi ve kredi kartı kullanımındaki bilinçsizlik nedeniyle aşırı borçlanma geliyor. 2004 yılında 19.1 milyar TL olan hane halkı borcu, 2011 yılında 206.3 milyar TL seviyesine çıkmış. Bu borç yükümlülüklerinin varlıklara oranı ise %9.5’ten %40.1’e yükselmiş. Tüketici kredileri ise, 12.8 milyar TL’den 171.6 milyar TL seviyesine kadar yükselmiş. Kredi kartı kullanımının milli gelire oranı ise 2002’de %2 seviyesinde iken, günümüzde %20’ye kadar yaklaşmış durumda. 2012 yılı verilerine göre, tüketim harcamalarının toplamının GSYH’ya oranı ise %70.1 ve bu oranla dünyada 5. sıradayız. Bankaların kredi kartı dağıtmak için yarıştığı, kişilere gelirinin çok üstünde kullanım limiti verdiği, düşük veya sıfır faiz oranlarıyla bol taksit imkanları sunduğu ve bunlara bağlı olarak insanları bilinçsiz harcamaya yönelttiği bir devirde, tasarruf oranlarını artırmak ve dış yatırımcıya ihtiyaç duymamak ne kadar mümkün duruyor bilmiyorum. Üretim olarak ihtiyaçlarımızı karşılayamamamıza ve ithalata bu kadar bağımlı olmamıza rağmen bu kadar tüketim çılgınlığı içinde olmamızın ve tasarruf oranlarımızın düşük olmasının, ekonomimize büyük sıkıntılar yaşatacağını ve yaşattığını görebiliriz. Cari açığımızın yüksek seviyede olması da bunun göstergesi diyebiliriz. Tasarruf oranlarımızı artırmak ve yatırımlarımızı daha sağlam temellere dayandırmak için, yukarıda bahsettiğim tüketim çılgınlığına dur dememiz gerekiyor. Kredi kartı kullanımını, gelir-limit oranı, taksit kısıtlaması gibi , tüketimi kontrol edici düzenlemelerin getirilmesi, tüketimi kontrol adına olumlu yaptırımlar olarak göze çarpıyor. Ancak, kişilerin emlak veya otomobil alımı gibi uzun vadeli borçlara sebep olan,önce al sonra öde harcamalarının önüne hala geçilmedi. Bu harcamalar, bireylerin bugün ki gelirinden öte gelecekteki gelirlerine de kilit vurması, tasarrufları azaltan sebeplerden. Bunlara ek olarak, bizim bireysel olarak , daha bilinçli davranarak enerjiden, zamandan ve tüketim harcamalarından tasarruf ederek , bugünün tüketimine değil, yarının ihtiyaçlarına daha çok önem veren bir toplum haline gelmemize katkı sağlayabiliriz.