İktisadi Fikir Savaşı: Kontrolcüler vs. Özgürlükçüler

Bir ülkenin ve hatta dünyanın ekonomik olarak nasıl yönetileceği konusu hala gündemi elinde tutuyor çünkü bakıldığında insana refah sağlayan sadece kazanılan toprak değil para da oluyor, insanların tükettiği mallar ve miktarları da bir hayli önem kazanıyor. Bu refah arayışı da şu soruyu doğuruyor: İktisadi yönetimde hükümetin elinden kaçmak mümkün mü, kaçılmalı mı yoksa teslim mi olunmalı? Alanında çok başarılı iki iktisatçı: John Maynard Keynes (1883-1946) ve Friedrich August von Hayek (1899-1992), 20. Yüzyıl boyunca bu soruya iki farklı yoldan cevap arıyor. Kazanan ise dönemden döneme değişiyor. 

Bu dünya nasıl ki kanlı savaşlardan geçtiyse ekonomik savaşlardan da nasibini aldı ve böylece sadece silah tutan değil kalem tutan da kazandı. Her şeyin bir çekişmesi olduğu gibi fikirler de yarıştı.

İktisadi düşünce tarihi ile az buçuk ilgilenen biri çok kıymetli İngiliz Keynes’in adını mutlaka duymuştur. Keynes, fikirleri ve politikalarıyla Amerika Birleşik Devletleri’ni 1930’lu yıllarda gerçekleşen Büyük Buhran’dan kurtarmıştır ve bu hareketiyle birçok ülkeye ekonomik planları konusunda ilham olmuştur. Peki ama nasıl? Bu soruyu cevap bulmadan önce Büyük Buhran’ın neden ve nasıl gerçekleştiğini biraz inceleyelim. 

1920’ler, Amerika’da şanlı yıllar olarak adlandırılıyordu çünkü I. Dünya Savaşı’ndan yeni çıkılmıştı, herkes mutlu ve refah içindeydi. Danslar ediliyor, filmler çekiliyor, kutlamalar yapılıyordu. Bu dönemin asıl can alıcı olayı ise hisse senedi piyasasındaki delicesine ama altı boş yükselişti. Başka bir deyişle insanlar üretimden çok bu piyasadan gelir sağlıyordu. Öyle ki halk yüksek krediler çekip bu marketteki amansız yükselişten faydalanmak için sıralara giriyordu. Bu piyasaya o dönem için altı boş diyorum çünkü Kara Perşembe olarak adlandırılan bir günde, 24 Ekim 1929, tüm bu piyasaya çöktü ve Amerikan halkı yaşanılanların tam zıttı olan sefalet ve fakirlikle karşılaştı. O hafta içinde herkes panikle bankalara koştu, gece gündüz kapılarında bekledi, bankada bulunan paralarını çekmek istedi ve böylece 1929’dan sonra Amerika’da neredeyse bankaların yarısı iflas etti. Ortada para yoktu, üretim yoktu, aş hiç yoktu. Tahmin edersiniz ki bu durum büyük bir işsizlik problemini de ortaya çıkarttı.

Kara Perşembe Sonrası Banka Paniği

Keynes tam bu noktada o parlak fikrini sundu: Hükümet hemen harcama yapsın! Yani ipler hükümete verilmeliydi. Keynes’in teorisine göre hükümet kötü zamanlarda yani ekonomik bunalım ve durgunluklarda harcamayı arttırmalı ve bütçe açığıyla karşı karşıya kalmalıydı. Sonuç olarak işsizlik azalacaktı. İyi zamanlarda yani ekonomi yükselişe geçtiğinde ise harcamayı azaltmalı hatta kesmeli ki cari hesap fazlası ortaya çıksın. Böylece ülke ekonomisi genel anlamda stabil kalacak, belli bir refah seviyesi her zaman sürdürülecekti fakat bu hükümet harcamaları politikasının bir dezavantajı vardı: Enflasyon yani fiyatların artmasıyla karşı karşıya kalmak.  Ne zaman hükümet harcamayı arttırsa işsizlik azalsa bile enflasyon yükseliyordu fakat Keynes’e göre işsizlik azaldığı sürece az miktarda artan enflasyonun bir zararı yoktu. ABD 1930’larda bu politikayı uygulayarak azıcık enflasyonla karşılaşsa bile yüksek işsizlik oranıyla vedalaştı ve o eski refah içindeki yılları tekrar yaşamaya odaklandı.  Amerika’nın belini doğrulttuğunu gören Almanya gibi ülkeler de Keynes’in teorisini takip ederek yaşadıkları durgunluklardan kurtuldu ve tüm dünya, o kanlı savaşlardan sonra ilaç gibi gelen belli bir refah seviyesinin tadını çıkarmaya başladı. Bu dönem için de iktisadi fikir savaşının galibi John Maynard Keynes oldu, ta ki 1970’lere kadar…

Tüm bu olaylar olurken Keynes’in sosyal hayatta arkadaşı, akademik dünyada rakibi saygıdeğer Avusturyalı Hayek yerinde duramıyordu. Hayek’e göre hükümetin bu denli regülasyon yapması özgürlüğe ve demokrasiye aykırıydı. Serbest piyasa sistemi izlenmeliydi, hükümet iktisadi anlamda hiçbir şeye karışmamalıydı. Böylece piyasa zamanla tüm sorunlarını kendi kendine halledebilecekti. Tabii ki savaş dönemi ve sonrasında Hayek’in sözünü dinleyen yoktu çünkü hiçbir ülkenin piyasayı kendi haline bırakıp düzelmesini bekleyecek kadar lüksü yoktu. Bu nedenle ilk başta Hayek, Keynes’le olan rekabette geriden gelen taraftı fakat sonrasında devir değişti ve yine dünya büyük ekonomik sorunlarla karşı karşıya kalmaya başladı. Amerika, yaşadığı otuz yıllık rahatlıktan sonra 1970’li yıllarda, durum tam tersine döndü çünkü Keynes’in ön göremediği bir durum ortaya çıktı: stagflasyon yani durgunluk içinde enflasyon. Başka bir deyişle hem işsizliğin hem enflasyonun aynı anda yükselmesi. Keynes’e göre bu iki ekonomik değerin aynı anda yüksek bir şekilde görülmesi pek mümkün değildi. Bu nedenle hükümetin iktisadi olaylara karşı tutunduğu kontrolcülük yavaş yavaş etkisini İngiltere gibi bazı ülkelerde kaybetmeye başladı. Öyle ki eski Birleşik Krallık başbakanı Margaret Thatcher’ın kütüphanesinde Hayek’in Özgürlüğün AnayasasıKölelik Yolu gibi kitapları görülüyordu ve İngiltere, Thatcher’ın yönetimiyle özlediği o rahatlığa tekrar kavuşmaya başlıyordu. Aynı şekilde eski ABD başkanı Donald Reagan da Hayek’in yolundan gitmeye başladı ve ekonomide devlet kontrolünü azaltan politikalar getirdi ve ABD de 1970’lerde yaşadığı ekonomik durgunluğun 80’li yıllarda Hayek’in izinden giden Reagan’la üstesinden gelmeyi başarmıştı. Yeni kazanın Hayek olduğu 1974 yılında kendisine verilen Ekonomi Nobel ödülüyle de kesinleşmiş oldu.

Hayek ve Keynes

20. Yüzyıla şöyle bir bakıldığında ekonomide hükümet kontrolünün zamanla değiştiği görülebilir. 20. Yüzyılın ortalarında hükümet tarafından iktisat alanında daha muhafazakar ve kontrolcü politikalar uygulanırken 20. Yüzyılın başında ve sonunda hükümetin yaptığı ekonomik planlar çok da revaçta değildi, daha çok piyasaya alan verilerek piyasanın kendi kendini onarması beklendi. Şu anda ise ABD gibi ülkeler serbest piyasa ekonomisi izlerken Çin gibi Asya ülkeleri daha kontrolcü politikaları takip ediyor. Bu nedenle 20. Yüzyılda başlayan makroekonomi furyası hız kesmeden hala devam ediyor. 

Kaynakça

Cran, William, Michael Sullivan, David O. Stiers, and Daniel Yergin. Commanding Heights: The Battle for the World Economy. Boston: WGBH Boston Video, 2002.  https://www.youtube.com/watch?v=gfRTpoYpHfw

Leave a Reply