Spor, birçok kişi için hem yapması hem de izlemesi zevkli bir aktivitedir. Kuralları basit temellere dayalı olmasına rağmen, rekabetin değiştiği ve farklı oyuncuların dönem dönem parlaması ile heyecanını diri tutmaktadır. Yine de sporu eğlenceli bulmayan birinden “Yirmi küsür kişinin bir topun peşinden koşması neden bu kadar ilgi çekiyor?” gibi sorular duymak olasıdır. Sporun seyircilerde ve oyuncularda adrenalin seviyesini arttırmasına rağmen coşkulu duygular spora olan ilgiyi açıklamakta yetersiz kalmaktadır.
Sporun uyandırdığı duyguların uyandırılma amacı ve bu duyguların nasıl kullanıldığı, spora duyulan ilginin sebeplerine yönelik farklı bir bakış açısı sunabilir. Şu anda son kitabının film uyarlamasıyla gündemde olan ve ortaokul-lise yıllarımda en sevdiğim kitap serisi olan Açlık Oyunları, Gladyatör dövüşlerinin Roma İmparatorluğu dönemindeki savaş ve ekonomik kriz dönemlerinde halkın Roma İmparatorluğu’na olan inancını canlı tutmak ve zorlu koşulların stresinden vatandaşları uzak tutmak için kullanılmasını alaya almıştır. Gladyatör dövüşlerinin en rahatsız edici yönlerini abartarak yeni bir kurgu oluşturan ve bu dövüşler için harcanan devasa paranın absürtlüğünü okuyucuya sunan seri, o zamanlar aklıma şu soruları getirmişti: Spor faaliyetlerine zaman ve bütçe ayırmaya gerçekten gerek var mıydı? Bireyler ve toplumlar sosyal sorunları çözmek için tüm dikkatlerini verse hem bireyler hem de devletler için daha verimli sonuçlar yaratılamaz mı?
Bu soruların cevabı ise, eğer spor sadece bir devlet propagandası olarak kullanılıyor ise, “Evet, spora bu kadar bütçe harcanması verimsizdir.” olarak verilebilirdi, çünkü devletlerin yüklü bütçeleri spor yerine eğitim, sağlık ve savunma masraflarına ayırması devletlerin gücüne daha fazla katkı sağlayacaktır. Öte yandan, günümüz koşullarının Roma İmparatorluğu’ndan çok farklı olduğunu, dünyada farklı ekonomik modellerin ve kalkınmaya karşı çeşitli bakış açıları olduğunu da göz ardı edilmemesi gerekir. Değişen dinamikler, sporun farklı kullanım araçlarını da doğurmuştur. Bruce Kidd’e göre spor, Afrika’da kalkınma için kullanılmış bir yöntemdir. Zimbabweli lise öğrencilerinin spora teşvik edilmesi, gençlerin okula devamlılık oranını anlamlı ölçüde yükseltmiştir. Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği’nin sporu barışı ve kalkınmayı teşvik etmek için ülkelerin stratejilerine entegre edilmesini tavsiye ettiği rapor sonrası gençlerin spor yapması, Afrika ülkelerinde HIV/AIDS vakalarının düşürülmesine yönelik kalkınma projelerinde yer bulmaya başlamıştır. Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği’nin bu raporu ile sporun insani sebepler için bir politika aracı olarak kullanılması resmiyet kazanmıştır.
Sporun farklı projelerde nasıl bu kadar etkili bir şekilde yer bulabiliyor oluşu da şaşırtıcı bir durum olarak görülebilir. Öte yandan, sporun günümüzde kalkınma projelerinde yer bulabiliyor olması ve izleyicilerde heyecan duygusunu arttırması, sporun çok eskiden kalan bir tanımında birleşiyor olabilir: Sporun bir ritüel olması. Susan Birrell’e göre sporun ritüelliği, son 200-250 yılda dinle olan bağını koparmıştır. Öte yandan, “ritüellik”, en temel özelliklerini hala korumaktadır: sporun bireylerde ideal davranışları özendirerek bir motivasyon yaratması, cesaret ve disiplin gibi değerleri bireylerin içselleştirmesini sağlaması ve bireylerin ait olduğu topluluklara olan bağını arttırarak birlik duygusunu pekiştirmesi. Bir diğer deyişle, değişen siyasi, sosyal ve ekonomik yapıya rağmen sporun itici gücünü koruması, sporun yeni anlamlar ve amaçlar kazanmasına olanak sağlamıştır.
Sporun günümüzde ciddi görülmemesinin sporun değerini eksiltmediği kanaatindeyim. Aksine, eğlence odaklı görünen bir unsurun anlamlı hedefler için kullanılarak onları daha ulaşılabilir hale getirmesi, sporun neden hayatımızda daha da uzun yıllar yer edecek bir değer olacağını göstermektedir. Belki de “siyaset” kavramına bakış açımızı gözden geçirmeli ve başarılı sonuçların her zaman ciddiyet ile gelmek zorunda olmadığı ihtimalini de göz önünde bulundurmalıyız.
Kaynakça
https://www.huffpost.com/entry/hunger-games-movie_b_1365698
https://www.jstor.org/stable/2578440
https://www.tandfonline.com/doi/full/10.1080/17430430802019268