Piyanist ve Besteci Burçe KARACA ile Söyleşi Tadında Keyifli Bir Röportaj

*Gazete Bilkent’ten herkese merhaba. Bugün yanımda çok sevgili piyanist ve besteci Burçe Karaca var. Burçe Hanım merhaba, hoşgeldiniz. 

Hoşbulduk.

*Öncelikle bizleri kırmayıp, Gazete Bilkent ile bu röportajı gerçekleştirdiğiniz için teşekkür ederiz. 

Ne demek, ben teşekkür ederim.

*Röportajımıza klasik bir soruyla başlamak istiyoruz. Bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz? Müziğe kaç yaşınızda ve nasıl başladınız? Müziğe olan bu yeteneğiniz nasıl keşfedildi?

En zor sorudan başladık (gülüyor). İnsanın kendini anlatması biraz zor oluyor ama ben özetlemeye çalışayım. 1989 yılında Ankara’da doğdum. Besteci ve piyanistim, aslında söze bu şekilde başlamak gerekir çünkü hayatımın çok büyük bir alanını müzik kaplıyor şu anda. Müzik yolculuğum beş yaşında piyano dersleriyle başladı. Ailemin yönlendirmeleri sonucu başladım. Herhangi müziğe yatkınlığı olan bir çocukta olabildiği gibi, o çocuk oyunların içine müzik katıyor, bir şarkıyı dinlerken ritim tutuyor, şarkılara doğru notalardan veya frekanslardan şarkılara eşlik ediyor. Bende de bunu gözlemleyen ailem beni beş yaşında piyano derslerine başlatıyor. İlk derslerime Kemal Eroğlu ile başladım. Daha sonra, Sarah Ispir isminde Fransız bir öğretmenim oldu. Sonrasında Güzel Sanatlar Lisesi’nde müziğe ilk profesyonel adımımı attım. Son senemde de Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi’ nden mezun oldum. Sonra Başkent Üniversitesi Müzik Teorisi ve Kompozisyon Bölümü ve Piyano Bölümünü bitirdim. Müzik yolculuğum şu an albümler yaparak, konserler düzenleyerek ve mevcut öğrencilerime dersler vererek devam ediyor.

*Peki bize müzikle olan serüveninizden bahsedebilir misiniz? Bu serüvende başınıza gelen güzel anlardan, sizi bu işe bağlayan süreçlerden bahsedebilir misiniz?

Hiç unutmuyorum, Fransız öğretmenim bize Fransız Kültür Merkezi’nde bir konser düzenledi. Sahneye çıkmıştım, çok keyifli ve heyecanlı bir andı. O yaşa ve başladığım seviyeye göre biraz zorlayıcı bir eser çalıyordum. Dimitri Chostakovitch (Şostakoviç)’ in “La Poupée Mécanique” isimli eseriydi. Hiç unutmuyorum, ne kıyafetimi unutuyorum ne de sahnede piyanonun durduğu yeri. Hepsi gözümün önünde. Böyle şeyler tabii çok motive edici oluyor öğrenciler için: Unutamayacakları anlar oluyor. Gerek kendi performanslarımız gerek başka sanatçıları izlememiz çok motive edici. Belki de büyük şehirde yaşamanın avantajlarından birisi de bu. O motivasyonu aktif tutmak için konserleri takip etmek gerekiyor. Gidip dünyaca ünlü virtüözlerle tanışma imkanları olabiliyorsa onlarla tanışmak çok yol gösterici olabiliyor.

*Şimdi ise müzikle olan ilişkinize değinelim. Enstrüman çalmak gerçekten de büyük bir emek ve çalışma gerektiriyor. Bize çalışmalarınızdan ve genel olarak albüm süreçlerinizden biraz bahseder misiniz?

Bir enstrüman çalmak spor yapmak gibi bence: Gerçekten kendinizi adamanız gerekiyor, hayatınızın merkezinde o oluyor çünkü. Temel ihtiyaçlar dışında diğer bütün her şey onun gölgesinde kalıyor. Mesela sosyalleşme biraz daha aşağı planlarda kalabiliyor. Çünkü hep ön planda enstrümanı sıcak ve aktif tutmak, yeni bir şeyler öğrenmek, çağın gerektirdiği şekilde yeni teknikler katmak gerekiyor. Çok yönlü bir alan olduğu için de gerçekten çok zaman ve emek alıyor. Ama sevdiğiniz zaman, emek harcadığınız bir şey olmaktan öte bir hobi haline geliyor. Hoşunuza giden bir işi yapmış oluyorsunuz.

*Günde kaç saat çalışıyorsunuz?

İlk başlarda Klasik Piyano Repertuarı üzerine eğitim alırken korkunç uzun çalışma saatlerimiz vardı. Günde neredeyse 9-10 saat diyebilirim. O yaştaki bir çocuk için çok ciddi bir süre. Hatta bize dışarıda saatlerce oyun oynamak, top oynamak (ele/parmaklara zarar gelmemesi için) ve yazın çok uzun tatil yapmak yasaktı. Ailemiz ve öğretmenimiz tarafından yapılan bir çalışma planımız, çizelgemiz oluyordu, ona uymak zorundaydık. Özetle boşa vakit harcamak yoktu. Her konservatuvar öğrencisi gibi biraz ciddi bir sistemden geldim ben. Özellikle son iki buçuk yıldır besteciliğe kayınca iş, biraz daha serbest bir alan oluştu. Tabii ki yine çok zorlukları var ama senin kendi serbest alanın olduğu için, bir virtüöz, bir konser piyanisti gibi çalışmaya çok uzun zaman harcamaya ihtiyaç duymamaya başladım. Fakat yine de önceden yazılmış klasik bir eseri çalışmak istediğimde, oturup saatlerce çalışıyorum. Bestecilik yolculuğu da öyle, “Beş dakika oturayım, şunu yazıp kalkayım.” gibi olmuyor asla. Çok uzun kapandığım dönemler sonucu çıkıyor o besteler. Yine çalışmak işin en kilit noktası.

*Yazarlık ve senaristlik gibi aslında: Tamamen kapanıp kendini adamak gerekiyor anladığım kadarıyla?

Evet, öyle oluyor gerçekten çünkü öbür türlü bölünmüş oluyorsun. Aynı zamanda ilham dediğimiz şey de çok gerçek bir şey. Her an senin omzunda gezmiyor o ilham perileri (gülüyor). Zaten bu yüzden sanatçılar hep belli dönemlerde kendilerini kapatmışlar. Mesela Rainer Maria Rilke isimli şairin yazamadığı, ilhamsız kaldığı uzun bir dönem olmuş. Bir süre sonra kendini kapatmış ve “Duino Ağıtları” isimli en ünlü şiir kitabını çıkartmış. Bu şekilde hikayeler duyuyoruz hep. Sanatçıların düşüş noktaları da oluyor. Acaba bir daha yazamayacak mıyım, bir daha üretebilecek miyim diye kuşkulanılıyor? Mesela çok güzel bir şey üretiyorsun, “Acaba onun üzerine nasıl çıkacağım?” düşüncesi doğuyor. Halbuki onu da kendin yaptın, o yüzden kendine güvenmelisin ve tamamen ileriyi düşünmelisin. Öbür türlü biraz çalkantılı ruh hallerine girebiliyor insan gerçekten de.

*Biraz kendinle yarışmak gibi aslında, değil mi?

Kesinlikle. Bu insanı daha da ileri götüren bir şey. Daha iyi nasıl yapabilirim diye düşünüyorsun bu da seni ileriye taşıyor. O yüzden kendinle yarışmak denmeli, çok hırslı bir duruma dönüşüp kendine zarar vermedikçe tabii…

*Beste yapmak gerçekten de çok emek ve istikrar gerektiren bir iş. Bestelerinizin ortaya çıkış sürecinden bahseder misiniz? Yaratıcılığınızı artırmak için neler yapıyorsunuz, nelerden ilham alıyorsunuz?

Ben doğadan çok besleniyorum. Bir şey yazamadığım, kitlendiğim zamanlarda doğaya kaçıyorum. Bir iki gün mola veriyorum kendime. Onun dışında hayatımın içinde olan olayları hikâyeleştirip notalara döküyorum. Mesela ilk albümde altı tane parça var, onlar hep bir hikaye sonucu çıktı, ikinci albümdeki sekiz parça da hep birtakım hikayelerin etrafında dönerek oluştu. Bir şekilde görsel bir imgeyi alıp işitsele çevirmek gibi bir şey. Bunu bana kimse öğretmedi, deneme yanılma yoluyla da olmadı ama içten gelen bir şey olduğunu düşünüyorum. Tabii her sanatçının farklı farklı metodları var. Ben bu metodun şimdilik kendime uyduğunu düşünüyorum. Geri çekilip dinlediğimde bana bir şeyler anlatıyor parçalar. Süreç kendi akışlında gerçekleşiyor aslında.

*Aslında dinleyiciye de bir şeyler anlatıyor. Bütün besteleriniz ismiyle o kadar uyumlu ki “Evet, hikâyenin içeriği böyle.” dedirttiriyor insana.

Evet, mesela ilk albümümün açılış parçasını (Prelude) yazarken hayat döngüsünü düşünüyordum; doğum, ölüm falan derken bir tanıdığım vefat etti. Aynı şekilde YouTube da klibi olan Ahmet dedeme bir parça yazıp hitap edeceğim derken klipte oynadıktan iki hafta sonra veda etti bize. Hikayeleşme sürecinde gerçeğe dayanan birçok şey oldu aslında.

*Aynı zamanda bir eğitmensiniz. Piyano veya başka bir enstrüman çalmayı düşünen gençlere ve çocuğunu bu konuda motive etmek isteyen anne babalara neler söylemek istersiniz? 

Bir kere öğrenci küçükse velinin doğru yönlendirmesi, doğru öğretmen ve doğru çalışma çok önemli. Bu üç faktör bir bütünün parçaları. Mesela çocuk yeteneklidir, çok çalışıyordur, motivasyonu vardır ama öğretmen yanlış seçildiyse eğitim sürecinde aksamalar yaşanabilir. Yanlış bir yol çizilmemesi gerekiyor. Onun dışında yetişkinler için eğer bunu meslek olarak edinmek istiyorlarsa hayatlarının merkezine bunu koyabilecekler mi bunu üşünmeleri gerekiyor. Bu durum konservatuvara gitmeyi düşünen çocuklar ve ebeveynleri için de geçerli tabii çünkü çok emek ve fedakarlık gerektiren bir süreç. Bunu göze almak gerekiyor.

*Peki sizce bu kararı verme konusunda ne etkili?

Aile çok önemli bir etken. Aile, bu işe sıcak bakıyor mu ya da çocuğunun bu işi yapabileceğinden emin mi?

*Liseyi okulumuzun konservatuvarında okudunuz. Bilkent Üniversitesi’nin eğitimi her alanda çok iyi ve kaliteli gerçekten de. Peki sanat alanında nasıl bir eğitim var?

Çok ciddi bir disiplin vardı. Çalışma odalarında saatlerce çıkmazdık, sürekli çalışırdık. Öğretmenlerimizin çoğu Azeri idi. Rus ekolünden geliyorlardı. O da çok disiplinli bir ekoldür. Ermeni ve Bulgar öğretmenlerim vardı. Hepsi Rus ekolünden geliyordu. Çok iyi bir disiplin anlayışları vardı. Hem öğrenci hem de öğretmen kalitesi çok kaliteliydi. Hâlâ da öyle olduğunu düşünüyorum.

*Genel olarak “müzik” kavramından ve sizin müziğe bakış açınızdan da konuşmak isteriz. Müzik, insanlık tarihinin ilk zamanlarından bu yana varlığını sürdürüyor. Peki siz müzik tarihinde hangi dönemde yaşamayı hayal ederdiniz? 

1940’ların sonuna doğru, ikinci dünya savaşından sonra insanlar, sanatçılar çok farklı bir bakış açısı geliştirmişler. Sanat aslında toplumun bir yansıması genel olarak. Çok büyük bir dışa vurumculuk söz konusu o dönemde. Müzikte, resimde her alanda çok farklı bir dışa vurumculuk var. Çok kasvetli ama enteresan da bir dönem aynı zamanda. O döneme şöyle bir adım atıp bakmayı, kafamı uzatmayı isterdim.

*Yapılan araştırmalara göre anne karnındaki bebeklere klasik müzik dinletmek bebeğin zihin gelişiminde önemli bir yer tutmakta. Peki, sizce müziğin insan ruhuna ve zihnine etkisi nedir?

Kesinlikle bir iyileştirici gücü var. Hatta klasik müzik dinleyen ineklerin sütü bile daha sağlıklıymış (gülüyor). Gerek kendi yaratım sürecimde gerek dinlediğim her anda müzik bir kaçış alanı oluyor benim için. Üzgün hissettiğim her anda klasik müzik yardımıma koşuyor. Müzik çok iyi bir dost.

*Sizce müzik evrensel bir dil midir? Öyle ise neden evrenseldir?

Kesinlike evrensel. Çocukken Fransız bir öğretmenim olmuştu. Çok korkmuştum dil bilmediğim için. Annemler beni rahtalatmıştı, müzik evrenseldir hiç korkma demişlerdi. Müzik dili diye ayrı bir şey var, herhangi bir dil bariyerine takılmıyor. Özellikle enstrüman çalmak söz konusu olduğunda dil engeli tamamen ortadan kalkıyor ve iyice dünya çapında uluslarası bir şeye dönüşüyor. Zaten anlatmak istediğini sözcük kullanmadan anlatabiliyor. O yüzden kesinlikle katılıyorum bu önermeye.

*Müzik sizin için ne ifade ediyor? Müziksiz bir dünya sizce nasıl olurdu?

Hiç düşünmek istemiyorum şu an öyle bi şeyi (gülüyor). Çok sıkıcı olurdu. Zaten belki de öyle bir şey mümkün değil çünkü dünyanın temelinde müzik var. Mesela bir bebeğin anne karnındaki kalp atış sesleri, o ritim, bir müziktir aslında. Zaten müziği oluşturan iki şey var birisi ses, melodi, ezgi; diğeri de ritim. Onu almaya başlıyoruz anne karnındayken. Ya da dünyanın dönmesi, evrendeki denge, mevsimler, bunların hepsi bir ritimdir. O yüzden müziksiz bir dünya olamaz diye düşünüyorum. “Müzik bana ne ifade ediyor?” diye soracak olursak, kesinlikle kendimi en iyi ifade edebildiğim, bütün hislerimin saf bir şekilde, bir bariyer olmadan aktarabildiğim tek alan diyebilirim.

*Röportajımızın bu aşamasında ise, bestelerinizden bahsedelim istiyoruz.“Moving Along The Blanks” isimli ilk albümünüzden bahsedebilir misiniz? 

Bu albüm benim 2020’nin Aralık ayında, pandeminin tam ortasında çıkardığım bir albüm oldu. “Boşluklar boyunca hareket” anlamına geliyor. Ben o boşluklardan yakaladığım ivmeyi avantajlı bir duruma dönüştürmek istediğim için böyle bir albüm çıkardım. İlk beste çalışmalarımı içeriyor. Bu yüzden zorlandığım ama kendimi keşfettiğim bir dönem oldu. Güzel geri bildirimler aldım. Benim de tatmin olduğum, “iyi ki” dediğim bir albüm çıktı karşıma.

*“Kıyısında” isimli iki single’ınız hakkında neler söylemek istersiniz?

Güzel Ordu Film Festivali kapsamında teması olan “kıyısında” olan bir festival yapıldı. Bu tema bir şeylerin mesela hayatın kıyısında olmak gibi bir anlam ifade ediyordu. Öyle bir metin geldi bana… Ben de metni okudum ve o bana bir yolculuğu çağrıştırdı. Ve o yolculuk, bir kıyıdan başka bir kıyıya taşınırken hayatta başımızdan geçenleri hissettirdi bana. Karadeniz ile alakalı olsun istedim o yüzden Karadeniz motiflerini duyabileceğimiz bir eser oldu. Keyifli de bir eser oldu aslında. Martı sesleriyle açılıyor, teknenin limandan hafif hafif ayrılmasını sonra yavaş yavaş açılmaya başlamasını anlatmak için, yavaş başlıyor eser. Onu göstermek istedim. Bir kıyıdan sakinlikle çıkıp yol boyunca başına gelenleri ve daha sonra başka bir kıyıya yine sakince yanaşmasını anlatan bir eser oldu. Film festivalinin müziği oldu o da.

*25 Kasım 2022’de yayınlanmış olan ikinci albümünüz, “Journey On Rails” hakkında neler söylemek istersiniz? 

İlk albümümden farklı olarak enstrümanlar kalabalıklaştı. İlk kez yaylı ailesini kattığım bir albüm oldu. Viyolonsel, keman, kontrbas gibi enstrümanları dahil ederek yazdığım bir parçalar bütünü oldu. Yine hikâyeleştirme üzerinden yazdığım bir albüm oldu. Mesela adından anlaşıldığı gibi bir lokomotifin raylar üzerinde gidişi ve o yolculuğu analattığım bir hikaye var. Biraz daha müzikle masal anlatır gibi olsun istedim. Dinleyicilerin bu albümü bir tren yolculuğunda dinlediğini düşünerek 8 parçalık bir albüm yarattım. Şu an için geri dönüşler çok güzel, ben de mutlu oluyorum tabii ki.

*Konserleriniz formatı nasıl oluyor? Akış nasıl ilerliyor? Her parçayı çalmadan önce o parçanın çıkış hikayesini anlatıyorsunuz ve bu da dinleyiciyi çok etkiliyor bence. Alışıldığın dışında bir format. Konseri spontane olmaktan uzaklaştırıyor. Benim çok hoşuma gitmişti bu durum.

Bu da benim planladığım bir şey değildi. “Su akarken yolunu buldu” diyebiliriz aslında yine. İlk lansman konserimde, herhalde o anki sıcaklığa dayanarak seyriciyle bir etkileşim kurmak istedim. Dedem için yazdığım parçada büyük bir mum yakmak istedim ama cebimde çakmak yoktu ve seyirciden çakmak istedim, çok hoşlarına gitti. Konserlerde böyle samimi bir ortam olsun istiyorum açıkçası. Çünkü hep aynı düzlemdeyiz. Ayrı platformlarda olmamalıyız çünkü hepimiz özünde insanız ve o aynı düzlemde olamama halini de iletişim kurarak biraz kırıyoruz diye düşünüyorum. Hani buna “Niye açıklıyor ki?” şeklinde bakanlar da vardır ama bu bir metod, bir tercih. Yaptığım müzik de çok ağır bir klasik değil aslında. Hani bir konçerto gibi 40 dakikalık uzun eserler değil, o yüzden o samimiyeti yakalamak adına interaktif konserler vermek istiyorum. Konser sonrası insanların aklında da kalıyor, o samimi duyguları paylaşmak çok önemli benim için.

*Bestelerinizin içeriğine de değinmek istiyoruz. Bize kısaca bestelerinizin anlattığı hikayelerden bahsedebilir misiniz? 

Şu anda aklıma “Alageyik” isimli bestem geliyor. Edebiyattan çok besleniyorum. Önceden yazılmış eserler ilham veriyor bana. Aynı şekilde uyumsuz rastlaşma var öyle. Alageyik’de de Alageyik Destanı’ndan çok etkilendim. Çok uzun bir destan ama okunmasını şiddetle tavsiye ediyorum. Çok etkilemişti beni. Onun üzerine benim notalarıma kontrbas, viyolonsel ve piyano için yazdığım bir eser olarak döküldü. Bir uyarlama bir türkü gibi oldu. Destanda bir avcı geyiği vuruyor ve geyiği vurduğu yerlerde geyiğin çığılığını hissettirmek için piyanonun ince seslerinden, tüfek sesleri için ise kalın seslerinden yararlandım. Böyle böyle hikayeler bir şekilde kafamda yerli yerline oturuyor ve notalarıma dökülmüş oluyor.

*Bestelerinize verdiğiniz isimler, besteleri dinlerken hissedilenler ile çok uyumlu. Ben bunu net olarak son albümünüzde, “Journey On Rails” da fark ettim. Gerçekten dinlerken insana kendini uzun bir tren yolculuğundaymış gibi hissettiriyor. İlk albümünüzden de bunun gibi örnekler verebiliriz elbette. Bütün single’larınız ve albümleriniz isimleriyle gerçekten çok uyumlu ve bence dinleyicinin ilgisini çekmek açısından adlandırma süreci son derece önemli. Ve zor bir süreç aynı zamanda. Peki siz hangi ismi vereceğinize nasıl ve hangi aşamada karar veriyorsunuz? İsmi besteyi yazdıktan önce mi sonra mı buluyorsunuz?

Hiçbir zaman besteyi yapmadan önce karar veremedim. Keşke öyle olabilse… Bir isim koyup devam etmek daha kolay olurdu diye düşünüyorum. Hep son dakikada karar veriyorum aslında. Mesela on tane buluyorum, yakın çevremdekilere soruyorum, oyluyoruz öyle karar veriyoruz. Şarkı isimleri bazen bir anda aklıma geliyor. Şarkı isimleri albüm isimlerinden daha kolay bulabiliyorum mesela. Ama enteresan bir süreç, çok zorlandığım oluyor (gülüyor). İkinci albümde “Magoa” isimli bir parça var. Bir ağıt aslında. Portekizce “Bir insanın çok büyük bir üzüntü karşısında yüzünde oluşan derin çizgiler.” anlamına geliyormuş. Bazen de böyle karşıma çıktığı oluyor.

*Ankara’da 3 Aralık 2022‘de gerçekleştirmiş olduğunuz konser bir yardım konseriydi ve son derece anlamlı bir konserdi. Biraz bahsetmek ister misiniz? 

Bu konserde biz elde edilen tüm geliri SERÇEV Derneği (Serebral Palsili Çocuklar Derneği)’ne bağışladık. Serabral palsili çocuklar için gerçekleştirdik bu konseri. Ben hayatımda ilk kez seyirci karşısında ağladım. Çünkü en son SERÇEV Korosu çıktı sahneye, o çocuklarla sahneyi paylaşmak çok duygulandırdı beni, inanılmaz etkilendim. Aynı şekilde otizmli bir öğrencim var, onunla sahneyi paylaştık. Hem toplanan bağışların doğru yere aktarılması sebebiyle hem de çocuklarla birlikte aynı sahnede olduğumuz için çok anlamlı ve unutulmaz bir gece oldu.

*Son olarak bize geleceğe dair hedeflerinizden, projelerinizden bahsedebilir misiniz?

Tabii ki. Daha yeni bir röportajda bahsettim… Ben hayal kurmayı çok seviyorum ama o hayalleri sadece kurup beklemek yeterli olmuyor, onları hayata da geçirmek gerekiyor. Her hayalimin yanına “tik atmak” istiyorum. Şimdiki projemi, hayalimi hayata geçirmeye başladık. Ben Güzel Sanatlar Lisesi girişliyim bu sebeple Türkiye’deki bütün Güzel Sanatlar Liselerine ulaşabilmek ve oralarda çocuklara konserler vermek istiyorum. Ankara’yla başlıyoruz; Samsun, Ordu, Bartın, Antalya ile devam edecek. Ulaşabildiğim liselerde çocuklara ulaşıp konserler verip onlarla söyleşiler yaparak tanışmak istiyorum çünkü bu onlara çok büyük bir motivasyon oluyor. Büyük şehirlerde çocukların imkanları fazla ama oralara gidemeyen öğrenciler için aynı kolaylıkta olmayabilir diye düşünüyorum. “Biz o zaman onların ayağına gidelim.” gibi bir düşünceyle yola çıktık. Projenin içeriği 2023 yılı içerisinde artacak. Çok heyecanlandığım bir proje, umarım çocuklara bir faydamız dokunabilir.

*Bu meslekte en büyük hayaliniz nedir?

Başlarda, klasik piyanodayken en büyük hayalim beste yapmaktı. O zamanlar hiç anlam veremediğim, çekindiğim bir alandı benim için. Şimdi o hayalim gerçekleşti, albümlerimi çıkarıyorum. Şu sıralar da biraz daha orkestra için, konseri büyütüp koca bir müzik ailesini toplayıp sahnede kendi eserimi duyma hayalini kuruyorum. Umarım bir gün gerçek olur.

*Umarız bütün hayalleriniz birer birer gerçekleşir. Bizi kırmayıp gelerek değerli vaktinizi ayırdığınız ve Gazete Bilkent ile bu röportajı gerçekleştirdiğiniz için çok teşekkür ediyoruz Burçe Hanım. Umuyoruz ki hayatınızda ve bu meslekte her şey gönlünüzce olur.

Bu güzel sözleriniz için ve gazeteniz adına çok teşekkür ediyorum.

BAĞLANTILAR

Burçe Karaca-Spotify:

Burçe Karaca-YouTube:

https://www.youtube.com/@burcekaraca

Burçe Karaca-Instagram:

https://www.instagram.com/burcekaraca/

Leave a Reply