“Dopamin, norepinefrin, serotonin… Aşık olduğumuzda doğal bir ilaç fabrikasına dönüşürüz.”
– Helen Fisher
Hepimiz hayatımızın her alanına dokunmuş bu duyguyu çok farklı şekillerde tanımlıyoruz. Milyonlarca şarkıya, filme ve şiire can damarı olmuş bu duygu, hepimizin öznel ve çok farklı tanımlarının altında, aslında belirli hormonların salınımıyla gerçekleşen bir süreç. Bu tanım oldukça duygusuz gibi gözükse de bizi, aslında bize böylesine büyülü gelen bu duygunun bizzat kendimiz tarafından yapılan bir sihir olduğunu düşünmeye itebiliyor. Birçok insanın gözünde tanımlanamaz ve çok özel olan bu duygunun bilimsel ve herkes için ortak bir paydası olması, benim gibi duygulara çok inanan bir insanı bile şaşırtmayı ve etkilemeyi başardı. Bu alana merak sardığımda karşıma çıkan bilgiler ise oldukça ilginçti ve sizinle de paylaşmak istedim. Haydi, şimdi nöropsikolojinin bize araladığı kapıdan “aşk”a bakalım.
Aşık olma sürecimiz üç aşamaya dayanıyor. İlki “şehvet” dediğimiz; testosteron ve östrojen hormonlarının başlattığı süreç. Hemen arkasından “cazibe”, bu sefer hayatımızın birçok alanında bizi ayrı ayrı duygulara sürükleyen bu üç hormon devreye giriyor: Dopamin, noradrenalin ve serotonin. Dopamin, bize güç ve iyi hissetme hislerini veriyor ve bağ kurmaktan, hatta bağımlılığa dönüşen aşklardan da o sorumlu. Noradrenalin, karnımızda uçuşan o kelebeklerden, heyecanlanınca bizi terletmek ve kalbimizi hızla attırmaktan sorumlu. Mutluluk ve tedirginlik hislerini kombinleyen bu güçlü duygu aynı zamanda “skydive” sırasında da hissettiğimiz duyguya eşdeğermiş. Son olarak serotonin de coşkulu ve sevinçli anlarımızın perde arkasındaki oyuncusu. Aşka mutluluk verdiğinden aşkın en önemli kimyasalı olduğu da söyleniyor. Çılgınca mutlu olmamızı yüksek serotonin sağlıyor ve bu üç etkileyici hormon “aşk” adı altında kombinlenip üstümüze çok güzel bir kıyafetmişçesine oturuyor. Asıl omuzlarımıza koyduğu ağırlık ise dopaminin etkisinin yanı sıra asıl üçüncü ve son evre olan “bağlılık” aşamasında hissediliyor bence. Oksitosin ve vazopresin ile oluşan bu aşama aşkın o hep üstümüze yapışmasını istediğimiz bir parfümün baş döndürücü kokusu gibi kalıcılığının oluştuğu yeri çağrıştırıyor. Oksitosin, bağlarımızı sıkılaştırıp güçlendirirken vazopresin de uzun süreli bağlılık evresinin önemli kimyasalı oluyor. Yani hormonlar ve aşk uzun süreli bir ilişkinin esası gibi duruyor.
Romantik olan bu çekimde, başka elementler de rol alıyor. İşte burada da beş ilginç ve bilimsel gerçekten bahsetmek istiyorum.
- Belirli araştırmalara göre insanlar partnerini aynı akciğer kapasitesi olan insanlardan seçmeye meyilli. Hatta benzer durum kişiyle aynı kulak boyutu ve özellikle kulak memesi boyutunda, boyun çevresi ve bilek genişlikleri için de geçerliymiş.
- Bizden farklı bağışıklık sistemi olan insanlara karşı ilgimiz daha çok oluyormuş. Yapılan bir araştırmada kadınlara yıkanmamış tişörtler arasında seçim yapmaları istendiğinde kadınların kendinden farklı bağışıklık sistemine sahip erkeklerin tişörtlerinin seçtiği görülmüş.
- Aşık olmak uyuşturucu ya da nikotin bağımlılıkları gibi bağımlılık yapabiliyor. Dopaminin etkisi işte burada karşımıza çıkıyormuş.
- Aşkın ilk yılında sinir hücrelerimiz de daha iyi çalışıyormuş. Yeni aşkın beraberinde getirdiği bu özellik ile algılarımız yükseliyor ve “savaş ya da kaç” sistemimiz daha da aktifleşiyormuş.
- Ancak en gözle görülür sonuç ise bizim ailemizden birine benzer görünüş ve kokuya sahip insanlara ilgi duymamız olabilir. Aynı zamanda kendimize görünüş açısından benzeyen insanlardan hoşlanma meylimiz de gözle görülür kriterlerden birisi gibi duruyor.
Aşk, uzak diyarlardaki masallarda yaşandığından çok daha gerçek ve yoğun hali ile bizzat bizim gözlerimiz önünde yaşanıyor. Hissetmenin doruk noktalarını yoklayan bu duygunun altını şimdi bilimsel bilgilerle doldurduğumuza göre en azından çoğu zaman anlam veremediğimiz seçimlerimiz, davranışlarımız ve ruh halimize rahatlatıcı tanılar koyarak tekrar “gerçek” bir şey yaşadığımızı hissedebiliriz. Son zamanlarda çok daha fazla gözlemlediğim ve öğrendiğim üzere bilim, sanılanın aksine, duyguları öldürmeden aklımızdaki sorulara ışık tutarak onları daha görünür yapıyor.