Hiçbir şey zaman kadar uzun değildir, çünkü sonsuzluk bile onunla ölçülür. Yine hiçbir şey onun kadar kısa değildir, çünkü düşündüğümüz şeyleri yapmaya kafi gelmez. Sevinç içinde olan için hiçbir şey zaman kadar çabuk geçmez. Bununla birlikte, zaman uçsuz bucaksız bir mekana kadar uzanır. Zamanı istediğimiz kadar kısa parçalara ayırabiliriz. Dünyada herkes zamanını boş yere harcar, sonra da pişman olur. Hiçbir şey onsuz olmaz. Gelecek nesillere kalmaya layık olmayan şeyleri unutturur ve büyük şeyleri ebedileştirir.

Ömür bir sonbahar yaprağına nasıl sığar?

Zaman öyle hızlı akıyor ki elimizle tutamıyoruz. Hep bir yerlere yetişme, bir şeyleri yetiştirme telaşı içindeyiz. Geçen saniyelerin bir daha geri gelmeyeceğini bildiğimiz halde erteliyoruz, sonralar yamalıyoruz dilimize. Sonra, sonra, sonra… Özellikle bu dönemde öğrenmedik mi ‘sonra’ kelimesinin anlamsızlığını? Bazen ertelememek mümkün olmuyor diyeceksiniz. ‘Bazen’ diye aklınızdan geçirdiklerinizi dışarda tutun, zamanında yapmadığınız için koca bir yumru olup içinize oturanları düşünün.

Geçmiş sizi öyle hemen terk etmez, bazen bir şarkının notaları arasına gizlenir geçmiş. Geçtiğiniz yollarda geride bıraktığınız ne varsa, yaşamış olduğunuz çaresizlikleri, hayal kırıklıklarını, ilk gözyaşını, aşkları, soruları, pişmanlıkları kolunuzdan çekip sizi sürükleyerek gösterir. Asla kopamayacağınızı anlarsınız, nereye giderseniz gidin, kilometrelerce yol katetmiş olun isterseniz. O yaşanmışlıklar, yaralar, ilklerşğ hep içinize işlemiş ve sizi oluşturmuş. İnsan zaten nasıl kaçabilir ki kendinden?

Bazen daha farklı olmasını istediğimiz durumların, geleceği değiştirebilme imkanımızın olduğunu hayal ederek bir yolculuğa çıkarız. Geçmiş bir zaman dilimine yolculuğa… Geçmiş ve gelecek gerçeğinin ortasında sıkışıp kalmıştır o. İstediğiniz kadar başa sarıp, daraltabilir, genişletebilirsiniz. Belki bir bakış ve bir gülüş uzar giderek. Bu zaman dilimi yeni eylemlerin ve sözcüklerin eklenmesi ile genişletilir bazen. Pişmanlıklar gizlidir sanki o ana döndüğümüz zaman yaptığımız veya yapmayı düşündüğümüz ama yapamadığımız şeylerin arasında. Seçsek bu sefer seçmediğimiz yolu düşünürdük, hep düşünmez miyiz o olmasa veya olsaydı ne olurdu diye? İnsanız sonuçta! Yine her durumda geçerli değil, hayatımızın dönüm noktası diyebileceğimiz köşelerde.

Zamanla her şey değişir. Başta farkına varmasanız da siz de değişirsiniz. Hem, gecesi gündüzü bile farklı günlerin. Güneş henüz başını tepelerin arkasından çıkarmadan bilir misiniz? Bir koşturma başlar turunculaşan gökyüzünün altında. Kuşların yeni yeni uyandığı, etrafı şarkılarıyla doldurduğu saatlerdir. Sokak köpekleri uyanır sonra. Yürürseniz ağaçların arasından, görürsünüz sabahın ilk ışıklarıyla yaprakların nasıl ışıldayıp yeni günü selamladığını. Sanki dünyada tek uyanık sizmişsiniz gibi gelir, bir başınalık hissi vurur sizi. Hele hele bir de yağmur yağmışsa geçen akşamdan, kurumamış su birikintilerinde görürsünüz dünün kırıntılarını ama yalnızca kırıntılarını… Anlarsınız o zaman her şeyin yeniden başladığını. Gün geceye varırken ise bir günün daha o kızıllıkta kaybolduğunu izlersiniz. Ayın solgun beyaz ışığı aydınlatır sokakları güneş yerine. Ne kadar farklı değil mi sokaklar bile?

Sonra, yine günler birbirini izler…

İçine ne çok şey sığdırırız bir günün. Kısacık bir saniyenin içine bile bir doğum, bir ölüm sığar…

Kelimeler sığar, kimisi gündelik konuşmalardan, kimisi içimizdeki kalabalıktan.

Kelimeler var geçmişe ve geleceğe sığdırdığımız, söylenmeyen, söylenemeyen, söylenmeyecek olan. Yaşamınız boyunca duyduğunuz kelimeleri ve cümleleri düşünün. Tek bir kelime bile ne çok şey değiştirip düşündürüyor bazen değil mi?

‘Belki’ hep bir belirsizlik halinde çıkıyor dudaklardan ya da teselli cümlelerinde duyuluyor. Tesellide bile bir belirsizlik var. Yarın ne olacağının belli olmayışı gibi bir belirsizlik. ‘Keşke’lerde ise pişmanlık gizli. ‘Asla keşke demeyin hayatınızda.’ derler. Mümkün mü ki?

‘İçin’ birçok sebebi yüklenir sırtına. Bu sebepler bazen bir yük kadar ağır; bazen de bir tüy kadar hafif olur. Cümleler ve sebepler, tüm kırgınlığınız, nefretiniz toplanır ya da minnettarlığınız ya da bir kalp dolusu sevginiz. Geldiğin, var olduğun, beklediğin, kaldığın, yaptığın… için.

Zaman konusunda tek konuşabildiğimiz ne yapılıp yapılmayacağı ve tutamayacağımız gerçeği kafamızda yer etse bile neden tembellik ettiğimiz… Zamanı tutamayışımıza bir başkaldırı gibi onu hapsetmişiz takvimlere ve saatlere; aylara, günlere, saatlere, dakikalara, saniyelere bölmüşüz. Birbirinin ardı sıra mevsimlere bölmüşüz…Küçüklüğümüzden beri öğretilen, dörde bölünmüş, panoya asılmış kartonlarda… Bir mutlu güneş, sonbahar yaprakları, çocuğun elindeki mor şemsiye, burnunda havucuyla, gözünde kömürüyle kardan adam, bahar çiçekleri…

Mevsimler birbirlerinin elinden tutarlar, bir çember oluştururlar, sıralanırlar. Ayları, gökyüzünün hallerini bölüşürler aralarında. Günler gibi gökyüzü de değişir her mevsim. Değişik hallere bürünür. Sonbahar yağmurlarında insanlığın haline ağlar aslında gökyüzü, nefret dolu taş kalplere, acımasızlığa, ayrılıklara; insanların yalnızlığına, yalnızken ıslanıp kuruyan göz pınarlarına; , kısa ömürlere, zamansız ölümlere; insanlar arasındaki eşitsizliğe, aç yatan çocuklara, yoksulluğa; acılara, sevgisizliğe, binbir türlü derde… Biz de deriz kış kar, sonbahar dökülen yapraklar, ilkbahar açan çiçekler, yaz güneş ve kum… Kahkahaları tek başına, döktüğü gözyaşları tek başına, öfkesi de tek başına. Kim bilir ne yalnızdır gökyüzü, gündüz bulutlar; gece yıldızlar olmasa!

Elle tutulamasa da nasıl geçtiğini görebilirsiniz zamanın: birkaç parça eşyada, fotoğraflarda ve sonbahar yapraklarında. Sonbahar yapraklarının bazıları kurumuşken, bazıları sarıdır, bazıları ise yeşil kalmıştır. Bazılarında üç rengi de birden görürsünüz. Yeşilken kuruyana kadar biriktirdiği hikayeleri vardır sanki içinde, sanki tüm ömrü sığmıştır o renklere. Kaç mevsim görmüştür bir yaprak? Kaç güneşi doğurup batırmış, kaç rüzgar yemiştir dalından düşmeden önce? Kurumuş yaprak rüzgarla savrulmadan önce diğer yaprakların döküldüğünü görür, yerine yenilerinin çıkacağını, farklı yaprakların geleceğini bilir.

Hepimiz sonbahar yaprakları gibiyiz. Geçmişiyle, geleceğiyle ve kelimelerle dolu. Bir gün hepimiz bir rüzgara kapılıp dalımızdan ayrılacağız.

Ve hep zamansız bir rüzgara.

Kaynakça:

Voltaire. Zadig: Bir Şark Masalı, İstanbul: 1.Basım. Kaknüs Yayınları.

Leave a Reply