İyice demlenmiş bir bardak çay ve Yaşar’ın “Dem” albümü… Bu ikisinin tek bir ortak noktası var, ikisi de konfor alanımın ayrılmaz parçaları. Yarının belirsizliği, bugünün keşmekeşi derken değişmeyen bir şeylere tutunma ihtiyacı kaçınılmaz. Her şey evrilirken bir şeylerin sabit durması, mesela görkemli bir söğüt ağacının, kalbin çok kırılsa, beş parasız kalsan, hatta sahip olduğun her şeyi kaybetsen de aynı yerde durmaya devam etmesi, dünyayı biraz daha güvenli kılıyor.
Bu minvalde çay hayatımın değişmezlerinden biri; bir sorunla boğuşmaya kalkışmadan önce çayımı demler, başucuma koyarım. Keyfim yerindeyse bunu kutlamak için, tadım yoksa dinginleşmek için çay hep oradadır. Günde birkaç kez çay içme isteği beni yoklar, böylece başımı dik tutarım. Tabi sen daha gerçek dayanaklara, mesela her şeye rağmen ayakta kalabileceğini hissettiren güçlü bir özgüvenin varsa, elbette ona tutun sevgili okur. Fakat yeterince dayanıklı bir iç denge kuramamış pek çok insan, işler biraz zorlaşınca dış avuntulara tutunmaya daha meyilli olur. Çocukluğunda izlediği bir diziye, sevdiği bir yemeğe ya da bir şarkıya saplanıp kalır. Bence böylesi, ev gibi sabit şeylere bağlanmaktan daha iyidir. Eğer konfor alanınız taşınabilir olursa her yere yanınızda götürebilir, gelişimden geri kalmadan mücadeleyi kolaylaştırabilirsiniz. Yaşar’ın şarkıları da benim avuntularımdan biri. Bu adamın sesi ve şarkılarının ritmi damağımda çay tadı, içimde çay sıcaklığı bırakıyor.
Son birkaç haftadır stresli günler geçirdim, saçlarımda küçük yurt odamı aydınlatabilecek kadar elektrik taşıdığımı hissettim. Üstelik Teletabi tepelerinde basacak çimen de kalmamıştı. Yağan kar da iki gün içinde eriyince başka çareler aradım. Sonra bir gün bir baktım Yaşar’ın şarkıları bana iyi geliyor, şirazeyi kaçırmamak için dinledikçe dinledim. Albüm elimde paralandı, yine de sıkılmadım. Aslında Yaşar hayranlığım yeni değildi ama konforlu etkisini yeni fark etmiştim. Bu gizemi çözmek istedim ve çay ile Dem‘in ortak noktalarını aramaya başladım, nitekim buldum da.
Öncelikle, albümün şarkılarında bir arada kalmışlık var. Yani size, ne sizi gözyaşlarına boğmayı ne de size mutlulukla el çırptırmayı vaat ediyor. Düşününce seksen senelik bir ömür epey uzun üç saatlik bir filmdeki gibi kompres edilmiş biçimde art arda bir sürü olay yaşamıyor, bir ağlayıp bir gülmüyoruz. Bence hayatın yüzde doksanında ne kadar ifadesiz olduğumuz hakkında daha çok konuşmalıyız. Dem albümü hayatın bu sıradanlığını takdir ediyormuş gibi hissediyorum. Çok coşkulu veya arabesk şarkılarda hissettiğim ağırlık yok bu şarkılarda, sıradan ve zaman zaman boğucu gündelik ruh hallerimi gayet iyi idare ediyor. İnsan üzgünken ufaktan içini sızlatan, mutluyken keyifle eşlik edebileceği, bağımlılık yapan muhteşem besteler hepsi de. Bu yüzden konforlu, bu yüzden çay gibi neredeyse her ana yakışıyor. Doğru insanla içilen bir fincan kahvenin kırk yıllık değerini ya da perişan bir halde dinlenen bir arabeskin yarattığı ürpertiyi anlıyorum ama onlar için doğru zamanı yakalamak gerekiyor. Konfor alanında olan olguların ise her anda doğru hissettirmesi gerekiyor. Albümün bu arada kalmışlığı da bu yüzden konforlu.
Dem albümünün bir başka farklılığı da nakaratlarda temponun düşmesi. Genelde şarkıların nakaratlarında volüm yükselir ve ritim hızlanır; sanki sanatçı hünerlerini oraya saklıyor gibidir. Dem‘in şarkılarında ise tam aksi oluyor, tempo nakaratlardan önce biraz yükseliyor ki nakaratlarda düşebilsin. O düşüşün verdiği his inanılmaz, salıncakta sallanırken inişlerde mideye vuran o kamaşma hissi yakalıyor insanı. “Esirinim” şarkısı buna güzel bir örnek, şarkı yüksek bir tonla başlayıp nakaratta “Zalim dünya durdukça esirinim yar, yemelerden içmelerden kesilirim yar.” derken düşüyor ama melodisi öyle kıvrak, öyle tatlı ki insanı alıp götürüyor. Bu anlarda düşmenin de, sessizleşmenin de kıymetli olduğunu hissediyorum. Aslında güzellik denen şey ahenkten ibaret. Nitekim çayın da öyle baskın bir tadı yok ama tatlıların yanına çok yakışıyor, çaydan bir yudum aldıktan sonraki lokma çok daha lezzetli geliyor insana. Çay da Yaşar da düşüşleri iyi değerlendiriyor.
Son olarak sözler, tema, aşkın incelikle işlenişi… Yaşar yaşayan son romantiklerden. Doğadan metaforlar çıkarmayı seviyor, özellikle “kuş” ve “kış” kelimelerini sık sık kullanıyor. Sevgiliyi her an uçup gidebilecek bir kuşa benzetiyor, kuşlar kışın göç ettikleri için, sevgili gidince mevsim de kışa dönüyor. “Divane” parçasında “Kışlar bahara döner gibidir.”, “Kuşlar” parçasında “Sakın sen kuşlara uyma.” ve “O’nun Vedası”nda “Mevsimler dönünce yaza, kuşlar döner pişman.” dizelerinde görebiliriz bu temayı. Bu kendine has tarzı sayesinde Yaşar’ın kaleminden çıkmış bir şarkıyı anlamak kolay. İnsan tanıdığı, anladığı şeyleri sever; ben de Yaşar’ın şarkılarını bu yüzden seviyorum.
Neyi neden sevdiğimizi anlamak kolay değil, neyi neden konforlu bulduğumuz ise çoğunlukla tamamen muamma. Yine de kendimizi daha iyi tanımak için sevdiğimiz şeylerin içini kurcalamalı, bütünün hangi parçasının bize iyi hissettirdiğini bulmalıyız. Kim bilir, belki bu parçaları bulduktan sonra yerlerine yerleştirebilir ve kendi güvenli dünyamızı inşa edebiliriz. Siz de bu işe girişmeden önce çayınızı baş ucunuza koymayı ve Dem albümünü açmayı unutmayın.