Bittiğini düşündüğünüzde tekrar başlamak: Afterlife

Ricky Gervais hayatıma yeni yeni giren bir isim. Onu meşhur Oscar sunumlarıyla tanımış ve ofansif üslubunu yer yer aşırı bulmakla beraber zevkle izlemiştim. Kendisinin The Office gibi bir efsanenin yaratıcılarından ve yazarlarından biri olduğunu öğrenmem açıkçası ona daha da ısınmama sebep oldu. Netflix’te dolaşırken, After Life isimli diziye basıp izleme sebebim de o olmuştu.

After Life, karısını kaybetmiş bir adamın içine düştüğü acıyla ve depresyonla başa çıkma sürecini anlatıyor. Diziyi eleştirmeye geçmeden önce, onu izlerkenki ruh halimden bahsedeyim biraz. After Life kendimi berbat hissettiğim bir dönemde karşıma çıktı. Hani, bazı zamanlar o kadar kötü hissedersiniz ki içine düştüğünüz bu ruh halinin değişebileceği aklınıza hiç gelmez ya. İşte öyle bir zamanda.

Açıkçası, içimden hiçbir şey yapmak gelmiyordu ve başladığım hiçbir şeyi bitirecek kadar tahammülüm yoktu. Gecenin bir yarısı uykumdan uyanıyordum, her zaman yorgun ve her zaman üzgündüm. Dışsal ve içsel sebeplerden dolayı, uzun süredir kendimi mutlu ve iyi hissetmedim.

Yani, Tony’den – dizinin Ricky Gervais tarafından canlandırılan ana karakterinden bahsediyorum- çok da bir farkım yoktu. Bunu söylerken, onun süper güçlerine sahip olmadığımı ve istediğim gibi davran(a)madığımı çünkü onun aksine istesem bile intiharı asla bir seçenek olarak görmediğimi belirteyim. O yüzden, bir noktada onun yaşadığı süreç benim için çok önemliydi çünkü bir çıkış yolu olduğunu öğrenmiş oldum. İçine düştüğüm durumun değişmez olduğunu düşünüyordum demiştim ya, işte After Life bağıra bağıra bana hayatımın şimdiden ibaret olmadığını söyledi. Diziyi izledikçe, yalnız olmadığımı ve içine düştüğüm acıya o kadar takılı kaldığım için sonrasında duyabileceğim mutluluğu göz ardı ettiğimi fark ettim.

Dolayısıyla, ne olursa olsun içine düştüğüm sürecin geçici olduğunu bilmek bana umut verdi. Bunun için teşekkür etmeliyim, olur ya sesimi duyan birileri çıkar.

Tony’nin sürekli intihardan bahsetmesi ve bunu bir iki kere denemiş olması da benim için önemli bir detaydı. Yaşamakta bir anlam görmüyorum, diyen biriydi çünkü kendisi. Her şeyden önce, intihar bazen tek yol gibi görünebiliyor. Bu süreçte intiharı bir seçenek olarak görmeyen biri olarak, ona sempati duyduğumu ve keşke ölsem dediğimi biliyorum AMA şunu diyorsunuz: “Şu an kötü hissediyor olabilirim, her şey kötü gidiyor olabilir ama şimdi böyle hissediyorum diye daha sonra hissedeceğim güzel anları çöpe atamam.”

Ve intihar düşüncesi yavaş yavaş uzaklaşıyor. Fark ediyorsunuz ki, ne kadar anlamsız görünse bile hayatta tutunacağınız bir şeyler çıkıyor. Ne kadar istekli olursanız olun, ne kadar karanlıkta kalmış olursanız olun her şey ufak bir ampulün yanmasına bakıyor. Ve herkes kendi cevaplarını bulmakla yükümlü olsa da, bir umut olduğunu görmek size güç veriyor. After Life, hayata tutunmanın kıymetini öğretiyor.

Dizinin bana yardım eden kısımlarına değindikten sonra, izlerken kapıldığım bir başka duygudan bahsetmek istiyorum. Ricky Gervais aynı zamanda dizinin yazarı. Dizideki karakterlerin ayrı birer kişilik olduğu hissi bana geçmedi. Bence, her bir karakter yazarın bir başka yönünü yansıtıyordu. Karakterlerin Tony’e karşı çıktığı bazı konuşmalar, özellikle Kath ile atışmaları, iki kişi arasında geçen konuşmalar gibi değil de Ricky Gervais’in kendi kendini çürüttüğü konuşmalarmış gibi durdu. Bu hisse dizi boyunca çok defa kapıldım ve bu, diziyi daha çok sevmeme sebep oldu. Çünkü, sanki Ricky Gervais’in beyninin içinde yürüyordum ve kendisini tanımak hoşuma gidiyordu.

6. bölümden bir kare. Kath Tony’nin masasının tam karşısında duruyor.

Bunun dışında, temposunun düşük oluşu izlerken sizi sıkabilir ama bence sonuna kadar izlenmesi gereken bir dizi. Özellikle depresyondaysanız. Benim diziyi sevme sebeplerimden bir diğeri de, dizinin asıl çekiliş amacı. Bence dizi, insanlara yardım etmenin yanı sıra dizinin yazarının kendine yardım etme çabası gibi görünüyor. Karakterlerin sanki O’nun bir parçası olduğunu söylemem ve karakterlerin diyaloglarından yola çıkarak sürekli kendi ile savaşıyormuş gibi durması, hayattaki çizgisini belirlemeye çalışmasının ve içine düştüğü acının üstesinden gelme sürecinin bir özeti gibi duruyor. Sanki bu dizi, Ricky Gervais’in yaptığı için gurur duyduğu ve kendini tanımlayacağı işiymiş gibi. Çünkü, “Ben doğru bir şey yapıyorum” hissini aldığına eminim bu dizinin sonunda.

Bana nasıl bu kadar keskin yargılarda bulunduğumu, haklı olarak, sorabilirsiniz. Diziyi ben yazmışım gibi hissettiğim için cesur varsayımlarda bulunuyorum, hepsi bu. Katılmadığım noktaları olmasına rağmen, yazarla hayata bakışlarımız benziyor. Bu yüzden, bir umut olduğunu benim atmadığım adımları atmış birinden duymak her zaman iyi hissettiriyor. Aynı şey, Tolstoy’un İtiraflarım adlı şaheserini okurken de başıma gelmişti. Din ve inançlar ile ilgili -özellikle din ve bilim çatışması ile ilgili- sorularınız varsa okumanızı tavsiye ediyorum ve ekliyorum: Farklı noktalara çıktık ama aynı yollardan geçtik Tolstoy’la. O kitaptan da bir umut olacağını öğrenmiştim.

Uzun lafın kısası, depresyondaysanız ve kendinizi daha iyi hissetmek istiyorsanız After Life size ilaç gibi gelecek. Dizide şahane şarkılar da çalıyor. Buraya, ilk duyduğumda yarıda kesilen ve tamamını dinleme zorunluluğu hissettiğim bir şarkıyı da bırakıp müsaadenizi istiyorum. Görüşmek üzere!

Kaynakça:

http://tr.web.img4.acsta.net/pictures/19/02/25/12/04/4106093.jpg

https://www.google.com/url?sa=i&url=https%3A%2F%2Fwww.imdb.com%2Ftitle%2Ftt8664284%2Fmediaviewer%2Frm190233601&psig=AOvVaw00T8rlKAIQVOqk9kaBc-X5&ust=1619907393414000&source=images&cd=vfe&ved=0CAIQjRxqFwoTCMCGosj_pvACFQAAAAAdAAAAABAJ

Leave a Reply