Belki farkındasınız belki de değilsiniz ama okulumuzu, kediler, köpekler ve kuşlar başta olmak üzere pek çok sevimli canlıyla paylaşıyoruz. Hatta birkaç kez küçük ve zararsız bir tilkiyle karşılaştığımı da söylemeliyim. İşte hem kampüsteki dostlarımızın, hem de sokaktakilerin hatırlandığı bir kulüp mevcut: Hayvan Dostları Kulübü. Bugüne kadar, biz insanlar için oldukça eğlenceli, hayvanlar için ise çok faydalı çalışmalar yürütmüşler ve faaliyetlerine hızla devam ediyorlar. Bu kulübü biraz daha yakından tanımak için, başkan Nigarhan Gürpınar ile bir röportaj gerçekleştirdik ve bakın neler öğrendik:
-Kulübünüzü biraz tanıyabilir miyiz?
-Hayvan Dostları Kulübü olarak, hayvanlar üzerine etkinlikler yapıyoruz. Gerçekten de aktif bir üye kitlemiz var. Genellikle hayvanları iki gruba ayırıyoruz: Kampüs içindekiler ve sokak hayvanları, çünkü kampüs içindeki hayvanlar çoğunlukla “sokak hayvanı” olarak algılanmıyor. İnsanların gözünde “Bilkent kedisi” vs. bir izlenim uyanıyor. O yüzden etkinliklerimizi kampüs içi ve kampüs dışı olarak ikiye ayırıyoruz. Kampüs içi etkinliklerde, örneğin, bir grup halinde kedileri görmeye gidiyoruz, çünkü kediler kampüs içerisinde kendini belli eden dominant hayvanlar, belli saklanma yerleri var. Kampüs dışında ise barınak gezilerine çıkıyoruz. Yine kampüs içinde, duyarlılığı arttırma amaçlı atölye çalışmalarımız oluyor, çünkü buralar aslında hayvanların yeri. Biz gelip binalar kurduk, içinde yaşamaya başladık. Bu yüzden bu bilincin, çok katı insanlara aktarılması için, onları biraz daha yumuşatmak için atölye çalışmaları, PR çalışmaları yapıyoruz. Hem üyelerimizle, hem de üye olmayan başka hayvanseverlerle pek çok etkinlik yapıyoruz.
-Hayvanları “sokak hayvanları” ve “kampüs hayvanları” olarak ikiye ayırdın. Peki sence, sokak hayvanlarının en büyük problemleri neler?
-Ankara için konuşmak gerekirse, sokak hayvanları kışın en çok soğuktan, açlıktan ve susuzluktan kırılıyorlar. Açlık ve susuzluk olayı yaz-kış fark etmiyor çünkü. Duymuşsunuzdur, yazın “Sokak hayvanları için kapınızın önüne bir kap su koyun” gibi kampanyalar oluyor, ama kışın da bu ihtiyaçları devam ediyor, ayrıca soğuk nedeniyle daha zor şartlar altındalar. Bu hayvanların böbrekleri çok hassas yerlerde olduğu için soğuktan uzak durmaları gerekiyor. Bu yüzden en büyük problemleri yeme-içme ve barınma. Genelde, büyük köpekler barınaklarda tutuluyor. Kedilerin alınıp barınaklara götürüldüğü bir düzen çok fazla yok, genelde saldırgan olan veya şikayet edilen köpekleri götürüyorlar, ancak barınakların da genelde üstleri açık, bu yüzden aynı dertlerden onlar da muzdarip oluyorlar, bazen de çeşitli sağlık problemlerinden. Bu yüzden sokak hayvanlarının hastalık ve açlıkla karşılaşması daha muhtemel.
-Bu konudaki duyarlılık toplumda ne seviyede?
-Aslında toplumumuz eskiden beri hayvanları sever, ancak bazı insanlarda nedense önyargılar var: “Elleme, pistir.” “Dokunma, tırmalar.” “Isırır” vb. Ancak son zamanlarda dikkat ediyorum, kişisel konuşmak gerekirse insanlarda bir yumuşama görüyorum. Belki de internet çağının etkisiyle insanlar örgütlenip yardım edebiliyor. Mesela, geçen sene İzmir’de bir kedinin tekmelenmesi olayında insanlar ayaklanmışlardı ve kamuoyu oluşmuştu. Düşünün, tek bir kedi için. Normalde, bunun gibi olaylar çok yaşanıyor. Şahsen pek çoğunu gözlerimle gördüm, ama artık öyle bir devre geldik ki, gerek internet olsun, gerek haber ağı olsun, gerek sokaklara konulan kameralar olsun, bunlarla artık olaylar su yüzüne çıkıyor. Hayvanlara yöneltilen kötü davranışların, insanlığa sığmayacağı bilinci oluşuyor. Zaten, bunun bilinçaltında farkındayız. Biz hayvansever bir toplumuz, ancak uzaktan sevmeyi tercih ediyoruz. Artık, onlar için bir şeyler yapabilir duruma geldik. Örgütlenip şikayet edecek, gereğinin yapılmasını isteyecek ya da hayvanlar hakkında yasa çıkarmak için imza toplayabilecek bir toplum haline geldik. Geçen sene biz hayvanlara tecavüzün, şiddetin ve bu gibi eylemlerin kabahatler yasasından, normal ceza yasasına geçmesini, yani normal bir insana zarar vermiş gibi sayılmasını sağlamak için bir imza kampanyası düzenledik. Bu zaten dışarıda yapılan bir kampanyaydı, biz kampüs içine taşıdık. Ve yoğun bir ilgi vardı. Topluma baktığımda, insanların yumuşadıklarını, biraz daha korumacı bir tutuma yöneldiklerini ve hayvanlara kötü davranan insanların bir şekilde toplumdan sosyal baskıyla izole edilmeye başlandığını görüyorum. Belki de böyle değildir, ama kişisel gözlemlerim bu şekilde.
–Kulüp olarak geçmişte ne gibi aktiviteler yaptınız?
-Geçmişteki aktivitelerin bir kısmından bahsetmiştim. Çeşitli barınaklara gittik, tek bir tane değildi. Dönem içerisinde mutlaka barınak gezilerimiz oluyor. Kampüsteki kedileri ziyaret ediyoruz. Kediler, köpeklere nazaran daha yerleşik hayvanlar. Çağırınca çıkıyorlar, çoğu insan canlısı, yerleri belli. Bu yüzden böyle gezintilerimiz oluyor. Bir atölye çalışması yapmıştık. Orada, duvarların arasına konulan bir izolasyon malzemesinden parçalar kesip boyayarak hayvan figürleri oluşturmuştuk. Belki A binasının girişinde görmüşsünüzdür, orada uzun süre kaldılar. Onun dışında “Ben de Bilkentliyim” adında bir PR çalışmasına başladık. Kampüsün güzel, uzun tüylü bir kedisinin resmini alıp altına bu sloganı yapıştırdık. “Ben de Bilkentliyim, aslında burada bir sürü hayvan yaşamakta. Lütfen benim de buralı olduğumu unutmayın, bana kötü davranmayın” mesajı veren bir posterle bu çalışmada yaptığımız maketleri sergiledik. Bu maketleri isteyen oldu, posterler kapış kapış gitti, hala isteyenler var. Biz artık bu PR çalışmasının bir sonraki ayağını düşünmeye başladık. Çünkü artık kedilerin varlığı kabullenilmiş durumda, “Bilkent kedileri” diye bir olgu var. Bunun dışında imza kampanyamızı söyledim, kulübün fikri değildi, Türkiye genelinde imzalar toplanıyordu uzun süredir, okul açılınca biz de kulüp adına onların kampanyasına destek olmak üzere bir imza kampanyası yaptık. Hayvan hakları üzerine seminerler yaptık, bunlara devam etmeyi de düşünüyoruz. Kulübümüzün asıl amacı aslında şu: Hayvanseverler var, hayvanlara pek sıcak bakmayan bir kesim var, ama bunun dışında hayvanlara kötü davranan, eziyet eden insanlar da var. Bunları günlük hayatımızda gözlemliyoruz. Bu insanları, en azından “hayvanları pek sevmiyorum, hayvanlara bir türlü ısınamadım” seviyesine çıkartmaya çalışıyoruz. Elbette insanları zorlayarak bir şey yaptıramayız, o nedenle bu kesimi biraz daha yumuşatmaya, hayvanların varlığını göstererek kabul ettirmeye çalışıyoruz.
-Bu arada gelecekteki etkinlik planlarınızdan da biraz bahsettin. Başka ne gibi planlarınız var?
-İnsanlar, Hayvan Dostları Kulübü’nün sadece hayvanseverlerden oluştuğunu düşünüyor. Hayır, sadece hayvanseverlerden oluşmuyoruz. Artık iş başvurularında, devlet memurluğunda bile sosyalleşmek önemli bir kriter. Bazı insanlar sadece sosyalleşmek için katılıyorlar. Hayvanları aşırı derecede sevmeseler bile onlar da büyük bir ilgi duyuyorlar. Hayvan hakları konusunda yaptığımız seminerlerin sertifikalı olanlarını düzenleyeceğiz. “Ben mühendislik okuyorum, hayvan hakları sertifikası ne işime yarayacak?” gibi düşünceler olsa da, aslında bunlar sosyalleşmenin bir göstergesi; sizin kendi alanınız dışında, gönüllü olarak bir şey yaptığınız mesajını veriyor.
Bunlar dışında, şehir dışındaki bir barınağa gezi düzenlemeyi düşünüyoruz. Umarım kısıtlı olan bütçemiz buna yeter ve gidebiliriz, çünkü Ankara civarındaki barınakları artık biliyoruz. Aramızdan insanlar oraya sürekli bağış yapmaya başladı. Ara sıra bir paket mama göndererek, bir veteriner masrafını karşılayarak da yardımda bulunulabiliyor. Yani bunlar insanları yumuşttığı için şehir dışına taşımak istiyoruz. Bize zaten bir teklif gelmişti, umarım bunu değerlendirebiliriz. Ayrıca, bir fotoğraf yarışması düşünüyoruz. Seminerlere belli alanlarda ismi duyulmuş insanları getirmeyi planlıyoruz. Bunun için görüşmelerimiz oldu, umarım tahmin ettiğimiz kişi gelebilir. O zaman kampüste çok büyük bir değişiklik olacak diye düşünüyorum.
-Peki bu kişi hakkında bir ipucu alabilir miyiz?
-Tahmin ettiğimiz kişi gelirse, çok şaşıracağınız bir isim olacak. Kendisi adını her zaman duyduğunuz hayvanseverlerden değil, ama bir hayvansever. Umarım gelir =)
-Son olarak, varlığınızın Bilkent Üniversitesi’ne, öğrencilere ne gibi şeyler kattığını düşünüyorsunuz?
-Bilkent Üniversitesi öğrencileri, belirli bir seviyenin üstünde kişiler. Hepimiz düşüyor, kendi fikirlerimizi söyleyebiliyoruz. Aynı zamanda derslerimizde başarılıyız ki, okulumuzu bitirebiliyoruz. Okulumuz gerçekten yoğun bir eğitim sistemine sahip. Onun dışında, hem bu tür bir eğitim alıp hem de sosyalleşilebildiğinin bir kanıtıyız bence. Çünkü insanlar kendi alanıyla ilgili işler yapıyor, tamam, ancak, tamamen kendi gönüllülüklerini koyarak yaptıkları işlere sosyalleşme adı veriliyor. Hem hayvanlar açısından, hem de insanlar açısından onlara birçok şey kattığımıza inanıyorum. Hayvanların varlığının daha hissedilir olmasının, daha hoşgörülü bir ortamın yaratılmasının, yolda yürürken gördüğünüz hayvalara sandviçinizden bir parça -kendi isteğinizle- vermenizin bunların birer göstergesi olduğunu düşünüyorum.