Başlık ilk bakışta yan yana sıralanmış alakasız üç kelime gibi durabilir ama yazıyı okuyunca niye bu başlığı kullandığımı anlayacaksınız. İlk kelimeyle başlayalım, kendisi benim hayatımda çok önemli bir yere, bir değere sahiptir. Kendisiyle tanışmamızın üzerinden dört yıl geçti, bu zatı hâlâ takip ediyorum. 25 Şubat Pazartesi yani bu akşam Ankara’da bir gösterisi olduğunu öğrendim. Bu akşamki gösterisini izleme fırsatım olamadı ama geçen yılki hâlâ aklımda. Gösteri Cüneyt Gökçer Sahnesi’ndeydi. Biraz yaşlanmış ama bu sürede yaşı ile birlikte bilgisini de arttırmış bir halde yine karşımızdaydı. “Dört yıl önce imzaladığı kitap keşke yanımda olsaydı çıkışta gösterirdim, üzerine konuşurduk” diye ben kendi kendime düşünürken İstanbul’da açtığı Oyuncak Müzesi’nin kazandığı çok önemli bir ödülü almak için İtalya’ya gitmesi gerektiğini ve uçağa yetişmek için imza veremeyeceğini söyledi. Hâlbuki ben o an kendi kendime ilk başta el yazısı dolayısıyla Ruşen Beylerin diye okuduğum ancak kitabı okuyunca anladığım imzasına düştüğü notu düşünüyordum. “Rosenberglerin onurlu direnişiyle”
Gelelim ikinci kelimeye: Hürkuş. Cahilliğimden olsa gerek ilk kez Sunay AKIN’dan dinlediğim çok dramatik bir hikâyenin başkahramanı olur kendileri. Türkiye’de günümüzde adet olduğu gibi sadece kendini düşünmeyen, sadece kendine çalışmayan, halk için çalışan, üreten hatta savaşan bir kahramandan bahsediyorum. Türkiye’deki tüm hava alanlarının isimlerini bilmiyorum ama bizim ülkemizde vefa göstermek demek ismini bir yerlere vermek olarak algılandığından bu hava alanlarından birinin tepesinde büyük harflerle yazıyordur Vecihi Hürkuş diye. Kendisi 1.Cihan Harbi’nde Ruslara esir düşmüş, Hazar Denizi’ndeki esir tutulduğu adadan kaçarak İran’a kadar yüzmüş ve yurda dönmeyi başarmıştır. Yine günümüzde cesaret edilemeyecek şekilde -zira bu kahraman adam 1896 doğumludur ve pilot olarak savaşa katıldığında henüz 18 yaşındadır- bu esirlik tecrübesinden dolayı korkuya kapılıp savaşmayı bırakmak yerine Kurtuluş Savaşı’nda da görev almıştır. Keşif ve bombardıman uçuşları ve düşürdüğü Yunan uçağının yanı sıra henüz Yunan kuvvetleri tam olarak çekilmemişken, İzmirlilere moral vermek ve Yunanlıların çekilişini hızlandırmak amacıyla uçağının arkasına astığı bayrağı İzmir semalarında dalgalandırmıştır. Henüz 1925 yılında yaptığı ilk uçağı “VECİHİ K-VI”nin deneme sürüşünü yaptığı için ödül almamış aksine ceza ödemiştir zira o devirde canım ülkemde havacılık uzmanını geçtim, havacılıktan anlayan bulunmadığı için bizim kahramana “uçuş izni olmadan havalanmak” suçundan ceza verilmiştir. Ha bunlar sonucu kahraman yılmış mıdır, tabi ki hayır. Çalışmalarına İstanbul’da sivil olarak devam etmiş yeni uçaklar geliştirmiş ve 1954 yılında ilk sivil havayolu şirketimiz Hürkuş Havayolları’nı kurmuştur.
Bu dramatik hikayenin devamı şöyle: Şirket batar ya da birileri tarafından batırılır,- amma komplo teorisyenisin demeyin daha sırada Demirağ var- bizim kahraman ekonomik olarak dar boğaza girer, uçak imalatını durdurmak zorunda kalır, peş parasız bir halde Ankara’da anılarını yazarken, bir kaza sonucu beyin kanamasından komaya girer. “Gözleri ve kalbi göklerde olan Vecihi Hürkuş, insanların aya ayak basmak üzere uçtuğu gün olan 16 Temmuz 1969 tarihinde Gülhane Askeri Tıp Akademisi Hastahanesi’nde hayata gözlerini yumar“(1). Ertem Eğilmez’in yönettiği Gülen Gözler filmindeki “Vecihi” karakterini herkes hatırlar ama daha önce Vecihi Hürkuş’un fotoğrafını gören pek yoktur. Aşağıdaki resimde biri daha var, hani şu kendisi için küçük ama insanlık için çok büyük olan adımı atan muhterem: Neil Armstrong. Aynı gün dünyanın iki ayrı köşesinde birbirlerini hiç tanımayan iki adam… Biri ülkesine hizmetle geçen ömrünün sonunda sefalet içinde hayata gözlerini yumuyor, diğeri uzay yarışında aya ilk ayan basan adam olacak olmanın verdiği heyecanla ve bütün bir ülkenin desteğiyle fezaya doğru yola çıkıyor. Sunay AKIN’ın çok sevdiğim bir sözü var: “Damayı herkes oynar, önemli olan satranç oynayabilmektir”. Şimdi şuna karar verelim hangisini oynamak istiyoruz? Tabi bu saatten sonra oyuna alırlarsa… Biz en iyisi iphone’larımızla oynamaya devam edelim.
Galatasaray kafilesi hava muhalefeti nedeniyle Sivas Nuri Demirağ havalimanına iniş yapamadı. Bu haberde acaba kaç kişi havalimanının ismine dikkat etti?
“-Abi ne havalimanıymış adı ya?
-Nuri Demirağ dedi herhalde
-O kim ya?
-Valla bilmiyorum ki eski valilerden filan herhalde
-Haaaaa”
The Aviator( Göklerin Hakimi), başrolde Leanardo Di Caprio, izlemeyen yoktur. Amerikalı bir girişimci, film çekmek ilk kez kullandığı uçakları , 2. Dünya Savaşında ordudan aldığı siparişleri vaktinde teslim edemediği için iflasın eşiğine gelen ama sonunda hayali olan “Hughes H-4 Hercules” uçağını yapmaya başaran Howard Hughes’ün hayatını anlatır.
Nuri Demirağ ile Howard Hughes, aynı sektörde aynı yıllarda hemen hemen aynı işleri yapan iki insan. İkisi de batırılmak istenmiş, ikisi de direnmiş Hughes süper güç A.B.D.’den itibarını geri almayı başarmış fakat Demirağ itibarını alamadığı gibi elindekilerden de olmuş. Tahmin ettiğiniz gibi Demirağ soyadı kendisine Atatürk tarafından verilmiştir. 10.yıl marşında okuruz hep bir ağızdan “Demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan” işte Nuri Bey örmüştür zira Fransızlar aldıkları ihaleyi tamamlamadan ülkeyi terk etmişler bunun üzerine Nuri Bey ihaleyi tamamlamıştır. Bundan sonra bu dizeleri her duyduğunuzda Nuri Demirağ gelir mi aklınıza?
Hughes girişimci dedik ya, Demirağ için ne demek lazım onu bilemiyorum. Keban Barajı’nın projesini daha o yıllarda hükümete sunmuş ve aldığı cevap tahmin ettiğiniz gibi… Gök Üniversitesi açmak istemiş memleketi olan Sivas Divriği’ne ve aldığı cevabı siz yine tahmin edebilirsiniz… Golden Gate Bridge desem bilirsiniz herhalde, peki İstanbul Boğazı’na bir tane Golden Gate desem… Nuri Demirağ bunu da hükümete sunmuş, “bakın plan proje hazır, mühendisler hazır, ekip hazır, bir izin bir de destek istiyorum.” Aldığı cevap mı? Yine bildiniz sayın okur tebrik ediyorum tabi ki red…
Hülâsa Nuri Demirağ giriştikçe devlet reddetmiş en sonunda Beşiktaş’taki fabrikasını da kapatıp rahatlamışlar. Ne gerek var efenim ülkede sivil müteşebbise filan çok rica ediciğim, uçağınızı da alınız gidiniz demişler… Hani tarih dersinde hep söylenir: ”Cumhuriyet’in ilk yıllarında sivil teşebbüsler desteklendi fakat ortaya girişimci çıkmadığından ve bu yolla ülke ekonomisine yeterli katkı sağlanamadığı anlaşıldığından devletçi politika izlendi”. Şimdi Nuri Demirağ sağ olsa ve bu satırları tarih kitabında okusa ne derdi? Belki de o yıllardaki bir sözüne kulak vermek gerek.
“Avrupa’dan, Amerika’dan lisanslar alıp tayyare yapmak kopyacılıktan ibarettir. Demode tipler için lisans verilmektedir. Yeni icat edilenler ise bir sır gibi, büyük bir kıskançlıkla saklanmaktadır. Binaenaleyh kopyacılıkla devam edilirse, demode şeylerle beyhude yere vakit geçilecektir. Şu halde Avrupa ve Amerika’nın son sistem tayyarelerine mukabil, yepyeni bir Türk tipi vücüda getirilmelidir.” Nuri Demirağ, 1936
Hürkuş vs. Armstrong, Demirağ vs. Hughes, Dama vs. Satranç
Ne oynuyoruz, kararı verdik mi?