imagesDoğduğumuz andan itibaren, aslında hepimiz kendi sırça fanusumuzun içindeyizdir. İncecik bir fanus… Sadece hayata gözümüzü açtığımız o ilk saniyenin kıvamında, incecik bir fanus. Kendimizden her an bir şeyler katarak büyütürüz fanusumuzu. Bir tutam anne sevgisi, dokunuşu ve gülümsemesi; ardından bir çay kaşığı ucuyla eklenen gözyaşıyla birlikte, fanusumuzu büyütmek için ilk malzemeleri katarız. Bizi biz yapan aslında hep o fanustur. Bir yandan içine kattıklarımızla kendimizi geliştirirken, bir yandan da içine ne kadar sokulursak; o kadar uzaklaşırız hayattan.Bazen hayat kendi kendine çatlatır fanusumuzu; en beklemediğimiz, fakat en hassas yerinden. Küçük bir cam parçası her çatlamada ruhumuza incecik bir çizik atar ve o çizik hep kanar. Sanki kan değil de; biz akarız ince ince, sıcak sıcak… Biz, o incecik çiziklerden sıza sıza tüketiriz kendimizi. Biri gelir iyileştirir, biri gelir; daha da akıtır. En sonunda gün gelir, kendi kendimize iyileştirmeyi ve o çiziklerle yaşamayı öğrensek de; zaman çoktan azalmıştır.

tumblr_lxfo7xaf6u1r4d4pno1_500

Sylvia Plath, ‘Sırça Fanus’ adlı yapıtında: “Yaşamımın, öyküdeki yeşil incir ağacı gibi önümde dallanıp budaklandığını görüyordum. Her dalın ucunda tombul, mor bir incir gibi eşsiz bir gelecek beni çağırıyor, göz kırpıyordu. İncirlerden biri, bir eş, mutlu bir yuva ve çocuklardı. Bu incirlerin üzerinde ve ötesinde, ne olduklarını pek çıkaramadığım bir sürü incir daha vardı. Kendimi dalların çatallandığı noktada otururken görüyordum ve incirlerden hangisini seçeceğime bir türlü karar veremediğim için açlıktan ölüyordum. Hepsini ayrı ayrı istiyordum incirlerin ama birini seçmek ötekilerin hepsini kaybetmek demekti ve ben orada karar veremeden otururken incirler buruşup kararmaya başlıyor, birer birer toprağa, ayaklarımın dibine düşüyorlardı.”  diyerek; kendi fanusunun, ruhunda açtığı çizikleri incir ağacı imgesini kullanarak anlatır. İncir ağacının kökleri gibi, acılar da ruhuna işlemiştir ama acı, hayatı tatmasına ve yaşamasına engel olamamaktadır. Aksine acı, yaşaması için ona her seferinde zevk vermektedir.

Acılarımız, gözyaşlarımız ve öfkelerimiz, yavaş yavaş kalınlaştırmaya başlar fanusumuzu. Önce acır canımız, sonra da acıdan zevk almaya başlarız. Acı bizi olgunlaştırır, hayata bakışımızı değiştirir ve yaşayacağımız zorluklara karşı güçlü kılar; fakat ruhumuz acıyı bu kadar bağrına basamaz. Zamanla pes eder. İnsanlara ve topluma karşı duyarsızlaşmaya başlarız ve her seferinde daha çok yıpranmaktan, adeta nasırlaşır ruhumuz.
bluedream-457x315

İçimizdeki o acıyı susturmak için, kimi zaman bağırır; kimi zaman da yazarız. Yazmak, tek kişilik kutsal bir ayin gibidir. Kâğıt ve kalemse sadece birer araç… Ruha kazınmış olan tüm o çığlıklar, kesikler, çürükler ve acılar ruha amade olup dökülür birer birer satırlara. Gözyaşı tutamaz kendini, bırakır ruhtan fırlayan o saf kelimelere. Kelimeler bizdir, içimizdir ve saftır; çünkü sadece bizim hissettiklerimiz ve yaşadıklarımızdan oluşmaktadır.

e-is-for-esther-greenwood-from-the-bell-jar-by-sylvia-plath-1340029718_b

 

İçlerde ta derinlerde bir ses, hep yaşamın güzelliklerini yeniden hissetmek, fanusu inceltmek ve sokulduğu o ıssız kuytulardan çıkmak ister. Bazen pencere kenarında ansızın açıveren mor bir çiçek ya da cıvıldayan bir serçe bunu başarır. Yaşamın nasıl bir şey olduğunu hatırlamak, fanusu inceltmek ve mutluluğun farkına varabilmek için; büyük ve ulaşılmaz şeylere ihtiyaç yoktur. Kendimizle barışmak, yaralarımızı ve acılarımızı olduğu gibi kabullenip fanusumuzu beslemek bizi hep biz yapacaktır.

Leave a Reply