Çoğu kez hepimiz düşünmüşüzdür, elimizdeki bir bardak sıvıyı anlatmak isterken dilimizden neden “su, “çay”, “kahve”, “soda” kelimelerinin döküldüğünü. Ya da, neden “anne” gibi iki hecelik bir kelime beynimizde bir kişiyle eşleşmiş ve bu böyle söylenegelmiş de; niye bir başka iki hece değil? Bunları düşündükçe; dilin, beyin kadar karmaşık ve gizemli olduğunu söylemek yanlış olmaz diyebilirim.
Bir de yapısal olarak olarak böyle karmaşık bir sistem yetmezmiş gibi; dil ülkeden ülkeye, hatta aynı ülkenin şehrinden şehrine farklılık gösteriyor. Kimimiz “Nereden çıkmış bunca dil, ben daha İngilizce’yi öğrenemedim.” diye hayıflanırken; kimimizse farklılıklar zenginliktir mottosuyla, ne kadar çok dil öğrensem o kadar iyidir tarafında yer alıyor. “Dünya üzerinde kaç dil var?” diye etrafımıza bir sorsak, cevaplar havada uçuşur: Türkçe, İngilizce, Almanca, Fransızca, İspanyolca, Çince, Japonca, Arapça, İtalyanca, Rusça… Listenin ne kadar uzadığını sizler de biliyorsunuz. Bu cevapların arasında, birkaç insandan sıra dışı cevaplar duyarız. Bunlardan biri de Esperanto. Bir kahve çeşidi gibi dursa da, öyle olmadığı belli. Peki nedir bu Esperanto?
Esperanto; bildiğimiz dillerden oldukça farklı olarak yapay bir dil, yani diğer diller gibi kültürle beslenmiş, uzun sürede oluşmuş bir şey değil. Hiçbir doğal dil için, şu kişi tarafından oluşturulmuş diyemeyeceğimiz aşikar, bu dil içinse tam tersi: Esperanto, 1887 yılında Leh göz doktoru Ludwik Lejzer Zamenhof tarafından yapılandırılmış. Farklı, apayrı dillerin insanlar arasında kopukluğa sebep olacağını düşünen Zamenhof (kendini Dr. Esperanto olarak tanıtmıştır.) bu yarattığı yapay dille ortaklığı hedeflemiş, bu sayesinde iletişimin kolaylaşacağını düşünmüş. Dilin kurallarını ise, ‘Fundamento de Esperanto’ kitabında açıklamış. Günümüzden de anlayacağımız gibi, amacına ulaşamamış, yine de en çok tanınan yapay dil.
Nereden bu fikir akla gelmiş dersek, Dr. Esperanto küçük yaşlarından itibaren kolaylık sağlamak adına bir dil yaratma fikrindeymiş, sonrasında ise bizlerin hiç hoşlanmadığı istisnaları olmayan 16 temel kurala dayanan bu dili oluşturmuş. Onlu yaşlarında ise bu fikri gerçekleştirmeye başlamış ve dil icadına başlamış. Doğu Avrupa ve Rus İmparatorluğu’nda ilk başlarda tanınmaya başlayan Esperanto, sonraları ününü dünya geneline taşıdı. Dünya Savaşları sırasında yapılan kongreler sayesinde dilin bilinirliği daha da artmış ve resmilik elde etmesinde etkide bulunmuştur. Benim için enteresan olan bir başka durum ise, ne yazık ki Adolf Hitler tarafından bu dili konuşanların antinasyonalist oldukları gerekçesiyle öldürülmesi. Bunda, Hitler’in Dr. Esperanto’nun Yahudi olması dolayısıyla bu dilin dünyanın farklı yerlerindeki Yahudileri birleştirmek için icat edildiğini düşünmesi etkiliydi.
Esperanto çeşitli zamanlarda, çeşitli bölgelerde canlılık gösterse de; hala istenilen seviyeye gelememiştir. Yapısal olarak oldukça serbest olan Esperanto’da öğelerin yeri değişse de, cümlenin anlamı değişmez. Alfabe olaraksa Latin alfabesi tercih edilmiştir. Almanca, Fransızca gibi dillerdeki ek (“artikel”) çeşitliliğine nazaran, Esperanto’da da İngilizce’deki gibi tek bir ek vardır (“la”), bu da bir başka kolaylıktır. Böyle bir dil var fakat kimler konuşuyor ki dersek, tahminlere göre 1000 kişi ana dil olarak Esperanto konuşmakta. Bunlar ise, genelde dünya çapındaki bu dilin toplantılarında tanışmış ve ortak olarak bildikleri tek dil bu olan çiftlerin çocukları.
Birkaç cümlesini dahi inceleseniz dilin kolaylığını rahatça fark edecek ve kendinize yakın bulacaksınızdır.
Esperanto’dan birkaç alıntı:
“Saluton!” = Merhaba
“Bonan apetiton”. = Afiyet olsun
“Dankon.” = Teşekkürler.
“Kio estas via nomo?” = Adınız nedir?
“Mi amas vin.” = Seni seviyorum.
Kübra
Bir kahve çeşidi olduğunu düşünmesem de başlığı okuyunca kafamda bir şeyin canlanmadığını görüp merakla yazını okudum. Ne ara başladım, ne ara bitti anlamadım bile. Böyle enterasan bir konuyu böyle güzel dile getirdiğin için teşekkürler, emeğine sağlık :)
Mualla Betül Özkan
Sevgili Kübra değerli yorumun için çok teşekkür ederim, beğenmene çok sevindim.:)