Genel anlamda sinema salonunda oturan seyirci, beyaz perdeye düşen ilk karakterle değil, sesini ilk duyduğu karakterle özdeşleşir. Yani filmi izlemeye başladığında, artık kendisini onun yerine koymuştur ve karakterin yaptığı hatalarda, hissettiği acılarda ona eşlik edecektir. Özellikle Amerikan sinemasında çok kullanılan “Kahraman Döngüsü”nün başarısı da buradan gelir. Kahraman çoğunlukla “öylesine birisi” olarak hayatını sürdürürken seyirci onun gözlüklerini takar. Ardından başına inanılmaz bir şey geldiğinde aynı karakterin yaptığı gibi rahatını bozmaktan kaçınmaya çalışır ancak olaylar çerçevesinde rahatlık alanından çıkmak zorunda kalır. Yani, hiç hoşlanmadan, rahatça hayatını sürdüğü çevreden ayrılır.

Kahraman döngüsü çarklarının dönmediği filmlerde ise, tanrısal bir bakış açısından olan biteni seslendiren dış ses, yani anlatıcı, bu özdeşleşme denklemini yerle bir eder.  Bunun bilerek yapılmış olduğu birkaç örnek olsa da, ne yazık ki genel olarak, sadece bir yapımı eksik olan bir nokta olduğu da olur. Özellikle filmin kolaylıkla anlaşılmasında ve daha ilgi çekici olmasında yönetmene büyük kolaylık sağlar bu yöntem. Yine de daha alışılagelmiş olmasını da bu şekilde kaçınılmaz yapacaktır.

Kısaca kahraman döngüsü, bir tercih olarak dikkatle kurgulanmış bir yerde olabileceği gibi filmde, sırf kurguyu kolaylaştırmak için de kullanılabilmekte ve filmi sıradan bir hale de getirebilmektedir.

Crimson Peak (Kızıl Tepe)

Bir “perili ev” konseptli film olarak tanımlanabilecek olan Guillermo del Toro’nun Crimson Peak‘i, Jessica Chestain, Mia Wasikowska ve Tom Hiddleston’ın performanslarını içeriyor.

Film, gitgide gerilim damarına yüklenirken araya giren anlatıcının söyledikleri, filme gerçek bir değer taşıyor mu, tartışılır. Hikâye, gerçekten bu tekniğin kullanımını gerektirecek kadar karışık değil. Ancak hitap ettiği kesim itibariyle ilgiyi dağıtmamak ve filmi toparlamak adına kullanılmış olduğu varsayımında bulunulabilir.

Eternal Sunshine of The Spotless Mind (Sil Baştan)

Michel Gondry’nin filmi oldukça nev’i şahsına münhasırdır. Öyle ki burada aslında anlatıcının varlığının mantıklı olup olmadığını tartışmak bile bir soru işareti olabilir çünkü tam bu noktada yönetmenin ve senaristin takdiri neyse o oluyor. Ancak bir tercih olarak, yine de filmin ahengini sağlamakta çok yerinde olduğunu söylemek lazım. Özellikle filmin genelindeki ağır başlı temanın ortaya çıkmasında, alçak ses ve yumuşakça konuşan ana karakterin sesiyle destekleniyor olmasının katkıları büyük.

Fight Club (Dövüş Kulübü)

Bu filmi anlatmaya çok gerek yoktur sanıyorum. Bilen bilir, bilmeyene kitabıyla beraber tavsiye edilir.

Anlatıcıya gelecek olursak, David Fincher’ın bu filminde en değerli görevi, Chuck Palahniuk’in efsanevi benzetmelerini vermesi sanırım.  “Ben Jack’in kırık kalbiyim” gibi, “Ben Jack’in… “ diye başlayan cümlelerin namı yürüdü zaten. Palahniuk’un daha güzel bir anlatımını hayal edemiyorum.

Hem “Büyük Turist Marla” dediği sahne olmazsa olmazdı. Bu karşılaşma sahnesinin büyüsünü kaybetmemek uğruna, onu bir diyaloğa sığdırmak fazlasıyla yorucu olurdu izleyenler için.

 

 

 

 

American Pastoral (PastoralAmerika)

Phllip Roth’un 1997’de yazdığı romanın bir adaptasyonu olan film, eleştirmenlerce fazlaca taşlanmasına rağmen anlatıcısı bakımından oldukça ilgi çekici.

Filmin anlatıcısı, tamamen olaylardan bağımsız, olaylara dış kapının en dışından saçma sapan bir mandal olan anlamsız bir karakter. Bu adamın olaylarla herhangi bir gerçek bağlantısı olmadığı gibi, bir film boyunca herhangi bir açıdan ilerlemiyor da gelişmiyor da. Onu nasıl bulduysak, gerçek zamanda yarım saat sonra enteresan bir konuşma yaşamış bir adam olarak aynen buluyoruz. Esasen, filmin ilk on dakikasında ortaya çıkan ve karakter olarak, seyircinin özdeşlemesini beklediğimiz karakter oluyor. Ancak esas itibariyle filmde, başı ve sonu saymazsak hiç gözükmüyor.

Bazı seyircileri sinirlendirip filmin yetkinliğinden çalmakla suçlamaya iten bu davranış aslında çok riskli bir hamle olmakla beraber, fark edilmemiş bir hata olmaktan çok, özenle tercih edilmiş bir teknik olduğunu düşündürebiliyor. Film, gerçek anlamda onun gözlerinden izlendiğinde, asli karakterleri oldukları haliyle görmek ve değer yargılarını onlara göre şekillendirmek mümkün oluyor.

Kaynakça ve Devam Okumaları

http://www.hollywoodreporter.com/review/crimson-peak-film-review-831261

http://www.rogerebert.com/reviews/american-pastoral-2016

http://www.rogerebert.com/scanners/fight-club-punching-in-the-dark

http://www.rogerebert.com/reviews/eternal-sunshine-of-the-spotless-mind-2004

Görseller

http://www.independent.co.uk/arts-entertainment/tv/news/eternal-sunshine-of-the-spotless-mind-tv-series-jim-carrey-kate-winslet-michel-gondry-2004-a7351416.html

These ‘Fight Club’ I Am Jack’s ____ GIFs Are Pretty Cool

Review: Crimson Peak Probably Isn’t What You Think, But It’s Still Pretty Awesome

https://www.fandango.com/americanpastoral_193792/moviephotosposters

 

Leave a Reply