Bugünlerde kaçımız distopik bir evrende sıkışıp kaldığımızı ve ana kahramanın gelip dünyayı kurtaracağını umutla bekliyor? Romanlarda okuduğumuz, bilim kurgu filmlerinde izlediğimiz canavarlarla hayatımız boyunca hiç karşılaşmayacağımızı düşünen oldu mu?
Her ne kadar romanlardaki betimlemelerle hayal gücümüzü bağdaştırarak aklımızda yer verdiğimiz ya da bilim kurgu filmlerinde gördüğümüz canavarlara benzemese de Korona virüs (COVID-19) şu sıralar distopik bir evrenden bizim dünyamıza düşmüş ve Türkiye’nin de içinde bulunduğu birçok ülkeyle mücadele içinde olan acımasız bir canavara benziyor. Korona virüs, Yüzüklerin Efendisi’ndeki Sauron, Harry Potter’daki Voldemort, Yenilmezler’deki Thanos gibi dünyamızın baş düşmanı.
Bu virüsün yayılma hızını yavaşlatmak adına evde kalmak ve sosyal mesafenin arttırılması gibi zorunlu tedbirlerin alınmasıyla insanlar daha çok evde kalmaya bunun sonucunda da daha çok film izlemeye, kitap okumaya başladı. Bu süreçte insanlar nasıl bir virüs türüyle karşı karşıya kaldıklarını tam olarak kestiremediğinden, sosyal medya ve internet siteleri üzerinden yapılan paylaşımlarda da korona virüs bazı film veya dizilere ya da kitaplara benzetildi. İnsanların bu yolu tercih etmesinin altında yatan asıl sebebin ise hakkında tam bir bilgiye sahip olunmayan bu virüsü benimseyip günlük yaşamlarının içine alarak daha iyi mücadele etmek ve bunun toplumsal hayattaki etkilerini daha iyi gözlemleyebilmek olduğunu düşünüyorum. Şimdiye kadar çıkan haberlerde ise toplumsal hayattaki değişimlerin bazı olumsuz etkileri olduğunu gözlemlediğimden, José Saramago’nun “Körlük” romanındaki toplumsal yozlaşmanın, bugünkü halinin özelliklerini taşıyan fakat çöküşün had safhaya ulaştığı distopik bir hali olduğunu fark ettim.
Nobel Edebiyat Ödüllü, Portekiz yazar José Saramago, toplumsal yaşamın nasıl bir vahşete dönüşebileceğini Körlük romanında gözler önüne seriyor. Roman, trafikte, kırmızı ışıkta duran bir arabanın içindeki kişinin aniden kör olmasıyla başlıyor ve körlüğün bir salgın hastalık haline gelip hızla yayılmasıyla çıkan keşmekeşi, bu keşmekeş sonrasında ise yaşanan toplumsal çöküşleri konu ediniyor. José Saramago, bu karmaşa içindeki toplumsal çöküşü anlatırken, sadece olay örgüsüyle değil, romanı yazım biçimiyle de kendi yarattığı distopik dünyada meydana gelen psikolojik ve sosyolojik değişimleri okuyucularına somut bir şekilde sunuyor. Yazarın kaleme aldığı hiçbir karakterin roman boyunca ismini öğrenemiyorsunuz, sadece sıfatlarla anılıyorlar ve bu yolla Saramago, bir salgın hastalık çıktıktan, ülke tümüyle bir kaosa sürüklendikten sonra insan olmanın, insancıl davranış sergilemenin önemini yitirdiğini vurguluyor. Romandaki karakterler sadece insan oldukları için yaşamaya değer bulunmuyorlar, yaşamak için işlevsel olmak zorunda kalıyorlar ve işlevselliği sürekli hale getiremedikleri taktirde ise doğal seleksiyonla elenmiş muamelesi görüp hasta oldukları zaman gözden çıkarılan ilk insanlar da onlar oluyor. Günümüz dünyasında ise korona virüsün, bağışıklık sistemlerinin daha zayıf olması sebebiyle altmış beş yaş ve üzerindeki insanlarda daha ciddi hasarlar bıraktığı hatta meydana gelen ölümlerdeki en büyük oranı bu yaş grubundaki insanların oluşturduğuyla ilgili bulgular ortaya çıktığından beri, daha genç nüfus, bu yaş aralığındaki insanlara tercih edilmek zorunda kalınıyor. Fakat insanlar bu bulguyu eksik yorumlamaya başladıklarından beri, bu virüsün yaşlı insanlardan diğerlerine yayıldığı, genç nüfusun hastalık yayma riskinin çok düşük olduğu gibi yanlış bir kanıya vararak toplumsal yönden de insanlar seçilmeye başlanıp yaşlı insanlara karşı linç girişimleri artıyor. Bu virüse karşı alınan koruma tedbirlerinin yerini yaş ayrımcılığı alarak, bu süreç geride bırakıldığı zaman gençlerin yüzünde kızarıklık bırakacak bir toplumsal çöküş yaşanacak.
José Saramago, nokta ve virgül dışında hiçbir noktalama işareti kullanmayarak ve cümlenin başları ya da sonlarının nerede başlayıp bittiğine özellikle özen göstermeyerek, romanında yaratmak istediği bunaltıcı ve kaotik atmosferi okuyucularına da hissettiriyor. Saramago, bu yazım tekniğini özellikle romanda gerginliğin artmaya başladığı ve beklenmedik olayların meydana geleceğinin sezdirildiği bölümlerde kullanarak, okuyucu için olay örgüsünün gidişatını takip etmesini zorlaştırıyor. Yazarın bu amacı gütmesindeki temel sebep ise bilinmeyen bir salgın hastalık üzerinde yeterince bilgi sahibi olmadığını hisseden insanların, abartı ölçüde bundan korku duyduklarını ve bu korkuyu doğru yönetemeyerek toplumsal krize sebep olup yanlış davranışlarla tepki verdiklerini göstermektir. Saramago’ya göre bu yanlış davranışlar insanların vicdanını köreltir ve korkuyla geçirilen zaman arttıkça toplumsal değerler, insan hakları sıkça göz ardı edilir. Bugün, korona virüs yüzünden evde geçirilecek zaman arttıkça yaşam varlığını sürdürme, aç kalma endişesi de artıyor. Bu endişeler doğru yönetilmediğinden toplumdaki korku seviyesi her geçen gün artıyor ve insanlar aç kalmamak için tek çözümün marketleri yağmalamak, ihtiyaçtan fazlasını almak olduğunu sanıyorlar. Amerika’da iki üç paket bez almak yerine yirmişer paket bebek bezi alarak rafları yağmalayan annelerin bebeklerini hayatta tutma endişesi, maddi durumu el vermediğinden sayıca fazla bebek bezi alamayan ve markete tekrar geldiğinde de alacak bez bulamayan annenin bebeğini hayatta tutma endişesine ağır basıyor. İkisi de aynı endişe değil mi? Ya da korku vicdanı görmezden mi geliyor? Daha çok para sahibi olmak bebeğin sahip olduğu bakım hakkından daha mı önemli? İşte Saramago kendine özgü yazım tekniğiyle okuyucularının kafalarını karıştırarak toplumsal değerleri sorgulatıp toplumsal çöküşlerin altında yatan temel sebepleri onların düşünerek bulmasını istiyor.
Benim “Körlük” romanı ile günümüz dünyasındaki durumu bağdaştırarak bulduğum benzerlikler, başka bir film veya diziyle ya da kitapla Korona virüsün şimdiki haliyle karşılaştırılarak bulunabilecek benzerliklerden sadece birkaçı. Yani benim sosyal medyada ya da internet sitelerinde karşılaştığım olumsuz davranış örnekleri gelecekte meydana gelebilecek toplumsal çöküşün sadece birkaç sebebi. İnsanlar bu salgın sürecini doğru şekilde yönetmeyi öğrenemedikçe romanda işlenen toplumsal çöküşe daha hızlı ulaşılabilir bu yüzden daha önce sergilediğimiz bencilliklerimizden ders alarak şimdiki davranışlarımızın bizi daha kötü hale getirmesini göze almamalıyız.
“(…)Bence biz kör olmadık, biz zaten kördük, Gören körler mi, Gördüğü halde görmeyen körler.”