Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in geçtiğimiz ay ülkemize yapmış olduğu ziyaret çok konuşuldu. Kimileri “Bizans Entrikası” diyerek yapılan 5 maddelik ve 100 milyar dolarlık teknik engelleri kaldıracak anlaşmaya şüphe ile yaklaşırken, bir kesim anlaşmanın yaldızlı kelimelerine kapılıp sadece İngiltere’deki birkaç medya organının haberiyle havaya girerek iyimser yaklaştı. Özellikle ATV Haber(a haber) ve 24 gibi iktidara yakın haber organları “Yahudi Lobisi’ni Titrettik”, “Putin’in Ziyareti Yahudi Baronları Rahatsız Etti” gibi başlıklar attılar. Tabi bunda en büyük etken Putin’in sunduğu doğalgazdaki %6’lık indirim hediyesi oldu. Ancak durum ne Bizans oyunu denebilecek kadar dönemeçli ne de çok iyimser yaklaşacak kadar durağan. Bütün bu süreci anlamak için Rusya ve Türkiye’nin içinde bulunduğu duruma bir göz atalım.
Olaylara Rusya açısından yaklaştığımızda, karşımıza gelir kaybıyla gündeme gelen, uzun vadeli kazançları için kısa vadede çok ekonomik kayıp yaşayan bir ülke görüyoruz. Peki bu durum Türkiye’ye indirimin sunulmasında ne gibi rol oynadı, oynuyor, oynayacak? Burada konu bazı kollara ayrılıyor, onlara değinmek istiyorum. İlk olarak Çeçenistan gibi bazı yerel problemlerinden bir ölçüde kurtulan Rusya, Batı’nın ağır yaptırımı altında, özellikle AB’de Rusya’ya ve Putin’e karşı oluşan antipati 10 yıl öncesiyle kıyaslanamayacak kadar fazla. Bunun yanında Ukrayna’da çok ciddi sorunlar ile karşı karşıya. Avrupa’ya Ukrayna üzerinden satılamayan gaz, Rus ekonomisine eksi olarak giriyor. Bu noktada son zamanlardaki petrol fiyatlarındaki düşüş de Rus ekonomisini olumsuz etkiliyor. Petrol ve doğalgaz pazarı Rus ekonomisinin neredeyse üçte ikisini oluşturuyor ki bu çok büyük bir gelir kaybı anlamına geliyor Rus milyarderler için.
Buna ek olarak Türkiye’ye alternatif olarak kullanılmak istenen Güney Akım Projesi, bugün işe yaramıyor, karlı gözükmüyor Rusya için. Türkiye’nin enerji koridorlarını baltalamak için yapılan bu proje, bugün Türkiye’nin bölgesel bir enerji merkezi olma potansiyeline sebebiyet veriyor. Hele hele son günlerde Irak’tan gelen Kürt gazı ve petrolü Rusya’nın elini zora sokmaktadır.
Bir diğer etken ise İran gazının dünya piyasasına sunulabilme durumu, Eğer İran gazı Rus gazından daha ucuz bir fiyata sunulursa bu Rusya’nın sonunu getirebilecek bir hamle olacaktır. Her ne kadar Rusya ve İran çıkarları gereği ortaklıklara imza atsa da, sonuçta bu ihtimal de Rusya’yı tehdit eden bir unsur. Son ve uzak ihtimal ise Türkmen gazının Anadolu üzerinden Avrupa’ya ulaştırılması. Günümüzdeki jeopolitik olarak mümkün gözükmeyen bu plan da Rusya’yı belli adımlar atmaya itiyor. Dolayısıyla bu çerçevede Putin’in atmış olduğu bu adım, Rusya’nın çıkarlarına uygun görünüyor.
Türkiye açısından ise, bölgesel güç olma amaçları olan ve Avrupa ile entegrasyon sürecini hızlandırmak isteyen bir ülkenin yapacağı mantıklı hamlelerden biri olarak değerlendirilebilir. Çünkü Avrupa’nın enerji ihtiyacı yaklaşık 400 milyar metreküp, bu demek oluyor ki Azerbaycan’dan gelen 10-12 milyar metreküp doğalgaz yeterli değil. Rusya Avrupa’ya bizim üzerimizden satacağı 63 milyar metreküplük doğalgazın 14 milyar metreküpünü bize verirse, zaten 2030 yılı itibariyle Azerbaycan’dan gelecek olan 30-35 milyar metreküplük doğalgaz, daha sonrasında eklenecek olan İran gazı ve mevcut Kürt gazıyla, Türkiye, Yunanistan sınırında 80-90 milyar metreküplük bir doğalgaz biriktirmiş olacak. Bu demek oluyor ki yakın zamanda Türkiye Avrupa doğalgaz ihtiyacının 1/4’ini karşılayabilecek bir potansiyele sahip olacak. Bu durumda Türkiye’nin Putin’in teklifini olumlu karşılaması ülke ekonomisi için de çok büyük bir avantaj.
Ancak Türkiye’nin mevcut siyasi profili maalesef bu planları gerçekleştirebilecek kadar sağlam görünmüyor. Çünkü Türkiye’de Başbakan’ın başdanışmanları ve yardımcıları tarafından sürekli vananın başında otururmuş gibi ‘istediğim zaman kapatırım Avrupa!’ diye yapılan tehdit dolu açıklamalar ile ticaretin gerçekleşeceği kanaatinde değilim. Türkiye’nin “bölgesel enerji hub” olma isteği, Avrupa’nın gazı Türkiye üzerinden almaya istekli olması Türkiye’nin yumuşak dış politikaya, yumuşak güç statüsüne dönmesine bağlıdır. Çünkü yargısında, söylemlerinde ve politikalarında süreklilik olmayan ve sert sertlik bulunan bir Türkiye’yi ne Avrupa ne Rusya tercih eder. Bunun en güzel örneğini Bosphorus Energy Club’ın Başkanı Sayın Mehmet Öğütçü veriyor. Kendisinin Kasım ayında İsrail ziyaretindeyken İsrail Enerji Bakanı ile yaptığı görüşmede, İsrail Enerji Bakanı’nın “İyi ki suyu Türkiye’den almıyoruz” demesi durumu en iyi özetleyen cümledir. Bırakın Kıbrıs’taki Tamar-Leviathan’daki gazın Türkiye’yle paylaşılmasını suyun ticaretinde bile son 4 yıldaki siyasi tutum Türkiye’nin antipati kazanmasına yetti. Ticaretteki en büyük etken güvenilirlik ise Türkiye Cumhuriyeti Devleti diğer ülkelere önce bunu göstermelidir. Aksi takdirde Sayın Öğütçü’nün de belirttiği gibi “Akacak enerji sınırda durmaz.” Kendisine başka yollar da bulabilir. Sayın Öğütçü 8 Aralık 2014 tarihinde PWC’de yaptığı konuşmada bu konulardaki endişelerini bu şekilde belirtiyor. Yukarıdaki sebeplerle de haklı olduğu açıktır.
Bütün bunlar çerçevesinde, Putin’in ziyaretine ve sunduğu hediyelere ne aşırı skeptik yaklaşılmalı ne de son derece iyimser olunmalı. Genel olarak Rusya açısından akıllıca bir adım, Türkiye açısından ise gelecek vadeden bir hamle diye nitelendirilebilir. Ancak Türkiye’nin bir an önce yumuşak güç statüsüne geçerek 2023 yılında gerçekleştiremeyeceği kesin olan hedefleri 2030 yılından sonra gerçekleştirmesi şarttır. Aksi takdirde bölgesel enerji hubı olma hayali ve yukarıda bahsettiğim Avrupa’nın gaz ihtiyacının 1/4’ünün hatta iyi yönetilirse 1/3’ünün Türkiye tarafından pazarlanması hayali başka devletler tarafından gerçekleştirilecektir.