Dünya üzerinde en tehlikeli bulduğum şey ırkçılıktır. Irkçılığın beraberinde getirdiği kontrol edilemez bir nefret ve kin, korkunç ve geri döndürülemeyen sonuçlara yol açabilir. Bu bir silahtır; tehlikeli ve sonunda kimi vuracağı belli olmayan bir silah- kaldı ki namlunun ucu bir anda onu tutana da dönebilir. Son günlerde ırkçı ve seksist söylemleriyle öne çıkan Donald Trump da aldı eline ırkçılık silahını. Dönecek mi acaba namlunun ucu ona da? Zira başkan Trump’ın Irak, İran, Suriye, Sudan, Libya, Somali ve Yemen’i kapsayan yedi Müslüman ülkenin vatandaşlarını ABD’ye almamaya yönelik kararı tüm dünyada şok etkisi yarattı ve büyük tepkiyle karşılandı. Aslında Trump, bir bakıma bir boks maçına hazırlanır gibi hazırlandığı seçimlerde göçmenler konusunda verdiği söz doğrultusunda bazı Müslüman ülkelerden giden mültecilere kapıları kapatmış oldu. Bu da demek oluyor ki bu ülkelerden gelenlerin vizeleri askıya alınacak. Kararnamaye göre ayrıca ikinci bir talimata kadar Suriye’den gelen mülteciler alınmayacak, talimatla birlikte alınacak olan Suriyeliler için ise öncelik Hristiyan olanlara tanınacak. Böylelikle Amerika Birleşik Devletleri’nin 2017 yılı için kabul edeceği mülteci sayısı da bir hayli düşmüş olacak.
Trump’ın imzaladığı karara tepki gösteren vatandaşlar öncelikle havaalanlarına koştu ve kararı protesto etti. Hatta bu yüzden bazıları gözaltına alındı.” Karardan rahatsız olanlar arasında Trump’ın destekçileri de var” manşetli haberler de şu sıralar sıkça yer alıyor medyada. Eski ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright ‘da Trump’a rest çekti. New York Federal Mahkemesi’nden sonra 4 eyalet mahkemesi daha yedi Müslüman ülkeden gelen vatandaşların ABD’ye girişine 90 gün yasak getiren Başkanlık kararnamesinin askıya alınmasına karar verdi ( California, Virginia, Washington vb.). Bu da gösteriyor ki diğer ülkelerden olduğu kadar Amerika’nın kendi içinden de yükselen ciddi sesler mevcut.
Bu karar skandal niteliği taşımaktadır. Irkçılığın korkusuzca ilan edildiği ve “kendisi gibi olmayana” savaş bayrağının çekildiğinin bariz bir göstergesidir. Trump’ın bu etnik kökenler ve Müslümanlar ile ilgili takıntısını anlayabilmiş değilim. Hatta gücü yetse dünyanın her yerine saldırma ve karşı durma potansiyeli olması da bir hayli enteresan geliyor bana. Ancak, şu an için üzerinde durduğum başlıca fikir şu; Trump bir iş adamı olarak, siyaset ve ülke yönetimi konusunda yeterli bilgi ve birikime sahip değil ve bir “piyon” görevi görüyor oturduğu koltukta. Her yönetimin sıkı bir işbirliği içinde olduğu “Amerikan derin devleti”, bu sefer işbirliği içinde değil doğrudan Trump üzerinden ülkeyi yönetiyor. Kararları veren de Trump gibi gözüktüğü için zaten sevimsiz bir mizaca sahip olan bu adam, iyice sevimsizleşiyor.
Son yıllarda artan terör olayları ve terör örgütlerinin yaptıkları eylemleri “ Allah” adına yaptıklarına söylemeleri ve işin içine İslam’ı da karıştırmaları sebebiyle “müslümanlık terörizmle eşdeğer olması” algısı dünyada seslendiriliyor .Tabi bu durumda sapla sapanı ayırmak gerekli ama çoğu ülke bunu yapmıyor. Bir senaryo da Trump’ın bu nedenle kararnameyi gündeme getirmesi idi. Geçmişte yaşanan örnekler mevcut; ABD’deki 11 Eylül terör saldırısı Suudi Arabistan uyruklu bir kişi tarafından gerçekleştirilmişti. Daha önce de ABD’de yaşanan farklı terör saldırıları düzenleyen saldırganlar Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve Lübnan uyruklu kişilerdi. Ancak ilginçtir ki bu ülkelerin hiçbiri Trump’ın yasak listesinde yer almadı. Eğer kararın sebebi terörü engellemekse neden bu ülkeler de kararnamenin içinde yok?
Ülke güvenliğini sağlamak adına mülteciler konusunda da temkinli davranmanın bir nebze doğru olacağını düşünüyorum; ancak böylesine genel bir karar vermek temkinli davranmak değil, defalarca vurguladığım gibi ırkçılığa ve acımasızlığa giriyor. Ayrıca unutulmaması gereken en önemli noktalardan biri de şu; Suriye’nin bugün bu noktaya gelmesinde ABD’nin katkısı var mı? Cevabı herkesin bildiğine emin olarak şunu söylüyorum ben de: O halde “Suriyeli mülteciler ikinci bir talimata kadar ülkeye giremez” demeye hakkınız var mı?
Kapak Fotoğrafı: The Atlantic Magazine