Bir entelektüelin futbolla işi olur mu? Bu barbar(!), holiganca ve kalabalıklara hitap eden spor eli kalem tutanlara yakışır mı? Kalabalıklar içinde yalnızlığımızı zedeleyecek bir şey midir futbol? Tüm bu sorularla lafı dolandırmadan cevabımı peşinen vereyim: Kesinlikle hayır!
Futbol bildiğimiz popülerliğine ulaştığı 20.yy.ın başından beri pek çok düşün insanının ilgisini cezbetmişti. İngiltere’de kolejlerde elitler tarafından formülize edilen bu spor müstemleke limanlarında çalışan İngiliz işçiler aracılığıyla dünyaya adım adım yayılıyordu. Bir seçkin sınıfı oyunu olarak doğan futbol hakkında Oscar Wilde Reading zindanında hapisteyken yazdığı son eserinde futboldan kaba saba insanların oynadığı bir centilmen oyunu olarak bahseder. Futbolun bu topraklarda doğmasının doğal bir sonucu olarak futbol tutkunu yazarlar da İngilizler arasından çıktı ilkin. Oscar Wilde onlardan biriydi, Sherlock Holmes’un meşhur yazarı Sir Arthur Conan Doyle da Portsmouth FC’nin ilk kalecisiydi ki Doyle, yazın dünyasının tek kalecisi de değildir, ancak bu diğer meşhurlara daha sonra değineceğiz.
Sir Arthur Conan Doyle ve kalecisi olduğu Portsmouth takımı.
Futbol İngilizler aracılığıyla önce Fransa, Almanya, İtalya ve İspanya’ya geçti. Kıta Avrupa’sına futbol liman işçileri vesilesiyle geldi, bu yüzden kıtada futbolla ilk tanışan da işçiler oldu. İngiltere’dekinin aksine bu yeni yayılım alanında futbol eğitimlilerin değil kitlelerin sporu haline gelmişti. Buna paralel olarak 10’lardan 40’lara kadar futbol cephede askerler tarafından oynanan ve prestiji düşmüş, entelektüellere pek de hitap etmeyen bir spordu. Ancak işin rengi 2. Dünya Savaşı’nın ardından değişti. Savaş öncesi ve sonrasında diktatörler futbol takımlarıyla toplumu etkilemeye kararlıydı. Hitler’in Schalke 04’ü, Musollini’nin S.S Lazio’su, Franco’nun Real Madrid’i, Salazar’ın Benfica’sı meşhur örneklerdir. Dönemin entelektüelleri belki de biraz bu yönden futbola burun kıvırmışlardı. George Orwell bu dönemde sıkı futbol muhaliflerinden biriydi. Daha eskilerden bir şair olan Rudyard Kipling’le beraber Orwell da bu sporu küçük ruhlara, çamura bulaşanlara yakıştırmışlardı. Zamanın ruhuna bakarsak bu tavır hiç de şaşırtıcı değildir; diktatörler, birbirini bir hiç uğruna kurşunlayan milyonlar ve cahillerin sporudur futbol belki de…
İkinci Dünya Savaşı sonrası değişen dünya futbola da yeni bir alan açtı. Savaş sürecinde Güney Amerika ve Afrika’ya iyiden iyiye yayılan futbol kimi entelektüeller için bir savaş sahası haline gelmişti adeta. Konuya meraklı okurlar daha yazının başlığını görür gelmez Albert Camus’den bahsetmemi beklemişlerdir eminim ki. Edebiyat tarihinin bu parlayan yıldızı, Fransız sömürgesi altındaki Cezayir Üniversitesi takımının kalecisiydi. Fakir bir ailenin sokaklarda büyüyen çocuğu olarak Camus, hayatında aradığı amacın futbol olduğuna emindi. “Dünyaya bir daha gelseydim ve bir tercih şansım olsaydı, yazarlık ve futbolculuk arasından ikincisini seçerdim.” diyecek kadar çok sevdiği futbolu bir sakatlığı yüzünden bırakmak zorunda kaldı. Ancak Camus tüm bu futbol sevmeyen çevrede futbola olan hayranlığını açık açık dile getiren belki de ilk entelektüeldi. “Ahlak ve insanın yükümlülükleri hakkında güvenebileceğim ne biliyorsam onu futbola borçluyum.” sözüyle de futbolla felsefe arasında kurduğu derin bağları konuşmaktan çekinmemiştir. Onun bu cesareti futbolu entelektüel dünyaya tekrar tanıtmış, Jean Paul-Sartre da futbol üzerine yazılar yazmaya başlamıştır. Yine büyük yazarlardan Vladimir Nabokov da kalecilik yapmıştır. Futbolsever entelektüeller, meşhur yazarlar da 60’larla beraber futbolun dünyayı birleştiren bir nitelik kazanmasıyla beraber sayıca artmıştır. Otomatik Portakal‘ın yazarı Anthony Burgess cumartesi günlerinin Tanrı tarafından futbola ayrıldığını yazmıştı, Gabriel Garcia Marquez çıkardığı ilk dergide futbolcularla yaptığı röportajları yayınlayıp statlarda satıyordu.
Albert Camus ve Cezayir Üniversitesi takımı, Camus ön sıra soldan üçüncü.
20.yy.ın sonu artık futbolun entelektüeller arasında iyiden iyiye oturduğu bir dönemdir. Uruguaylı yazar Edauardo Galeano Gölgede ve Güneşte Futbol kitabıyla uzun yıllardır bu konuda yazılmış en meşhur kitabın sahibi belki de. Yazmak ve futbol arasında geniş bağlar kuran Galeano Güney Amerika toplumunu açıklamanın futboldan daha iyi bir yolu olmadığını sık sık ifade ediyor. Bütün çocukluğu futbol oynarak geçen Galeano, dünyaya maçlarla ve turnuvalarla seslenmeyi seviyor, çevresindeki sorunları futbol üzerinden çözümlemeye çalışıyordu. Bu yazıyı yazma sebebim olan Javier Marias ise çocukluğundan ölümüne sıkı bir Madridista olarak yaşadı. Vahşiler ve Duygusallar kitabında Marias kurgucu kimliğini bir kenara bırakıyor ve uzun yıllar boyunca tuttuğu futbol anılarını bizimle paylaşıyor. Bir entelektüel olarak taraftarlık, futbol ve kültür ilişkisine ışık tutuyor. Daha kimler yok ki? Yine bir kaleci ve sıkı Leicester City fanı olan Julian Barnes, 2010 Şampiyonlar Ligi finalinde kahrolmuş biçimde Manchester United’ın Barcelona’ya yenilmesini 3D gözlüklerle takip eden Ian McEwan, Manchester United’a gönül veren tartışmalı yazar Salman Rushdie, Norveçli Karl Ove Knaussgard, Nobelli Günter Grass bu dönemin futbol delileri. Bir de unutmamak gereken Nick Horbny ve onun sinemaya da uyarlanmış Futbol Ateşi kitabı var ki özel tavsiyemdir.
Uruguaylı yazar Eduardo Galeano futbola olan yoğun tutkusuyla meşhurdur.
İşin özüne gelecek olursak, futbol artık tüm toplumumuzun ortak hafızasına oturmuştur. Entelektüel bir tutum takınmak niyetiyle futboldan da kaçınmamak lazım doğrusu. Bizi hop oturtup hop kaldıran, topluma aidiyetimizi sıkılaştıran, ortak hafızamıza silinmemek üzere yerleşen futbolu da topu takip eden 22 adam olarak değil de bir düşünüş biçimi olarak görmek lazım. Simon Crtichley’in Futbol Düşünürken Aslında Ne Düşünürüz kitabı burada güzel bir adım olabilir. Futbol geride bıraktığı unutulmaz anılar, taşıdığı hafıza ve her ne kadar yıkıcı olsa da ekonomik değeriyle hayatımızın tam orta yerinde olmaya devam edecek gibi. Bize, toplumumuza ve insanlığın ortak mirasına dair çıkarımlara girişen bir entelektüel futbolu küçümsedikçe küçülecektir benim açımdan.
Peki Türkiye’de edebiyat ve futbolun arası nasıl? Orhan Kemal, Nazım Hikmet, Sunay Akın, Ülkü Tamer ve niceleri. Ancak ben diyorum ki bu başka bir yazının konusu olsun. O zamana kadar futbola ve edebiyata tutkunlara bir dizi kitap önereyim:
Jonathan Wilson – Yabancı: Kalecinin Tarihi
Eduardo Galeano – Gölgede ve Güneşte Futbol
Javier Marias – Vahşiler ve Duygusallar
Peter Handke – Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi
Nick Hornby – Futbol Ateşi
Simon Crtichley – Futbol Düşünürkenn Aslında Ne Düşünürüz?
Dağhan Irak – Hükmen Yenik
Mehmet Yüce – Ala’l-ıtlak Baldırı Çıplak
Tanıl Bora – Karhanede Romantizm
Tanıl Bora – Futbol ve Kültürü
James Montague – Ultralar Arasında
Ryszard Kapuscinski – Futbol Savaşları
Kaynakça:
https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/serhan-asker/edebiyatin-topculari-22399831
https://www.visitportsmouth.co.uk/conan-doyle/exhibitions/conan-doyle-a-good-sport
https://www.telegraph.co.uk/books/authors/writers-who-are-football-fans/
https://socratesdergi.com/yazi/sair-ulku-tamerin-futbol-tutkusu
Eduardo Galeano, Gölgede ve Güneşte Futbol, 2008, Can Yayınları
Javier Marias, Vahşiler ve Duygusallar, 2021, Yapı Kredi Yayınları
Simon Crtichley, Futbol Düşünürkenn Aslında Ne Düşünürüz?, 2018, Metis Yayınları
(Görseller Visit Portsmouth ve Toute La Culture‘dan alınmıştır.)