Merkez Sağın Fikir Babası, Türkiye’nin İlk Liberali: Adem-i Merkeziyetçi Prens Sabahattin (1)

“Hanedan mensubu bir annenin, küskün bir babanın öfkeli çocuğuydu; ne doğru tanındı, ne tam anlaşıldı. Ona sempati ya da antipati duymak siyasi duruş sayıldı. 20 yaşında ihtilal planlayacak kadar gözü karaydı. Aykırı ama özgün bir düşünce adamıydı.”


Babası Mahmud Celaleddin Paşa

Babası Mahmud Celaleddin Paşa

Türk siyasi hayatında sağ ve sol kavramı çok partili yaşama geçilmesiyle birlikte İsmet İnönü ve Celal Bayar ile anılmaya başladı. İsmet İnönü’nün temsil ettiği devletçi ve seküler anlayış merkez solun ve dolayısıyla CHP’nin, Celal Bayar’ın savunduğu ekonomide liberal ilkeler ise Demokrat Parti’nin ve birkaç istisnai dönem dışında sürekli iktidar olmuş merkez sağ partilerin temelini oluşturdu. Günümüz Türkiye’sine baktığımızda da tüm siyasi partileri birbirinden ayıran en temel ölçüt, bu iki görüşe karşı yaklaşımlarıdır. Her ne kadar bu iki karşıt görüş Türk siyasetinin bu usta ikilisiyle anılsa da Osmanlı’ya kadar uzanan derin bir geçmişi vardır. “Çöken devlet nasıl kurtarılabilir?” sorusuna verilen cevaplardır bu iki karşı görüşü oluşturan.

Merkezi yapıyı savunan ve her alanda hızlı bir şekilde batılılaşmayı ilke edinmiş olan İttihat ve Terakki Cemiyeti incelendiğinde, özellikle 2. Meşrutiyet dönemi ile birlikte yapılan reformlar, Cumhuriyet dönemi CHP’sinin özünü oluşturmaktadır. Merkez sağ partiler ise ilk Türk sosyologlarından biri olan Prens Sabahattin ve onun Adem-i Merkeziyetçilik (çevreden idare) adını verdiği ve liberalizm olarak da tanımlanabilen görüşlerden beslenmekte ve Türk siyasi tarihinin ilk muhalefet partisi olan Osmanlı Ahrar Fırkası’nın savunduğu ilkelerin revize edilmesiyle ideolojisini oluşturmaktadır. Bu durum Prens Sabahattin’i siyasi tarihimizin önemli bir aktörü haline getiriyor ve onu anlamak veya onun görüşlerine karşı çıkmak siyasi bir duruşun, bir ideolojinin temelini oluşturuyor.

haber_resmi-(7)


[box_light]1. Jön Türk Kongresi[/box_light]

Padişah Abdülmecid’in kızı ve 2. Abdülhamit’in üvey kız kardeşi olan Seniha Sultan ile Kaptan-ı Derya Damat Gürcü Halil Rıfat Paşa’nın oğlu Damat Mahmud Celalettin Paşa’nın ilk çocuğu olan Prens Sabahattin bu sayede hanedan mensubu olarak, rahat bir yaşam içinde büyüdü. Henüz 24 yaşında, Adliye Nazırı olan babasının da etkisiyle çok iyi bir eğitim alan Prens Sabahattin, başta ilk Türkçe roman yazarı olan Şemsettin Sami olmak üzere birçok önemli yerli ve yabancı hocalardan dersler aldı. Bu eğitim onun yaşadığı döneme kıyasla radikal fikirleri benimsemesini sağladı. Ancak babasının adının 2. Abdülhamit’i devirmeye yönelik bir komploda yer alması Prens Sabahattin ve ailesi için dönüm noktası oldu. Görevden alınan babasına yapılan haksızlık karşısında ve İstibdat Dönemi koşulları nedeniyle sert Abdülhamit muhalifi olan Prens Sabahattin’in siyasi görüşleri de bu dönemde şekillendi.

Babasının padişaha yönelik kaleme aldığı ve padişahın sert tepki gösterdiği siyasi tavsiyeler taşıyan mektuplar ve ayrıca Bağdat Demiryolları için İngilizlerden rüşvet aldığı iddiaları karşısında hayatından endişe ederek 1899’da Celalettin Paşa ve oğulları ile birlikte Paris’e kaçtı. Paris’e sığınmalarının nedeni ise Fransa’nın Abdülhamit muhaliflerine kucak açması ve Paris’te Jön Türkler olarak da tanımlanan meşrutiyeti ve hürriyeti savunup, monarşiye karşı olan genç Osmanlıların bulunmasıydı. Nitekim, diğer Avrupa ülkelerinden gelen delegelerle birlikte 1. Jön Türk Kongresi burada yapıldı ve Prens Sabahattin babasının ismi sayesinde toplantılara başkanlık etti. Kongrede Fransız Devrimi ile birlikte artık evrensel bir olgu haline gelmeye başlamış özgürlük, eşitlik ve kardeşlik ilkeleri benimsendi. Dönemin koşulları incelendiğinde bu ilkelerin karşısında tek bir isim vardı: 2. Abdülhamit. Bu nedenle kongre 2. Abdülhamit’e karşı ortak bir tavır alarak onu devirmeye yönelik faaliyetler içerisine girdi. Ancak yöntemler ve 2. Abdülhamit sonrası nasıl bir yönetim anlayışının benimseneceği konusunda Jön Türkler ikiye ayrıldı.

“Biz memleketimizde bir ihtilal yapmak maksadıyla toplandık. Ancak içeride ayaklanma çıkardığımız takdirde bu hareketin sakin geçeceğinin garantisi yoktur. Kargaşalık esnasında herhangi bir ecnebi hükûmetin kendi menfaati namına işlerimize müdahale etmesi muhtemeldir. İşte biz bu müdahaleyi önlemek için menfaati menfaatimize uygun bir hükûmetle evvelden anlaşmış olmalı, bundan sonra harekete geçmeliyiz.”

Bu ikiye ayrılış ise günümüzde merkez sağ partiler ile merkez sol partileri birbirinden ayıran özelliklerin, fikirlerin ve ideolojilerin temelini oluşturmaktadır ve bu nedenle 1. Jön Türk Kongresi’nin Türk Siyasi Tarihi için bir milat olduğu kabul edilebilir. Hürriyetçilerin babası olarak da bilinen Ahmed Rıza yanlısı gruplar Abdülhamit’in yabancı bir ülke müdahalesi olmadan devrilmesi gerektiğini düşünüyor ve 2. Abdülhamit sonrası oluşması gereken yeni devlet düzeninin ise merkeziyetçi olmasını savunuyorlardı. Buna karşın Prens Sabahattin ve taraftarları uygun koşullar altında yabancı hükûmetler ile işbirliğine girilmesini savunurken, devlet yapısının da Adem-i Merkeziyetçi ilkelere göre oluşması gerektiğini belirtiyorlardı. Bu ilkelere göre, devlet yönetimi tek bir merkeze bağlı kalmayacak, vilayetlerde kurulacak olan meclisler vasıtasıyla yerel yönetimler güçlendirilerek parçalara ayrılacaktı. Günümüz Türkiye’sinde gündemde olan özerklik veya katılımcı demokrasi ilkeleri bu esaslara dayanmaktadır ve yalnızca bu durum dahi Prens Sabahattin’i siyasi tarihimizin yadsınamaz, önemli bir figürü haline getirmektedir.


[box_light]2. Meşrutiyet ve 31 Mart Ayaklanması[/box_light]

İstanbul'a giren Hareket Ordusu

İstanbul’a giren Hareket Ordusu

2. Abdülhamit yönetimi boyunca uygulanan İstibdat Dönemi’nin sonlarına doğru yani 1908’de hayatının büyük bir kısmını yurt dışında geçirmiş olan Prens Sabahattin yurda geri döndü. 1906’da kurmuş olduğu Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti adlı derneğin siyasi parti yapısına evrimleştirerek kurdurmuş olduğu Osmanlı Ahrar Fırkası ile de seçimlere katılmış, ancak seçimlerden İttihat ve Terakki Partisi galip çıkmıştır. Bu seçim ile birlikte gücünü gün geçtikçe yitirmeye başlayan padişahlık makamı ise 2. Abdülhamit’in yerine gelecek olan Mehmed Reşad ile birlikte de sadece sembolik bir makam halini alacaktır. Seçim sonuçları ile birlikte ülkede önemli bir güç haline gelen İttihat ve Terakki Partisi’nin karşısında ise muhalif siyasi yapı olarak sadece Osmanlı Ahrar Fırkası vardı. 31 Mart Vakası patlak verdiğinde ise kimse bu durumu Osmanlı Devleti’nin çöküşünü büyük ölçüde hızlandıracak bir olay olarak görmüyordu. 31 Mart Ayaklanması’nı İttihat ve Terakki Hükûmeti bastırdı ve meclis 2. Abdülhamit yerine Mehmet Reşad’ı padişah seçti. İstenilmeyen adam gitmiş ancak kavga bitmemişti ve çok değil 4 sene sonra Prens Sabahattin de tekrar yurt dışına kaçacak, 1918’de geri döndüğünde ise yıkıntı bir imparatorluktan başka bir şey bulamayacaktı.


[box_light]Kaynakça[/box_light]

http://www.anlayis.net/makaleGoster.aspx?dergiid=10&makaleid=3350

https://www.youtube.com/watch?v=HhykAwim8uU

Not: 2. yazının konusu Prens Sabahattin’in son dönemleri ve Adem-i Merkeziyetçilik adını verdiği görüşlerin tarihsel anlamda ve günümüz koşulları altında eleştirileri olacaktır.

Leave a Reply