Ağustos 1913’te Balkan ülkelerinin temsilcileri Bükreş’te toplanırken, Osmanlı’nın Balkanlar’daki 600 yıllık hikâyesi de son buluyordu. Osmanlı’nın en büyük felaketlerinden biri olan Balkan Savaşları nihayet son bulmuştu. Fatura ise İmparatorluğun en gelişmiş ve kozmopolit eyaletlerinin yanında, toplamı yüz binlerle ifade edilen şehit, esir ve yaralı. Osmanlı İmparatorluğu Rumeli’ye veda etmişti.
1912 yılında başlayan savaş, Osmanlı’nın tamda değişim sancıları yaşadığı bir döneme denk gelmişti. II. Abdülhamit‘in baskıcı, yarı muhafazakâr, yarı reformcu dönemi yeni bitmiş ve imparatorluk büyük değişimlere kucak açmıştı. Parlamento açılmış, zorunlu askerlik bütün milletler için zorunlu hale getirilmiş ve politik hareketler serbest bırakılmıştı. Lakin II. Abdülhamit kadrolarında devam eden ayrımcı ve baskıcı zihniyet ilk başta oluşan hürriyet ve demokrasi ortamını baltalamış ve azınlıklar arasında hayal kırıklığını arttırmıştı. 31 Mart olayından sonra bunu farkına varan parlamento ve meşrutiyetçi teşkilatlar, büyük bir reform çabasına girip hem ordudan hem sivil idareden alaylı ve gerici çalışanları tasfiye etmeye başlamışlardı. Yine de İmparatorluğun çok daha derinde yatan problemlerini hızla çözecek reformlar uygulanamadı. 1912 yılına gelindiğinde Osmanlı İmparatorluğu Makedonya, Arnavutluk ve Yemen’de ki isyanları bastırmaya, Doğu Anadolu’da başka bir isyanın çıkmasınını önlemeye ve Libya’da İtalya ile savaşmaya çalışıyordu. Balkan Devletleri için Osmanlı’dan toprak alıp sınırın diğer tarafında ki kardeşleriyle birleşmek için daha uygun bir zaman olamazdı.
Kuruluşlarından itibaren Osmanlı’nın yanında cüce kaldıklarının farkında olan Balkan Devletleri, çözümü “Büyük Güçlerin” koruması altına girmekte buldu. Bu sayede Osmanlı’dan gelecek tek taraflı bir saldırıdan korkmalarına gerek kalmamıştı, lakin II. Abdülhamit bu durumun farkındaydı ve çözümü bu küçük devletleri birbirine düşürmekte bulmuştu. Yıllar boyunca birbiriyle savaşan ve uğraşan Balkan Devletleri Osmanlı’ya ciddi bir tehdit olabilecek seviyede değillerdi. Yalnız Yunanistan Osmanlı’ya karşı saldırgan tutumunu sürdürdü. 1898 Osmanlı-Yunan Savaşında yenilmesinin ardından ise tutumunu yumuşattı. II. Meşrutiyet’in ilanı ise bu durumu değiştirdi. Meşrutiyet’i takip eden olaylar sonucu II. Abdülhamit tahtan düşünce, Balkan Devletlerini birbirine düşürme siyaseti de son buldu. Osmanlıyı yenmek için işbirliği yapmaları gerektiğini yavaş yavaş farkına varan Bulgarlar, 1912 yılında Sırplara yaklaştı ve iki ülke daha birbirleriyle savaşmalarının üzerinden bir kuşak geçmeden bir müttefiklik antlaşması imzaladı. Daha sonra Bulgaristan ve Sırbistan’ın, Yunanistan ve Karadağ ile yaptıkları karşılıklı antlaşmalarla da Balkan Ligi diye bilinen Balkan İttifakı son halini almış oldu.
Bu sırada Osmanlı İmparatorluğu’da Balkan Devletlerinin birbirine yakınlaşmasını takip ediyor ve önlem almaya çalışıyordu. Lakin devam eden isyanlar ve savaş üstüne birde reform çalışması eklenince önlem almayı hayli zor bir hale sokmuştu. Yine de çeşitli önlemler alındı ve Osmanlı Genelkurmayı savaş için hazırlanmaya ve planlar yapmaya başladı. Zira 1912’nin Eylül’ünde savaş git gide daha kaçınılmaz bir hale geliyordu. Hazırlanan planlara göre Osmanlı İmparatorluğu genel olarak savunmada kalacak ve fırsat bulursa karşı saldırıya geçecekti.
Savaşın başlangıcı resmi olarak 12 Ekim 1912 olarak kabul edilir. Bu tarihte hem Osmanlı hem de Balkan Devletleri ordularını seferber etmiş hazırlıklarını bitirmeye çalışıyordu. Osmanlılar Balkan Devletlerini seferberliklerini bitirip ordularını tam güce ulaştırıncaya kadar oyalayabileceklerine inanıyorlardı. Zira buna çok ihtiyaçları vardı. Doğu sınırında ki Rus tehdidi ve devam etmekte olan isyanlar Osmanlı ordusunun bütün birliklerinin Balkan Devletlerine karşı kullanılmasını engelliyor ve Osmanlı Ordusunu Balkan Devletlerine karşı sadece denk bir kuvvetle çıkmaya zorluyordu. Hatta bazı yerlerde, özellikle Bulgaristan’da Balkan Devletleri Osmanlı’dan daha güçlüydü.
Savaş başladığından Osmanlıların Balkan Devletlerini seferberliğin sonuna kadar oyalayabilecekleri hayali hızla suya düştü. Hızlı hareket eden Bulgarlar ve Sırplar kısa sürede Osmanlı’nın Avrupa’daki topraklarının içlerine girdiler. Savaşın ilanından bir ay sonra Bulgarlar, Edirneyi kuşatmış ve Osmanlı Ordusunu İstanbul önlerindeki Çatalca’ya kadar geriletmişti. Bu sırada Yunanlar ve Sırplar’da Epir bölgesinde ve Kumanova’da Osmanlı ordusuna ağır darbeler vurmuşlardı. Durumu Osmanlılar için kritik hale getirense Bulgarların hızlı ilerleyişi sonucu Makedonya’da bulunan orduların ikmal yollarının kesilmiş olmasıydı, çünkü Ege Denizi Yunan donanmasının kontrolündeydi ve geriye kalan tek alternatif şimdi Bulgar kontrolü altındaydı. Savaşın başında aldığı bu ilk yenilgilerden sonra toparlanamayan Osmanlı Ordusu, hiç savaşın başında hedeflediği güce ulaşamadı ve Balkan Devletleri karşısında hep sayıca az kaldı. Her ne kadar Edirne, İşkodra ve Yanya’da ki kuşatmalara uzunca bir süre dayansa da bu kuşatmalarda gerekli yardımları alamadıkları için bir bir düştü ve 1912-13 kışı biterken Osmanlı’nın Avrupa’daki topraklarının kaderi artık apaçık ortadaydı. 30 Mayıs 1913’de imzalan Londra antlaşması ile Osmanlı’nın Midye-Enez hattına kadar olan bütün Avrupa topraklarını kaybetmişti. Ki bunlar arasında eski padişahın bir Alman gemisine binip kaçmak zorunda kaldığı Selanik, Manastır ve Edirne’de vardı. Osmanlı Rumeli’yi kaybetmişti.
Osmanlılar için her şey kaybedilmiş görünüyordu. Darbe olmuş, ordu paramparça halde ve başkent göçmen akını altında çökmekteydi. Tam bu sırada işlerin sürekli kötüye gittiği Osmanlılar için bir mucize olarak tanımlanabilecek bir şey oldu. Balkan Ligi’nin en güçlü devleti Bulgaristan Haziran 1913′ de bir anda müttefikleri hem Sırbistan hem de Yunanistan’a savaş ilan etti. Bu Osmanlılar için her ne kadar şaşırtıcı olsa da, olayların akışına bakıldığında hiç de şaşırtıcı değildi. Bulgarlar Londra Antlaşması’nın imzalanması süresince sürekli en çok kendilerinin savaştığından ve en az kendilerinin kazandığından yakınıp durmuşlardı. Ayrıca Osmanlı’ya karşı gösterdikleri parlak performans genel olarak Bulgar ordusunun Balkan yarım adasındaki en iyi ordu olduğu izlenimini yaratmıştı. Bu da Bulgar Kralını Ordusunun aynı anda hem Yunanistan’ı hem Sırbistan’ı yenebilecek güçte olduğuna inandırmıştı, lakin o da bundan bir yıl sonra Alman meslektaşının yapacağı gibi yanlış hesap yapmış ve diğer devletleri görmezden gelmişti.
Haziran’da ki Yunanistan ve Sırbistan’a yönelik Bulgar saldırısından yararlanmaya karar veren hem Romanya hem Osmanlı İmparatorluğu hızla Bulgaristan’a savaş ilan etti. Bir ay gibi kısa bir sürede dört bir yandan işgal tehlikesine uğrayan Bulgaristan da 10 Ağustos 1913’de Bükreş antlaşmasını imzalamak zorunda kaldı.
Bükreş antlaşmasının imzası kuruduğunda ortaya çıkan tabloysa hem Osmanlı hem de Bulgaristan için çok acıydı. Osmanlı Avrupa’da ki bütün topraklarını kaybetmiş; zar zor Edirne ve Kırklareli’yi geri almıştı. Bulgaristan ise Birinci Balkan Savaşı’nda kazandığı neredeyse her yeri geri verip üstüne Karadeniz kıyısındaki Dobruca bölgesini de Romanya’ ya vermek zorunda kalmıştı. Hem Sırbistan hem Yunanistan yüz ölçümlerini iki katına çıkarmış ve nüfuslarını da yüzde elli artırmıştı. Artık I.Dünya Savaşına giden yol tamamlanmıştı.
KAYNAKÇA
Balkan Savaşı, Aram Andonyan, Aras Yayıncılık
Yakınçağ Tarih Atlası, Colin McEwedy, Sabancı Üniversitesi Yayınları
Büyük Hezimet-Balkan Harplerinde Osmanlı ordusu, Edward J. Erickson, İş Bankası Kültür Yayınları
Atlas Tarih, Sayı 16, 100. Yılında Balkan Savaşları