Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarından sonra Japonya, her zaman 2. Dünya Savaşı’nın mazlum ülkelerinden biri olarak görülmüştür. Gerçekler ise doğal olarak bundan oldukça farklıdır. Şimdi sizlere İkinci Dünya Savaşı esnasında Japonya Ordusunun işlediği insanlık suçlarından birisi olan ve zaman zaman Japonya’nın da gündeminde yer alan, sistematik tecavüzü ve seks köleliğinin kurumsallaştırılmasını anlatacağım.
Askeri tarihe, tecavüzler ve hatta insanların seks köleleri haline getirilmesi yabancı kavramlar değildirler, ancak bu iki kavramın bir devlet politikası haline gelmesi ve devlet tarafından kurumsallaştırılması 2. Dünya Savaşından önce gerçekleşmemiştir. İkinci Dünya Savaşı öncesinde ise Büyük İskender’in de aralarında bulunduğu birçok komutan tarafından askerleri “rahatlatmak” ve “savaşma arzularını yenilemek” amacıyla bu tarz kölelerin kullanılması görülmektedir. 2. Dünya Savaşı esnasında ise bu insanlık dışı uygulama, Japonya Ordusu tarafından resmi ve sistematik olarak uygulanmaya başlanmıştır.
Her ne kadar bu sistemin işleyişinin doruk noktası 2. Dünya Savaşı olsa da başlangıcı, Japonya’nın Sibirya’yı işgal etmesiyle başlar. 1918’de Sibirya’nın işgali esnasında askerlerin hafta sonlarında “rahatlamaları” amacıyla genelevler kurulmuştur, ancak bu genelevlerde çalışan kadınlar 2. Dünya Savaşı esnasında kurulanların aksine köleleştirilmiş değillerdi. Bu yazıda bahsedilen anlamıyla kurulan ilk seks kölesi kampı ise 1932 yılında Şangay’da kurulmuştur.
Japon Ordusunun sistematik manada tecavüz ettiği ve ardından köleleştirdiği kadınların saysı yaklaşık 200.000’dir. Savaş sonrasında ise bu kadınların sadece %30’u hayatta kalmayı başarmıştır. Bu köleleştirilen kadınların yaş aralığının 14-20 arasında olduğu tahmin edilmektedir. Filipin’de doğan ve köleleştirilen kadınlardan birisi olan M.R. Henson’un ifadesine göre Japon askerler tarafından alıkonulduğunda kendisi 14 yaşındaymış.
Bu kadınların büyük çoğunluğu Koreli’dir, ancak içlerinde diğer Uzakdoğu ülkelerinden ve hatta Avrupalı kadınlar da bulunmaktadır. Bu arada belirtmeliyim ki, Avrupalı ve Japonyalı kadınlar üst mevkilerde bulunan askerler için diğer kadınlar ise sıradan askerler için ayrılmıştır. Avrupalı ve Japonyalı kadınlardan bir alt basamakta Koreli kadınlar yer alıyor, en alt basamakta ve en istenmeyen kadınlar kategorisindeyse diğer Uzak Doğu ülkelerinin mensubu kadınlar yer almaktadır.
Kamplara yerleştirilen kadınların hepsinin savaşta esir düşen kadınlar olarak düşünülmemesi gerekir. Bu kadınların çoğunluğu Japonya’nın daha önceden işgal ettiği ülkelerde kırsal kesimde yaşayan ailelerin çocuklarından oluşmaktadır. Bazı radikal olaylarda ise ailelerin daha az mücadele etmesini sağlamak amacıyla, alınacak kişiye askerler tarafından ailelerinin önünde tecavüz edilmiştir. Böylece kızlarının artık bakire olmadığını gören ailelerin mücadele hevesleri kırılmıştır. Bazı durumlarda ise iş vaadiyle Japonya’ya getirilen kadınlar alıkonularak köleleştirilmiştir. Kimiko Kaneda’nın anlattıklarına göre, kendisi babasının tutuklanmasının ardından çalışmak amacıyla Japonya’ya gelmiş ve ardından 16 yaşında ordu tarafından alıkonularak köleleştirilmiştir.
Kamplardaki şartları korkunç olarak dahi tasvir etmek mümkün değildir. Yine, seks kölesi haline getirilmiş kadınların ifadelerine göre günün her saatinde tecavüze uğramışlardır. Direnmeye çalışanlara onlara tecavüz etmeye çalışan askerler tarafından şiddet uygulanmasının ise kimse için şaşırtıcı olduğunu sanmıyorum. Bu kamplarda yer alan kadınların bir kısmı birçok defa toplu tecavüze uğramış ve bu tecavüzler, doğal olarak oldukça fazla sayıda sağlık sorununa yol açmıştır. Öncelikle bu kamplarda yer alan kadınların birçoğunun cinsel organları yaşları itibarıyla gelişmemiş halde olduğundan ötürü, bu tecavüzler kadınların cinsel organlarında yaralanmalara ve çeşitli enfeksiyonlara neden oldu. Bir diğer sorun ise yayılan cinsel hastalıklardı. Kadınların neredeyse hepsi doktorlar tarafından düzenli kontrole tabi tutuldular, ancak bu önlemlerin yeterli olmadığı kamplarda yayılan cinsel hastalıklar sonucunda ortaya çıktı .
Son olarak, Japonya’ya karşı açılan davalardan ve bu davaların sonuçlarından bahsetmek istiyorum. Bu davaların başlangıcı 1960-1970 yılları arasında yer almaktadır ve dönemin hükümeti bu iddiaları sert bir dille yalanlamıştır. Buna rağmen, birçok farklı türde davalar açılmaya devam etmiştir. Bu açılan davaların ve davalar haricinde de çeşitli platformlarda yürütülen mücadelelerin olumlu sonuçları ise ancak günümüzde alınabilmiştir. AWF ve Kore’nin de baskılarıyla Japon hükümeti, sivil toplum örgütleri aracılığıyla, köleleştirilen kadınlara tazminat ödemeyi kabul etmiştir; ancak buna rağmen Japonya bu konuda resmi bir özür veya hukuki sorumluluk almayı reddetmektedir. Günümüzde ise radikal sağ görüşte olan Japonya vatandaşlarının haricinde bu insanlık dışı olay ve Japonya’nın bu olaydaki sorumluluğu bütün çevrelerce kabul edilmektedir.
KAYNAKÇA
K. Watanabe, “Trafficking Women Bodies, Then and Now: The Issue of Military “Comfort Woman”,” The Feminist Press, pp. 19-31, 1999.
A. W. Fund, “AWF,” [Online]. http://www.awf.or.jp/e3/oralhistory-00.html.
H. Yoko, “Issues Surrounding the Wartime” Comfort Woman”,” Josai University Educational Corperation, pp. 54-65, 2000.
S. R. Lee, “Comforting The Comfort Woman: Who Can Make Japan Pay?,” Journal of International Law, pp. 509-547, 2003.