Anahtar Deliği Serisi-1
“Kendini Bulmak”
.
.
.
Yeni bir dönemin ilk haftalarından esintilerle geri dönüyorum. Hala eninde sonunda yaratmak istediklerimizi, karşımızda görmek istediklerimizi kendi aynamızda bulmamız gerektiğini düşünüyorum. Hala eylülde yapraklar sararıyor ve hala, eylülün üçüncü haftasından sonra iyice soğumaya başlıyor havalar Ankara’da geceleri. ‘Normal’ gitmeyen şeyler var hala hayatımızda, ama saatler hala aynı hızda işliyor.
Bu dönemi selamlarken kafamda bir ton yeni soruyla ben, hepimizin kaçıp da üstüne attığımız ceketi almak istiyorum. Kaçtığımız ne varsa tekrar ona vararak yüzleşmek ve hayatın en azından herkes için ayrı haz veren anlık, -adına ne derseniz deyin, ben bugün yanıp söndükleri için ışıltıları seçiyorum- ışıltılarında ne kadar saatimiz varsa üstünde durmayı istiyorum.
Nerden açıldı bu konu şimdi?
Stefan Zweig’ın Olağanüstü Bir Gece adlı kitabından.
Birkaç yıl önce beni çok iyi tanıyan bir öğretmenim tarafından bana tavsiye edilmiş bu kitapta ikinci okuyuşumda daha da etkisine kapıldığım konuyu tekrar buldum. Kitabın arkasını çevirdiniz mi -tabi eğer bunu yapmayı seviyorsanız- karşınıza size vaadettiklerini açıklayan şu kısa, benim de daha da kısalttığım cümle çıkıyor;
“Olağanüstü Bir Gece, seçkin bir burjuva olarak rahat ve tasasız varoluşunu sürdürürken giderek duyarsızlaşan bir adamın hayatındaki dönüştürücü deneyimin hikayesidir…”
Kendimi bildim bileli, daha da bilmek için yazıyorum. Aklımda ne varsa onları kâğıda işlemek rahatlatıyor. Gözlemlediğim ise şu ki yıllar geçtikçe sayfalar kısalıyor, kendimden kaçışlarım çoğalıyor; bir çoğumuza yaptığı gibi zaman beni de mi kendime yabancılaştırıyor?
Mantıklı bahaneler, kapanmamış yaralar, kendine ya da başkasına yapılmış hatalar, çıkmaz sokaklar, uçurumlar, boşluklar… İçlerinden herhangi biri, herhangi birimizin içinde onunla birlikte yaşıyor. Fakat olan bir şeyi görmezden gelmek, yüzleşmediğin düğümlerinle yaşarken başkalarının, zamanın ya da bir makasın bu işi halletmesini beklemeyi irdelemek istiyorum.
Işık tutmak istiyorum: “Kaçımız kendimizle konuşuyoruz ve kaçımız durmadan görmezden geliyoruz?”
Yaşam devam ederken olanlardan bize kalan birtakım kararlar oluyor. Fark etmeden de olsa yeni gelecek dönem için sınırlar koyuyoruz hayatımıza. Bu koyduğumuz çerçevelerle ve tanımadığımız kuralsız yabancılarla bir tablo çizmek çok zor olsa gerek değil mi? Bazen en ince ayrıntısına kadar hesapladığından ya da hiç üstüne düşünmeden geçtiğinden -nasıl yaşamak istiyorsan yolunu öyle belirlediğinden- sinsice, bazen berbat gözüken ama hayatın bir noktasında daha güzel olabilecek bu dengesiz hayatta bir de üstüne içine sorgusuz sualsiz tıkıldığımız bedenlerimizden kaçma girişiminde olabiliyoruz. Uzun süredir aklımda, temelde basit ve küçük, düzeltmediğimiz ve halının altına ittirdiğimiz sıkıntılarımızla yaşamın akışında yüklerimizle ağırlaşıyor ve yüzmeye çalıştıkça debeleniyoruz.
Sosyalleşirken karşımızdakini tanıyarak yolumuza devam ederken kendimizin de konuşmak, çözmek istediklerini zaman zaman unutuyoruz işte. Unutma.
İçeri doğru açılan kapıların
Bir sonu yok
Anahtarlarını kendinde tutarken
Kapıları kırmak çok yavan
Hele ki anahtarı olmazken sana henüz yeni bir yabancının
Açmak kendini kendinle
Sadece sen ile
Fakat kendine kayıtsız
Yoldan geçen bir yabancıyı yok sayarmışçasına
Görmezden gelmek kendini
Kırıklarla doldurmamak için
İçini kendine açmak
Ayağına takılmayacak kırıklarınsız
Y.Aşık