Biz insanlar, günlük hayatın koşuşturması içerisinde kendimizle arkadaş olmayı çoğu zaman unutuyoruz. Hepimizin içerisinde gizli bir öz benlik vardır oysa ve bu benlik bizi biz yapan tüm özellikleri bünyesinde barındırır. Tıpkı parmak izimiz gibi bizi diğer insanlardan farklı kılan en temel şey benliğimizdir. Ancak ne yazık ki çoğumuz kendi benliğini keşfedememiş durumda. Bu keşif yalnızca insanın kendisiyle baş başa kalması ile sağlanabilir.

Gün içinde her ne kadar dış dünyayla, birçok insanla sosyalleşme fırsatı bulsak da asıl mevzu kişinin kendini tanımasıdır çünkü kafanı yastığa koyduğunda kendinle ve düşüncelerinle baş başasındır. Kendini tanımak insanı korkutabilir, yorabilir ve insanlar çoğu zaman bu yüzleşmeden korkarlar. Psikologların da seanslarında yaptıkları tam olarak budur aslında. Kişinin kendini bilmesini ve geçmişi, bugünü ve yarını ile tanışmasını sağlamaktır. Bir insan geçmişini yaşanmamış sayarak yola devam ederse aynı hataları tekrar yapar ancak geçmiş hayatını “deneyimler ve alınan dersler” olarak görürse yere daha sağlam ve emin adımlarla basar. Hayatın engebelerini aşar, en dik yokuşlarını büyük bir özgüvenle çıkar. Çünkü kendisini asla terk etmeyecek, doğduğu günden ölümüne kadar yanında duracak o dostu bulmuştur. En sadık dost kişinin kendi benliğidir. Zira benliğiniz sizi asla yanıltmaz, daima arkanızda durur ve sizi kollar. O sizin bir parçanızdır. Eğer siz düşerseniz o da yıkılır, siz mutluysanız o da mutludur.

Hayatınızın akışı ile öz benliğiniz bir paralellik içerisindedir ve paralel doğrular asla kesişmezler, sonsuza kadar birbirleri ile aynı yolu izlerler.

Teknolojinin ve sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla insanlar kendilerini dinlemeyi unuttular. Telefonlar yokken insanlar zaman geçirmeyi çok daha iyi biliyorlardı. Yağmurlu bir havada tek başına yürüyüşe çıkmak, zihin açıcı bir kitap okumak, kendine iyi gelecek bir hobiyle uğraşmak belki de huzurlu bir hayat için atılması gereken önemli adımlardır. Bugün kendimizi dinlememek ve düşüncelerimizi susturmak için kendimizi, televizyona, internete veya sosyal medyaya veriyoruz. Oralardaki içeriklerle beynimizi oyalıyoruz ancak bütün bunları yaparken yalnızca bir süreliğine kendimizi iyi hissediyoruz. Kalıcı bir mutluluk için, kişi düşüncelerini susturmak yerine onlarla iletişime geçmeli. Bir bakıma kendiyle sosyalleşmeli. Hatalarını, pişmanlıklarını, eksik taraflarını kendisinden dinlemeli. Daha sonrasında bir beyaz kağıda; güçlü yönlerini, başarılarını, yeteneklerini yazmalı. “Ben kimim?”, “Bu hayattan ne istiyorum?”, “Kendimi yeterince iyi tanıyor muyum?”, “Beni ne mutlu eder?”, “Bana kendimi neler kötü hissettirir?” gibi temel soruları kendisine sormalı ve detaylıca düşünüp cevaplar bulmalı. Bu cevaplar olmadan, asla kendi varlığını keşfedemez.

“Korkuyoruz. Düşünmekten ve sevmekten korkuyoruz. İnsan olmaktan korkuyoruz.”

(Oğuz Atay, Tutunamayanlar)

“Kendini çözemeyen kişi kendi dışında hiçbir sorunu çözemez.”

(Oğuz Atay)

Her ne olursa olsun benliğimiz bizi yalnız bırakmaz. Önemli olan onun varlığını bilip, kabul edip, onu hissetmektir. Onu görmezden gelmek, umursamamak hiçbir fayda getirmez. Kendiyle arkadaş olmayı başaramamış bir insan, yani kendini sevmeyi bilmeyen bir insan, yaşayacağı her arkadaşlıkta, her ilişkide mutsuz olacaktır. Osho’nun çok sevdiğim bir sözü vardır:

“Kendini sevmek diğer tüm sevgilerin başlangıcıdır.”

Çünkü her şey insanın kendinde başlar. Sevgi, öfke, nefret, hırs, huzur… Bunlar ilk olarak kişinin yüreğinde filizlenir daha sonrasında çevresine, ne olduğuna bağlı olarak, ya yemyeşil bir ağaç gibi ya da zehirli bir sarmaşık gibi yayılır.

Bildiğiniz gibi insan, sosyal bir varlıktır. Yaratılışımızda iletişim kurmak, konuşmak, dinlemek vardır. Bu yüzden hayatımız boyunca arkadaşlıklar kurarız. Ancak çoğumuz ilk olarak kendi benliğiyle arkadaş olmayı unutur. Belki siz bir sürü arkadaş edinebilir, gönlünüzce sosyalleşebilirsiniz. Yalnız unutmayın, benliğinizin sizden başka kimsesi yok. Onu görmezden gelmeyin, size duymak istemediklerinizi söyleyecek olsa bile, bunu sizin iyiliğiniz için yaptığını bilin. İstediğiniz kadar kişiyle vakit geçirin, eğlenin, gülün ancak onlar yanınızda değilken kendinizi yalnız ve eksik hissediyorsanız, gerçek mutluluğa ulaşmak pek mümkün olmayacaktır. Çünkü siz mutlu olmak için daima başkalarına ihtiyaç duyacaksınız ve onları kaybetmekten korkacaksınız. Bu kaybetme korkusu gün geçtikçe içinizi kemirecek, sizi tedirgin edecek. Asıl korkmanız gereken kendinizi kaybetmek olmalıdır. Herkes gidebilir ancak benliğiniz hep yanınızda oalcaktır. Siz varoldukça o da sizinle birlikte yaşlanacaktır.

“Kendinden başka bir şeye ne kadar çok bağımlı olursan, o kadar az mutlu olursun. Mutluluk kendine yetebilmektir.”

(Paula Coelho)

Kaybetme korkusunu bir kenara bırakıp, kendinize odaklandığınız zaman hayat sizi ödüllendirecektir. Çünkü hayat, sürekli korku içinde tedirginlikle yaşayan insanları sevmez, onlara yardımcı olamaz. Aksine kendini seven, kendine güvenen güçlü insanlara destek olur. Bir insanın kendine yapabileceği en iyi yatırım ise, kendini tam anlamıyla tanımak ve bu sayede kendisini mutlu edecek bir yaşam biçimi veya bir zihniyet benimsemek olacaktır.

“Kelebekleri kovalayarak vaktinizi boşa harcamayın. Bahçenizi düzeltin, kelebekler gelecektir.”

(Mario Quintana)

“Mutlu olmak için çok şeye gerek yok… Gözün görsün, kalbin anlasın… Ve ruhun yaşasın…”

(Oğuz Atay)

Leave a Reply