Jeopolitik konumu, zengin yer altı ve yer üstü kaynakları, verimli tarım arazileri ve daha sayamadığım birçok sebepten ötürü Afrika kıtası, dün de bugün de küresel aktörlerin ilgi odağı. Avrupalı devletlerin sömürgeci yaklaşımlarından yeni yeni kurtulan Afrika, IMF’ye göre dünyanın 2. En hızlı büyüyen bölgesi. Öyle ki 2025 yılı itibarıyla kıtanın ekonomik hacminin 5 trilyon dolara ulaşacağı tahmin ediliyor. Özellikle artan nüfus beraberinde gelen tüketim ve ham madde ihtiyacı, Afrika’nın bu ekonomik potansiyeli de göz önünde bulundurulunca, büyük devletlerin kıtaya olan ilgisinin tesadüfi olmadığını gösteriyor. Milenyum sonrası şekillenen Afrika politikası ile Türkiye de bu ülkeler arasına girmiş durumda. 2005 yılında Afrika Birliği’ne gözlemci üye olan, 2008 yılında ise Afrika Birliği tarafından stratejik ortak ilan edilen Türkiye, 2013 yılından beri Afrika ülkeleriyle ekonomik, siyasi, kültürel ve askeri alanda iş birliğini arttırmayı hedefleyen stratejisini “Afrika Ortaklık Politikası” adıyla yürütüyor.
Odağım Türkiye’nin Afrika politikasını anlatmak. Ancak Türkiye’nin nasıl bir Afrika ile karşılaşacağını anlamak için başta Çin olmak üzere kıtada çok daha uzun süredir aktif olan ülkeleri ve süregelen politikalarını incelemek gerekiyor.
Çin’in Afrika Politikası ve Borç Diplomasisi
Afrika’ya yatırım yapan ülkeler arasında Çin lider. Hem de öyle böyle bir liderlik değil bu. 2010 yılından beri Afrika’nın en büyük ticaret ortağı olan Çin’in, Afrika’daki toplam yatırımı 300 milyar dolar seviyesinde ve önümüzdeki 4 sene içerisinde 20 milyar dolar daha yatırım yapılması planlanıyor. Bu yatırımlar, değerli madenler ve petrol endüstrisi başta olmak üzere tarımsal üretim, altyapı faaliyetleri, telekomünikasyon gibi alanlarda yoğunlaşmış durumda. Çin’in bu yatırımları niye yaptığını anlamak için Afrikalı ülkeler ile arasındaki enerji ve doğal kaynak alışverişine değinmek gerek.
Çin; bakır, platin, demir ve benzeri değerli maden ihtiyaçlarının üçte birini, petrol ihtiyacının ise %20’sini Afrika kıtasından temin ediyor. Karşılığında ise ülkelerin istekleri doğrultusunda yatırım yapıyor ve teknoloji ihraç ediyor. Bu ülkelerden birisi geçtiğimiz aylarda darbe girişimi yaşanan Sudan. Sudan BM Güvenlik Konseyi’nde en büyük desteği Çin’den görüyor, sebebi ise Çin’in en verimli petrol çıkardığı ülke olması. Dünya petrol rezervlerinin büyük kısmına sahip olması ve yüksek kapasitede doğal gaz üretmesiyle Çin’in ilgisini çeken bir diğer ülke Nijerya. Nijerya’dan petrol alan Çin, karşılığında 2000 sonrası Nijerya’da faaliyet göstermeye başlamış çok sayıda Çinli şirket vasıtasıyla Nijerya’da hidroelektrik santraller ve fabrikalar inşa ediyor. 12 milyar dolarlık sahil demir yolu inşası, 2007’de Nijerya için fırlatılan telekomünikasyon uydusu ve daha bir sürü proje neticesinde Nijerya – Çin arası ticaret hacmi, 2019 yılı itibarıyla 3,13 milyar dolara çıkmış durumda. Angola, Cibuti gibi ülkelerde de benzer tablolar mevcut. Peki uzaktan kazan-kazan ilişkisi gibi gözüken Afrika – Çin ilişkileri, iç yüzünde hangi motivasyon ile gerçekleşiyor? Bunu anlamak için Çin’in borç diplomasisini bilmek gerekiyor.
Çin, 2013 yılında İpek Yolu’nu tekrardan kurmayı hedefleyen bir kuşak bir yol projesini duyurmuştu. Yine bu proje kapsamında Çin, 3. Dünya ülkelerine, Çin’in çıkarlarıyla ters düşmeyecek projeler için kredi sağlama kararı aldı. Bu bağlamda birçok Afrika ülkesi Çin’den kredi almak için sıraya girdi. Paranın hangi alanlarda harcanacağı konusunda birçok sınırlama koyan batılı kredi sağlayıcıların yerine, tek şartı “Tayvan’ı tanımamak” olan Çin kredisi, şüphesiz çok daha cazip karşılanıyordu. Çin bu sayede hem kendi işine yarayacak projelerin hayata geçirilmesini sağladı hem de kıtada kendi işçilerine istihdam alanları yarattı. Peki ya bu Afrika ülkeleri, aldıkları krediyi geri ödeyemezlerse? Başta Çin’in aleyhine gibi gözüken bu senaryo aslında Çin’in bu projeyi başlatmasının asıl nedeni. Şayet ülkeler borçlarını ödeyemezlerse, Çin ya bu ülkelerde stratejik öneme sahip yerlere el koyuyor ya da çok ciddi imtiyazlar elde ediyor. “Borç Diplomasisi” ismi de buradan geliyor.
Çin, son 20 yılda Afrika ülkelerine 148 milyar dolardan fazla kredi sağladı. Çin’e borçlu ülkelerin büyük kısmı ise ya bu borçları ödeyemedi ya da ödeyemeyecek. Bu ülkelerden biri Afrika Boynuzunun uç noktasında bulunan Cibuti. Ortadoğu’ya yakınlığından ötürü stratejik olarak büyük öneme sahip Cibuti’nin dış borcunun yüzde 70’i Çine ait. Çin ise ilk denizaşırı üssünü 2017 yılında Cibuti’de açtı. Zambiya ise yine borcunu ödeyemediği için 2018 yılında Kenneth Kaunda havaalanını Çine devretmek zorunda kaldı. Benzer şekilde Kenya, ülkenin stratejik açıdan önemli bir limanı olan Mombasa Limanı’nı Çine devretmeye hazırlanıyor, sebebi ise yine ödenemeyen borçlar. Özetle borç diplomasisi yoluyla Çin, Afrika kıtasında stratejik açıdan ciddi öneme sahip askeri imtiyazlar elde ediyor, ekonomik ve siyasi kazanımlar da cabası.
Kıtadaki Diğer Aktörler
Çin’in artan yatırımları sebebiyle Afrika’yı bir rekabet ortamı olarak değerlendiren ABD, kıtada güvenlik odaklı bir politika izliyor. ABD, terörle mücadele etmek ve istikrarsızlığı azaltmak amacıyla 2007’de kurduğu Birleşik Devletler Afrika Komutanlığı (AFRICOM) ile kıtadaki askeri ve ekonomik varlığını arttırdı. Başta Libya’yı DAEŞ, Mali’yi El-Kaide’den kurtarmayı amaçlayan proje, zamanla ABD’nin Afrika varlığını meşrulaştıran bir perde haline geldi. Hali hazırda Afrika’da 50 ülkede askeri varlığı bulunan ABD, bu sayede Afrika’dan, petrol başta olmak üzere çeşitli enerji ürünleri ithal ediyor. ABD, Çin’in Afrika politikasındaki ivme sebebiyle her ne kadar yatırımlarını hızlandırmış olsa da 2010 sonrasında kıtadaki ekonomik liderliğini Çin’e bırakmış durumda.
Afrika kıtasındaki ana rekabet ABD ve Çin arasında olsa da Rusya, kıtadaki bir diğer büyük aktör. 2000 yılında Putin’in iktidara gelişiyle Rusya, Afrika konusunda somut adımlar atmaya başladı. 2018 yılı itibarıyla 20 milyar dolar seviyesine gelen ticaret hacmi içinde en büyük pay silah ticaretine ait. Öyle ki Rusya, Afrika ülkelerinin toplam silah tedarikinin yüzde 35’ini karşılıyor. Bu oran hem Çin’den hem de ABD’den yüksek. Enerji ithalatı konusunda Rusya’nın önemli bir partneri olan Afrika, aynı zamanda Rusya’nın nüfuz kazanma politikası doğrultusunda, Rusya için oldukça cazip bir ortak.
Çin, Rusya ve ABD’ye ek olarak; Fransa, Hindistan, Japonya, körfez ülkeleri, İran, Türkiye kıtaya ilgi gösteren ülkeler arasında. Yukarıdaki rakamlardan da anlaşılacağı üzere bu ülkelerin hiçbiri kıtada Çin kadar aktif değil. Çin ve kıtadaki diğer aktörlerin faaliyetlerini açıklamak, kıtadaki rekabetin ne denli büyük olduğunu gözler önüne seriyor diye düşünüyorum. Bu bağlamda Türkiye’nin Afrika sahnesinde öne çıkabilmesi için kat etmesi gereken çok yol olduğu aşikâr.
Türkiye’nin Afrika Politikası
2002 yılında kıtada sadece 12 büyükelçiliği bulunan Türkiye, 2021 yılı itibarıyla bu sayıyı 43’e yükseltti. Buna karşılık Ankara’daki, Afrika ülkelerine ait büyükelçilik sayısı ise 37’ye yükseldi. Diplomatik bir irade sonucu bina edilen Afrika politikası, etkilerini ekonomik arenada da gösterdi. 2003 yılında kıta ile toplam ticaret hacmimiz 5,4 milyar dolarken 2020 sonunda 25,3 milyar dolar seviyesine yükseldi. Ek olarak Türk inşaat şirketlerinin kıtada gerçekleştirdiği projelerin toplam maliyeti 70 milyar doların üzerine çıktı.
Tabii tüm bu gelişmeler bir günde yaşanmadı. Türkiye 2008’de Afrika Birliği (AFB) tarafından stratejik ortak ilan edilmiş ve aynı sene İstanbul’da ilk Türkiye – Afrika ortaklık zirvesi düzenlenmişti. İkincisi Ekvator Ginesi’nde düzenlenen ortaklık zirvesine ek olarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan, kıtada 30 ülkeyi ziyaret etti ve birçok anlaşma imzalandı. Hükumet nezdinde atılan adımlar dışında, THY, TİKA, Anadolu Ajansı gibi birçok kuruluş aracılığıyla Türkiye, Afrika’da çeşitli alanlarda faaliyet gösterdi. 14000’den fazla öğrenciye burs sağlanması ve 1992’den beri düzenlenen Uluslararası Genç Diplomatlar Eğitim Programı bu faaliyetlerden bazıları.
Sosyokültürel etkileşim ve ekonomik kazanımlar dışında olayın bir de askeri boyutu var tabii. Türkiye’nin, BM bünyesinde Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki askeri varlığı dışında, Somali ve Libya’da askeri üsleri bulunuyor. Somali’nin başkenti Mogadişu’da bulunan Türk askeri üssü, 2017 yılında dönemin genelkurmay başkanı Hulusi Akar’ın katılımıyla açılmıştı. Bu askeri eğitim üssü halihazırda Türkiye’nin en büyük deniz aşırı üssü olma özelliğini de elinde bulunduruyor. Afrika Boynuzundaki stratejik öneme sahip konumu nedeniyle de Türkiye’nin bölgedeki etkinliğini de bir hayli arttırıyor.
Libya’da ise çok daha farklı bir tablo mevcut. Devrim sonrası Libya’da yaşanan iktidar mücadelesi 2014’te iç savaşa dönüşmüştü. İç savaşı fırsat bilen Yunanistan, Libya’nın 39 bin kilometrekarelik deniz alanını işgal etti. Bunun üzerine Milli savunma bakanı Hulusi Akar, Libya’yı ziyaret etmiş ve işgal edilen deniz alanının tekrardan kazanılması için TSK’nın hazır olduğunu söylemişti. Buna ek olarak Türkiye, darbeci Hafter’e karşılık meşru ulusal mutabakat hükumetine askeri destek sağlamıştı. Akabinde ilişkiler hızla ilerledi ve hem Türkiye’nin hem de Libya’nın lehine sonuçlanan deniz yetki alanı anlaşması imzalanmış oldu. Bana göre Türkiye, Libya konusunda çok başarılı bir politika izledi. Öyle ki Doğu Akdeniz’de güçlü bir müttefik kazanılmasının yanı sıra Yunanistan – Mısır ikilisinin Akdeniz’deki etkinliği de azaltılmış oldu. Ayrıca Libya’da Türkiye yanlısı bir hükumet kuruldu.
Son olarak değinmek istediğim bir diğer ülke Sudan. 2017 yılında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Sudan’ı ziyareti sonrası, Ömer Beşir hükumeti ile bir anlaşma imzalanmıştı. Bu anlaşmaya göre Kızıldeniz üzerinde yer alan ve stratejik açıdan büyük öneme sahip Sevakin Adası, restorasyon yapılması için 99 yıllığına Türkiye’ye tahsis edildi. Bu anlaşma üzerine Körfez ülkeleri, Türkiye’nin, adayı askeri üs inşa etmek için istediğini iddia etmişti. Her ne kadar iddia her iki ülke tarafından yalanlansa da ben dahil birçok insan anlaşmayı, Türkiye’nin adadaki askeri varlığına zemin hazırlayacak bir ön çalışma olarak yorumlamıştı. 2019 darbesiyle Ömer Beşir’in devrilmesi, anlaşmanın geleceğini nasıl etkileyecek hep birlikte göreceğiz. Yine de gerçekleşmesi halinde anlaşmanın, Türkiye’ye, Orta Afrika kapılarını aralayacağı bir gerçek.
Özetle, rakamlara bakıldığında Türkiye’nin Afrika yarışında henüz çok başlarda olduğu söylenebilir. Yine de 19 sene gibi kısa bir sürede Türkiye’nin, kıtadaki etkinliğini çok ciddi bir şekilde arttırdığı da bir gerçek. Sadece Libya, birkaç senede, Türkiye’nin Doğu Akdeniz konusunda ve bölge ülkelerini alakadar eden diğer konularda birçok avantaj ve imtiyaz elde etmesine aracılık etti. Türkiye’nin, Afrika özelindeki bu siyasi iş birliği politikasını sürdürmesi halinde daha birçok çıkar elde edeceği sır değil.
Türkiye’ye Yöneltilen Eleştiriler
Afrika gibi önemli bir kıtada, zamanla söz sahibi olmaya başlıyorsanız, kıtadaki aktif diğer ülkelerin dikkatini çekmeniz çok doğaldır.
“Tek sömürgeci Fransa zannediliyor, daha önce de sömürgeciler vardı. Türklerin sömürgeciliği unutuldu.“
Osmanlıyı sömürgecilikle suçlayan bu sözler Macron’un Cezayir üzerine yaptığı bir konuşmaya ait. Ben de diğer birçok insan gibi Macron’un bu ifadelerini şaşkınlıkla dinlemiştim. Sanılanın aksine Cezayir, 1516 yılında, dış baskılardan kurtulmak için, kendi isteğiyle Osmanlı himayesine girmişti. Cezayir, çoğu zaman, dış işlerinde dahi Osmanlı’dan bağımsız hareket etti. Peki Macron kendi tarihini bilmiyor mu?
Tabii ki de biliyor. Sömürgecilik konusu yıllardır Fransız gündemine taşınır ve hükumet mensupları genelde hiçbir zaman suçlamaları kabul etmez. 1830’da Cezayir’in işgaliyle hız kazanan Fransız sömürgeciliği kısa sürede batı Afrika’nın büyük bölümünü kapsadı. Günümüzde Fransa, hala modern sömürgeciliğini sürdürüyor. En basitinden Afrika’da çoğu ülke, hala Fransa tarafından basılan Frankları kullanıyor ve bu sayede ekonomik olarak Fransa’ya bağımlı hale geliyor. Fransa’yı bu kadar rahatsız eden ise bu sömürgeciliğinden ötürü kıtada istenmeyen ülke ilan edilmesi.
Macron’un yukarıdaki açıklamalarından sonra Cezayir, hava sahasını Fransa’ya kapatmış ve Fransa’daki 6 Cezayir konsolosunun görevine son vermişti. Tabii son yıllarda kıtadaki diğer ülkeler de tepkilerini ortaya koymaya başladılar. 2 ay önce Burkina Faso’da halk tarafından durdurulan ve 1 hafta alıkonulan Fransız askeri konvoyu, yakın zaman önce Nijer’de de benzer bir tepkiyle karşılaştı. Öyle ki çıkan çatışmalarda 20’ye yakın kişi yaralandı ve 2 kişi hayatını kaybetti.
Bu pencereden bakıldığında Fransa’nın, Türkiye – Afrika ilişkileri konusundaki hoşnutsuzluğunu ve Türkiye’ye neden sömürgeci yaftasını yakıştırdığını anlamak kolay. 2009 yılında dış işleri bakanı Ahmet Davutoğlu, dönemin Fransız Cumhurbaşkanı Sarkozy’e ithafen şu ifadeleri kullanmıştı:
“Özellikle Fransa, Kuzey Afrika’ya niçin açıldığımızı araştırıyor. Ben de talimat verdim. Sarkozy hangi Afrika ülkesine giderse kafasını kaldırdığı yerde Türk büyükelçiliği binasını, bayrağını görecek.”
Türkiye’nin Afrika konusundaki kararlılığını vurgulayan bu sözler, bana göre kıtadaki Türk-Fransız rekabetinin dinamiklerini anlamak için hala güzel bir örnek teşkil ediyor.
Fransa’yı rahatsız eden bir diğer mevzu ise kıtadaki Çin ve “borç diplomasisi” gerçeğine rağmen, Fransa’nın sömürgecilik konusunda bu kadar ön plana çıkması. Bu konuda haksız sayılmazlar. Nitekim kıtada en büyük sömürgeciliği Çin, borç diplomasisi adı altında yapıyor ve buna rağmen bölge ülkelerince “dost” olarak nitelendiriliyor. Fransa örneğini vermemin sebebi buydu. Günün sonunda iki devlet de kıta ülkelerini sömürüyor ama Çin daha uzun vadeli ve temkinli olduğu için Fransa kadar dikkat çekmiyor. Benzer şekilde Türkiye’nin, kıtadan beklentilerini dile getirirken kıta dinamiklerini iyi anlaması ve Fransa’nın yaptığı hatayı tekrarlamaması gerekiyor.
Son olarak Türkiye’ye, Afrika konusunda, iç politikadan da eleştiriler yöneltiliyor ki işin en üzücü kısmı da bu. 1950’li yıllardan beri, genellikle Türkiye’deki ekonomik ve siyasi istikrarsızlıklar vurgulanarak, Türkiye’nin Afrika politikası eleştiriliyor. Bir noktayı iyi anlamak lazım. Türkiye’nin ekonomik ve siyasi istikrarsızlık sorunları bir gerçek ama Afrika gibi uzun vadeli bir politika, tüm bu sorunlardan bağımsız bir şekilde varlığını sürdürmeli. Çünkü hükumetler ve muhalefetler değişir ancak Milli çıkarlar aynı kalır. Sadece Libya örneği, Türkiye’nin, bu politikasını sürdürmesi halinde, ne gibi kazanımlar elde edebileceğini gösteriyor. 2022, Afrika’nın adını çok duyacağımız bir sene olacak. Türkiye’nin adının da Afrika ile anılması dileğiyle…
Kaynakça
https://www.aa.com.tr/tr/analiz/afrika-neden-cazibe-merkezi/2397428
https://www.mfa.gov.tr/turkiye-afrika-iliskileri.tr.mfa
https://www.trthaber.com/haber/dunya/yukselen-kita-afrikada-guc-mucadelesi-cin-549983.html
https://www.globalsavunma.com.tr/cin-in-afrika-stratejisini-anlamak.html
https://ordaf.org/joe-biden-baskanliginda-abdnin-muhtemel-afrika-politikalari/
https://www.ankasam.org/rusyanin-sahra-alti-afrika-politikasi/
https://www.aa.com.tr/tr/gundem/turkiyenin-afrikada-etkisi-artiyor/2398371
https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0kinci_Libya_%C4%B0%C3%A7_Sava%C5%9F%C4%B1’nda_T%C3%BCrkiye
https://www.aa.com.tr/tr/analiz/gorus-macronun-cezayir-algisi-ve-gercekler/2384329