Dolma, Rakı ve Yalnızlık: Duvara Karşı

“Yalnızlık bir gurur sorunudur, kendi kokusunun içine mağrur bir şekilde gömülür insan.”

demiş Orhan Pamuk. Bu alıntı filmi tam anlamıyla anlatır mı, sanmam ama Cahit ve Sibel’in içindeki dinmeyen yalnızlığı birebir anlattığı kesin.

Cahit ve Sibel.

Türkiye-Almanya ortak yapımı olan bu film, Cahit’in arabayla duvara çarpmasıyla başlar, yani duvara karşı olduğu sahneyle. Daha sonra intihara meyilli bu iki yaralı ruhun ilk karşılaşmasını izleriz bir psikiyatri kliniğinde. Sibel, baskıcı ailesinden kaçmak için ismini bile az önce öğrendiği bu adama evlilik teklifi eder. Aklımıza kazınan o sözler bu sıralarda çıkıverir Sibel’in ağzından:

“Yaşamak istiyorum Cahit, dans etmek…”

Filmde Cahit ve Sibel’in aşkı formaliteden evli oldukları sırada başlar. Birbirlerine iyi geldiklerini fark etmeleri ise çok uzun zaman alır. Dolma sahnesi de bu aşkın temellerinin atıldığı filmin en unutulmaz sahnesidir fikrimce. Sibel elleriyle Cahit’e dolma yapar, yanına bir rakı açarlar; arkadan da ‘Yine Mi Güzeliz Yine Mi Çiçek’ çalar pervasızca. Sonunda o güzelim dolmalar tuvalete dökülür Sibel’in ellerinden ama yine de Fatih Akın’ın inanılmaz yönetmenliğiyle bu sahne, sinemamızdaki unutulmaz sahneler arasında kendine ön sıradan bir yer edinmiş olur.

Bu sahneden sonra Cahit ve Sibel’in birlikte olmadığı bir zamana geçiş yaparız. Sibel; İstanbul’a gitmiştir, Cahit’e mektuplar yazar. Bu mektuplarda İstanbul’daki yalnızlığından bahsederken Marmara Otel’in önündeki unutulmaz pozuyla aklımıza kazınır.

“İstanbul rengarenk, hayat dolu bir şehir, yaşamayan tek bir kişi varsa burada o da benim.”

Marmara Oteli’nin önünde Sibel.

Sibel, Cahit’ten bağımsız bir hayat kurar kendine filmin sonlarına doğru. Cahit Almanya’dan kendini düzeltmiş olarak çıkmak ister Sibel’in karşısına ama çok geçtir bazı şeyler için. Sibel onu tekrar hayata bağlayan unsurdur çünkü. Bunu belirtmek için şunları söyler:

“Sibel’le ilk karşılaştığımda ölüydüm ben, yaşamıyordum. Sonra hayatıma o girdi. Bana sevgi verdi, güç verdi.”

Fakat kendine ait bir hayatı vardır Sibel’in artık, Cahit’e ihtiyacı yoktur; kendi ayaklarının üzerinde durabiliyordur hayatında belki de ilk kez fakat bu düzenli hayat, Cahit’in gelmesiyle içindeki aşkı ve yalnızlığı hatırlatır Sibel’e. Cahit’le yaptığı kaçamak evet doğru değildir belki ama bu iki ruh birbirinden hiç kopamamıştır. Dolayısıyla bunu bir kaçamak olarak nitelendirmek bile bu iki insanın bağına bir nevi saygısızlık olur.

Sibel ve Cahit’in düğünü, Cahit’in sağında Şeref.

Genel bir tanımlamadansa filmin biraz içine girmek istersek içinde kaybolmamız çok mümkün. Karakterleri tanımaya çalışırken kendinizi onların yerine koyarsınız bazen, anlamaya çalışırsınız onları. Mesela her şeyin en başına dönelim. Neydi Sibel’i bu denli bıktıran? Baskıcı bir Türk ailesinde sadece var olmaya çalışan bir genç kızın trajik hikayesi olarak yorumlayabilirdik bunu. Diğer bir perspektiften de alkol ve uyuşturucu bağımlısı, sevgisizlikle sınanmış bir adamın hikayesi sayabilirdik ya da dikenli yollardan geçmiş bir aşk hikayesidir yalnızca. Politik tarafı var mıdır peki? İki göçmenin hikayesidir sonuçta bu. Varoluşsal açıdan yaklaşmak istersek de yalnızlık temalı bir filmdir belki de. Hatta kesinlikle öyledir.

Sibel ve Cahit.

Peki karakterler ve onlara konulan birtakım isimler, önemli midir sizce? Bana sorarsanız kesinlikle hayır derim. Buradaki her karakter biraz bizizdir çünkü. Bizim yalnızlığımızın filme çekilmiş halidir onlarınki. Hepimiz biraz Cahit, biraz Sibel’izdir. Duvara karşı olan bizizdir mesela, duvarı örenin de biz olduğu gibi. Ya da Marmara Otel’e sırtını yaslayan da bizizdir. Mektuplar yazan, şarkılar söyleyen ve dolmalar yapan. Bu yüzden belki de bu filmi şu açıdan okumak gereklidir: sevgi, yalnızlık ve bir tutam da bizden birileri.

Kaynakça:

beyazperde.com

 

Leave a Reply