1945’te İkinci Dünya savaşının ardından yıkılmış dünyanın imparatorluğuna eski güçler Fransa ve İngiltere değil, onların yerini almak isteyen Almanya da değil Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Sovyetler Birliği talipti. Polonya, Macaristan, Çekoslovakya, Romanya gibi doğu Avrupa ülkeleri Stalin’in denetimi altındaydı. Bu demirden perdenin ismi Komünist cepheydi. Karşısında ise ABD’nin başını çektiği Batılı ittifak veya kapitalist cephe konumlanıyordu. Eski imparatorlar ve onların yeni dünyadaki temsilcisi ABD bu blokta insanlık tarihinin gördüğü en büyük savaşta Almanlara karşı birlikte harp ettikleri Sovyetlere karşı konumlanmışlardı. Eski dost yeniden büyük düşmandı.
(Dresden Bombardımanı)
Dünyada esen soğuk rüzgarların zamanla getirdiği meselenin ismi artık soğuk savaştı. Bir sıcak çatışma olmayacak, olursa da kadim ve zinde güçler harekete geçmeyecek ancak silaha davranmak, zor kullanmak icap ederse bu durum ulusal ve uluslararası başka güç ve kurumlar yoluyla çözümlenecekti. NATO yıkılmış Avrupa’yı doğudan gelen tehdide karşı koruması için Washington’da yapılanlandırılmış uluslararası örgütün ismiydi. On Avrupa ülkesi, Amerika kıtasındaki dost ve müttefikleri Kanada ve Birleşik Devletler (ABD) ile Avrupa’nın, dünyanın güvenliğini rakipsiz yeni bir güçle tesis etme yoluna gitti. İngiltere, Fransa, Belçika, Portekiz, Hollanda, Lüksemburg, İtalya, Norveç, Danimarka ve İzlanda Amerika kıtasındaki müttefikleriyle batı denince akla gelen kuvvet dengesinin kurucuları haline gelmişti. Sovyetlerin yayılmacı politikaları ve “tehlikeli” fikirleri üye ülkelerden uzak olmalıydı.
(NATO Bayrağı)
Türkiye ise tesis edilen bu yeni dünya düzeninde batı ittifakından taraf yerini almak maksadıyla 1949’da başvuruda bulunmuş ancak Kuzey Atlantik bölgesiyle doğrudan teması olmadığı gerekçesiyle reddedilmişti. Bu sebeple NATO’ya katılmak için 1950’deki Kore Savaşını beklemesi gerekecekti. İttifaka kabulün yolu Kore’den geçiyordu bu sebeple Türkiye’nin orduları bilinmeyen topraklarda bilinmeyen bir düşmanla harbe gidiyor bu sayede batı ittifakı ilk genişlemesini tecrübe ederek Türkiye’yi kulübe kabul ediyordu. 1952 yılı Türkiye’nin ve Yunanistan’ın NATO’ya kabulüyle ittifakın ilk kez genişlediği yıl olmuştu. Bunu 1955’te Batı Almanya’nın NATO’ya katılımı izleyecek ve tüm bu gelişmelere karşı Sovyetler de Macaristan, Çekoslovakya, Polonya, Bulgaristan, Romanya, Arnavutluk ve Doğu Almanya ile Varşova Paktı’nı ilan ederek Soğuk Savaşın iki cephesini alenileştirecekti. Tüm bu yaşanan gelişmeler kıtalar arası balistik silah yarışını tetiklemişti. Bu sebeple oluşan dehşet dengesi yeni dünya düzeninin ismiydi.
(Varşova Paktı)
Başlangıcı olan her mesele gibi soğuk savaşta da nihayete gelinmişti. Sovyetler Birliğinin dağılması, Varşova Paktı’nın çökmesi ile düşman etkisiz hale getirilmişti. İlginçtir ki NATO Varşova Paktı’nın son bulduğu 1991’e kadar hiçbir şekilde sıcak savaşın tarafı olmamıştı. Ancak istikbal NATO’nun dünya iktidarındaki gücünü göstereceği zamanları beraberinde getiriyordu. NATO artık “tehlikeli” Sovyet Birliğinin önündeki engel olmaktan çok dünya nizamını sağlayan güç veya bir nevi kolluk kuvveti haline gelmişti. İlk başta kendini Avrupa’daki etnik kavgaları ayırmak üzere Bosna’da, ardından Kosova’da buldu. Bunu Amerika Birleşik Devletlerindeki 11 Eylül saldırıları ile ilk defa meşhur beşinci maddenin uygulanması meselesi izledi. Bu maddeye göre bir üye ülkenin saldırı altına olmasıyla diğer ittifak ülkelerinin de saldırıya uğradığı kabul edilecek ve gerekirse silahlı güç kullanılacaktı. NATO’nun düşmanları artık üye olmayan ülkeler değil, terör örgütleri ve bilinmeyen tehdit ihtiva eden her türlü güçtü. Böylece her türlü melanete silahlı, politik, siber, hukuki cevap verilmesi imkanı ve gerekliliği söz konusuydu. Sorun şuydu ki Amerika Birleşik Devletleri’nin dünyada müdahaleler gerçekleştirmesi için artık NATO’ya ihtiyacı olup olmadığı tartışmalıydı. Zamanın ruhu Trump’ı 2016’da dünya imparatorluğunun zirvesine getirerek bu problemi derinleştirdi.
( Donald Trump)
ABD’nin 45. başkanı olarak Trump dünyanın alışık olmadığı bir figürdü. Devlet başkanlarıyla gereğinden fazla fiziksel temas kurabiliyor, tuhaf selamlaşmalara neden olabiliyordu. Devletlerin karşılama protokollerine uymadan 92 yaşındaki Britanya kraliçesini ayakta bekletiyor ve tören sırasında da deyim yerindeyse arkasından koşturuyor, Arjantin’deki G-20 zirvesinde tören kurallarına riayet etmeksizin yürüyor… “Beni buradan çıkarın.” diye bağırıyor, gazetecileri azarlıyor, diplomatik gereklilikleri unutarak devlet başkanlarına roket-adam gibi isimler takıyor, NATO zirvesinde öne geçmek için Karadağ başbakanını itekliyor, veya bir hastane ziyaretinde çocuklarla birlikte boyama yaparken Amerikan bayrağını yanlış renklerde boyayabiliyordu. O öngörülemez bir kimseydi. Çeviriyi beğenmediği için Arjantin devlet başkanıyla görüşürken mikrofonu yere atabiliyor, devlet liderlerine sert çocuğu oynama, aptal olma gibi ifadelerde bulunabiliyordu. Peki böylesine kırılgan olan dünya siyasetinde Bay Trump ikinci kez geldiği koltukta bu sefer neler yapabilir?
( Donald Trump)
Bunun için Trump’ın birinci dönemine bakmak gerekecektir. “Önce Amerika” derken Trump aslında küreselciliğin yerine milliyetçiliği koymaktadır. 2016- 2020 dönemi boyunca da Trans Atlantik’te bazı ülkeleri ticarette ek ithalat vergileri ile yükümlendirmiş, çeşitli ülkelere vize yasağı getirmiş, küresel fonlara devlet desteğini kesmiş veya kesmekle tehdit etmiştir. Trump, iklim değişikliği veya küresel pandemiler konusunda da istikrarlı bir muhafazakar reflekse sahiptir. Yenilenebilir enerji araştırma bütçesini %40 oranında azaltarak 2017’de ABD’nin Paris Anlaşması’ndan çekildiğini duyurmuş ve ABD’yi dünyada anlaşmayı onaylamayan tek ülke konumuna sokmuştur.
(Donald Trump)
2018’de NATO’nun finansal yükünden dem vurmuş NATO müttefiklerden daha fazla finansal kaynak ayırmalarını istemiş aksi halde ABD ’siz bir NATO’ya mahkum olacaklarını belirtmişti. Trump başkan olmasına karşın 2016-2020 arasında Birleşik Devletlerin mutlaka hakimi sayılmazdı. Çünkü karşısında demokratların çoğunlukta olduğu bir kongre vardı. Ancak şimdi Trump parlamentoda da çoğunluğa sahip bu sebeple denge denetleme mekanizmalarının nasıl çalışacağı oldukça şüpheli. Zira Trump’ın önünde onu durdurabilecek bir güç yok gibi duruyor.
(ABD Parlemento)
Göreve başladığında karşısında bulacağı ilk büyük mesele Ukrayna-Rusya savaşı olacaktır. NATO tarafından desteklenen Ukrayna Putin’li Rusya’ya karşı yalnız mı kalacak? Ukraynalılar son özgür günlerini mi yaşamaktalar? Çünkü batı ittifakının desteği olmazsa Rusya’ya karşı vatanlarını savunmak konusunda başarılı olamamaları çok olağan. Trump’ın seçim beyannamesinde İzolasyon ve tek taraflı dış politika izlenimi edinmek ise buna karşın pek kolay. Trump Ukrayna-Rusya savaşını 24 saat içinde bitirebileceğini vadediyordu. Bunun Ukrayna’nın Rusya’ya teslimi anlamına gelip gelmediğini zaman gösterecektir ancak şu anda Avrupalı liderlerle beraber en kaygılı isimlerden birinin Ukrayna Devlet başkanı Zelensky olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bununla birlikte NATO’nun etkinliklerinde bir yavaşlama bekleneceği ancak ABD’nin NATO’dan vazgeçemeyeceği de ön görülebilir. Bu sebeple taze genel sekreter Mark Rute dünya nizamını sağlamak konusunda zorlu sınavlar verecektir.
(Zelensky-Putin)
Trump savaş sevmediğini söylüyor ancak ekonomik çatışmalarda en az savaşlar kadar kötüdür. Bununla birlikte Trump’ın sıkıştığında ülkeleri kolaylıkla yok etmekle tehdit edebildiği bilinen bir gerçektir. Sosyal demokrasinin ekonomik memnuniyetsizliklere çözüm üretememesi sonucunda Trump gibi kültürel açıdan dışlayıcı, otoriter liderler çözüm haline gelir. 75 yıllık tarihi boyunca NATO, ABD ‘yi sorun kaynağı olarak görmemişti. Ancak bu sefer NATO için gerçek sınav belki de kurucusu, bir numarası ve olmazsa olmazı ABD’ye karşı vermek zorunda kalacağı sınav olacak.
KAYNAKÇA
https://tr.euronews.com/2024/11/06/trumpin-beyaz-saraya-donusu-nato-icin-ne-anlama-geliyor
https://www.bbc.com/news/articles/c3gr90jnxjv
https://www.ft.com/content/8985b970-0015-479f-9585-7a9b234715a4
https://www.nato.int/
https://www.bbc.com/turkce/articles/cjdl2y2rgxko