Aslında hepimizin hakkında az çok bilgi sahibi olduğu Kazım Koyuncu’nun hayatından bahsetmek gerekirse;

7 Kasım 1971 tarihinde Artvin’de dünyaya gelen sanatçı, müziğe ortaokul yıllarında mandolin çalarak başlamış, sonrasında kemençe ve gitar çalmaya başlamıştır. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi’nden hem siyasi sebeplerden hem de müzik yapma isteğinin ağır basması sebebiyle ayrılmış ve profesyonel müzik hayatına atılmıştır. Sanatçı, ilk olarak, 1992 yılında “Dinmeyen” adındaki özgün müzik grubunu kurmuştur.  Bu grupla Sisler Bulvarı adlı bir albüm çıkartmış ve sonrasında Lazca müzik yapma isteğinin ağır basması sebebiyle buradan ayrılıp Mehmedali Barış Beşli ile birlikte, 1993 yılında Zuğaşi Berepe (Denizin Çocukları) adlı Lazca rock grubunu kurmuştur. Bu grupla Va Mişkunan (Bilmiyoruz), 1998’de de İgzas (Gidiyor) adlı albümleri yayınlamıştır ve grup, yalnızca 130 adet basılmış bir konser albümü (Bruxel Live) çıkardıktan sonra 1999 yılında dağılmıştır. Sonrasında müzik kariyerine tek başına devam eden Koyuncu, Salkım Söğüt adlı projenin ikincisinde 3 şarkısıyla yer almıştır. 2001 yılında Viya adlı ilk solo albümünden sonra Gülbeyaz adlı dizinin müziklerini yapınca tanınmaya başlamış, sonrasında Kemal Sahir Gürel ile birlikte Sultan Makamı adlı dizinin müziklerini hazırlamıştır. 2004 yılında çıkarttığı Hayde adlı albümle de tam anlamıyla üne kavuşmuştur.

Kazım Koyuncu bir röportajında kendini şöyle tanımlıyor: “Ben bir müzisyenim, ondan sonra biraz Karadenizliyim, ama hepsinin ötesinde ben bir devrimciyim. Ve gerçekten doğru bildiğim bir şeyi en azından çok zorlanırsam ortaya koymaktan çekinmem.

  Bundan 6 yıl önce, bir haziran günü kaybettik Kazım Koyuncu’yu. Çernobil sonrası yiten nice can’dan yalnızca bir tanesiydi o da. Son dakikaya kadar pes etmeden, müziğinden, dinleyicilerinden ayrılmadan yaşadı. Söylenecek çok şey var aslında, herkesin canı yandı bir şekilde bu illetten. Belki bizim de yanacak, bilemiyoruz. Ama tek bir gerçek var ki, Kazım Koyuncu’nun eseri, melodileri bize miras kalacak. Üzüntülerimizde, sevinçlerimizde bize eşlik etmeye devam edecek. Her ölüm erken ölümdür, yaşasaydın 40 yaşında olacak bize nice güzel şeyler dinletecektin; ama iyi ki bu hayata dair bir şeyler paylaştın Şair Ceketli Çocuk!

“Bu arada; hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopsa da fırtınalara, bir gün boğulacağımız denizlere, eski günlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, Donkişotlar ‘a, ateş hırsızlarına, Ernesto “Çe” Guevara’ya, yollara-yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz. Kötü şeyler gördük. Savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük. Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük. Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük. Biz de öldük. Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik. Teşekkürler dünya.”

Leave a Reply