Japonya dendiği zaman birçoğumuzun aklına kültürüyle, gelenekleriyle ve teknolojisiyle güzel bir uzakdoğu ülkesi gelir büyük ihtimalle. Benim içinse sadece bir Doğu Asya ülkesi olmayan Japonya, aynı zamanda bugünkü beni ben yapan kimi önemli etkenlerin de ev sahibidir ayrıca. Küçüklüğümden beri takip ettiğim animelerindeki mesajlarıyla olsun; karşılıklı saygıya dayalı ve onurlarına leke sürdürmeyen etik yapılarıyla olsun; II.Dünya Savaşı’nda verdikleri mücadeleleriyle, atom bombasından tutun da, büyük depremlere, tsunamilere hatta nükleer kazalara rağmen hemen hemen tüm felaketlerden bir şekilde çalışıp çabalayıp alınlarının terleriyle kurtuluşlarıyla olsun; benim için çok efsanevi bir ülkedir Japonya.
Japonya, her ne kadar ülkemizde çoğu insanın sempatiyle yaklaştığı bir kültüre sahip olsa da, bu ülke ve tarihi hakkında bilgimiz ne yazıktır ki bir incir çekirdeğini doldurmaya yetmiyor. Bu nedenle, ben de Japonya hakkında araştırmalar yaparak bulduklarımı okuyucularla paylaşmaya karar verdim. Bu süreçte, bu güzel medeniyete dair yazılarımın devamının da gelmesi ümidiyle, ilk olarak gelmiş geçmiş en ünlü Japon imparatorlarından Hirohito hakkındaki yazı dizimin ilk bölümünü burada sizlerle paylaşıyorum.
Hirohito, ileride imparator olup Taisho adını alacak olan Prens Yoshihito’nun eşi Prenses Sadako’nun 29 Nisan 1901 tarihinde Togu Sarayı’nda doğum yapmasıyla dünyaya gelmişti. Bu durum aynı zamanda, Yoshihito’nun ardından Güneş Tanrıçası ve Cennetin Sahibi olan Ameterasu’nun soyundan geldiği kabul edilen imparatorluk soyunun devamının garantilenmiş olduğu manasına da geliyordu. Ancak Hirohito’nun bu kadar büyük sıfatlarla nitelendiriliyor olması, onun Japon geleneklerine göre, doğar doğmaz ailesinden koparılıp bir imparator kişiliği kazanmak üzere yetiştirilmesi için başka bir yere gönderilmesine bir engel oluşturmamıştı ne yazık ki. Gelenek bu ya, veliaht olması sebebiyle, imparatorluktaki çalkantılardan zarar görmemesi amacıyla çocukluğunun önemli bir bölümünü ailesinden ve akrabalarından uzakta geçirecekti Hirohito. Ta ki 4 yaşına gelene kadar. Ancak ne yazık ki 4 yaşına gelip Akasaka Sarayı’na geri dönmesi normal bir aile yaşantısı sürebileceği anlamına gelmemişti yine. Hirohito saraya döndüğünde eğitimine kaldığı yerden devam etti. Ailesini ise çok az görebiliyordu. Annesini belki haftada bir defa, babasını ise ayda bir defa ancak görebiliyordu. Halen imparator olan dedesi ise onu belki de sadece kendisine hakkında verilen raporlarla takip ediyordu. Küçük kardeşleriyle daha sık görüştüğü söylenebilirdi; çünkü birçok eğitimi General Nogi’nin yanında birlikte alıyorlardı. Ancak onların yanındayken bile suskunluğu ile diğer çocuklardan farkını her zaman belli ediyordı küçük imparator.
General Nogi, Japonlar için ulusal bir kahraman gibiydi adeta. Geçmişte büyük savaşlar verip önemli başarılar elde etmiş ve yaşlanınca emekliye ayrılıp imparatorluk adına eğitimler vermeye başlamıştı. General Nogi ile birlikte Hirohito ve kardeşleri her gün genaralin “en içten dileğiniz nedir?” sorusuna aynı cevabı üç kere üstüste tekrarlayarak verirlerdi: “İmparator için ölmek! İmparator için ölmek! İmparator için ölmek!”
Daha sonraları 1914 yılına gelindiğinde Hirohito’nun imparator dedesi Meiji ölecek ve yerine babası Yoshihito ya da yeni adıyla Taisho geçecekti. Bu da Hirohito’nun impartorluğuna çok daha az bir zamanın kaldığının en açık göstergesiydi. Bu nedenle bu olayın akabinde Hirohito kardeşleriyle beraber öğrenim gördüğü okuldan alınarak sadece kendisine tahsis edilmiş bir bölümde imparatorluğa dair eğitimini almaya başlamıştı bile. Bu bölümün başında ise yine bir Japon kahramanı olan Amiral Togo bulunmaktaydı. Hirohito’nun Togo ile bu süreçte yaşadığı bir olay ise adeta tüm sarayda bomba etkisi yaratmaya yetecekti. Öyle ki, Hirohito özellikle biyolojiye çok meraklıydı. Bu nedenle daha çok küçük yaşta biyolojiye dair araştırmalar yapmaya başlamıştı bile. İşte yine Togo ile eğitim gördüğü günlerin birinde, bu hobisinin de etkisiyle öğretmenine şuna benzer bir soru sormuştu küçük imparator: “Benim Güneş Tanrıçası’nın soyundan geldiğimi söylüyorsunuz; ancak bu biyolojik olarak imkansız değil mi?”
Takvimler 1916 yılını gösterdiğinde halk ilk kez imparatorun veliahtını gazetelerde yer alan bir fotoğrafla görecekti. Gazetede bir denizci üniforması giyen Hirohito yer alıyor ve yanında yer alan haberde küçük imparatorun tenis oynamaktan ve fabllardan hoşlandığı yer alıyordu. Yazıda, ne zaman evleneceğine dair ise herhangi bir bilgi yer almıyordu; halbuki imparatorluğun ileri gelenleri çoktan Japon İmparatorluğu’nun bekasının korunması adına Hirohito’nun evlenme vaktinin yavaş yavaş geldiğine kanaat getirmişlerdi bile. Ancak bunun üzerine veliahtın daha önce hiç görülmemiş ilginç bir özelliği daha ortaya çıkacaktı… Öyle ki, evlilik çağına geldiğinde Hirohito’nun elinde, çok fazla seçeneği olduğu söylenemezdi; çünkü geleneksel olarak imparatorlar her zaman Fujiwara Klanı’ndan birisiyle evleniyorlardı. Ancak, gönül ferman dinlemez, geleceğin imparatoru bir ilke imza atarak Satsuma Klanı’ndan bir kızı sevdiğini ve 0nunla evlenmek istediğini beyan etti.
Bu beyan, tüm saray çevresini adeta ayağa kaldıran bir beyan olmuştu; çünkü gelenekler çok önemliydi ve bu, inşa edilmiş tüm gelenekçi yapının yıkılması anlamına geliyordu. Dahası, bu durum Satsuma Klanı’nın Saray’da daha çok güçlenmesine neden olacaktı ki, diğer klanlar bunun olmasını hiç istemiyorlardı. Hatta durum o kadar ileriye gitmişti ki kulaktan kulağa Satsuma Klanı’nda renk körlüğü olduğu ve bu tür genetik bir hastalığın imparatorluk ailesine geçmesinin korkunç olacağı haberleri dolaşmaya başlamıştı bile. Her ne kadar bunun herhangi bir bilimsel kaynağı olmadığı ortaya çıksa da olaylar bir türlü yatışmak bilmemişti. Bu dönem Satsumaların gözden düşmesi ve birkaç klan üyesinin onurlarının zedelendiğini öne sürerek seppuku ya da daha bilinen tabirle harakiri yaparak intihar etmesi şeklinde bir süre devam etti. En sonunda zoraki olayların yatışması neticesinde Hirohito muradına ererek İmparatoriçe Nagako ile nişanlandı. Ancak kader bu ya, evlendikleri yıl olan 1925 yılına kadar iki nişanlı birbirlerini sadece dokuz kez görebildi.
Bu sırada Hirohito imparatorluk eğitimi almaya devam ederken, bir süre sonra Japon tarihinin en büyük toplumsal çalkantısıyla yüzyüze gelecekti…