Tarihi olayları öğrenmek, tarih kitapları okumak her zaman okumayı sevmeyen kişiler için biraz sıkıcı ve yorucu olmuştur. Çocuklara yıllarca kitap okuma alışkanlığı kazandırılmaya çalışılmış ama konu tarih kitaplarına gelince öğretmenler ve ebeveynler oldukça zorlanmıştır. Bunun en genel sebebi zannımca, tarih kitaplarının ciddi bir dille yazılmış olmasıdır.  Öte yandan ilkokul ve lise kitaplarımızda görebileceğimiz gibi olayların hikayeleştirilmek yerine sebep ve sonucunun verilerek anlatılması da öğrencilerin ve okurların olayları zihinlerinde canlandırmasını zorlaştırmış ve tarih öğrenmeye olan isteği bir nevi kırmıştır. ‘’Tarihsel kurgu’’ kavramı ise son yıllarda ülkemizde tarihi bilgi edinme algısını değiştirmiş ve kırılan o isteği yeniden kamçılama görevi üstlenmiştir.

Yaşanmış tarihi bir olayı olduğu gibi aktarmak yerine onu yeniden kurgulayarak ve etrafında farklı dünyalar yaratarak aktarmak elbette ki insanların üzerinde çok daha olumlu bir etki yaratıyor. Burada dikkat edilmesi gereken husus ise olayların aktarılışı sırasında tarihi gerçeklikten sapmamak ve tarihi olaylara karşı tarafsız olma konusuna hassasiyetle yaklaşmaktır.

Son dönemlerde dizi sektöründe ve romanlarda sıkça karşılaştığımız bir tür, tarihsel kurgu. Birçok dizi, tarihi olayları kurulayarak popülarite yakaladı, sevildi ve hala yeni diziler çekilmekte. Akabinde birçok tarihsel kurgu romanı da raflarda yerini aldı ve çok satanlar listelerine girmeyi başardı. Bunlardan ne kadarının biraz önce bahsi geçen özelliklere sahip olduğu tartışılmakla birlikte, insanları ciddi şekilde tarih öğrenmeye teşvik ettiği bir gerçek.

Bu yüzden sizleri bu alanda oldukça başarılı bulduğum bir kitapla tanıştırmak istiyorum.

7ddb47c3-9908-4854-b80e-2cbd73d9a53c

Dünyaca ünlü yazar Amin Maalouf’un tarih konusundaki engin bilgisinin zirve yaptığı kitaptır benim için Yüzüncü Ad. Tarih konusundaki engin bilgisinin yanında Asya ve Akdeniz’in kültürleri ve coğrafyasını da çok iyi bilmesinin verdiği avantajı kullanarak, usta kalemini de adeta bu bilgilere estetik bir dokunuş getirmek için konuşturarak güzel bir roman çıkarmış karşımıza. 

Bir kehanetle başlıyor roman. Ertesi yıl yani 1666 yılı dünyanın sonu olacaktır kehanete göre. Dilden dile dolaşmaya başlar bu korkunç kehanet ve halkı korku bürür. Çünkü İncil de dahil olmak üzere bu senenin ”Canavar Yılı” olacağına dair birçok yerde işaret ve simgeler vardır. Fakat Baldassare bu kehaneti saçma bulur. İçinde her ne kadar yersiz bir korku taşısa da şu sözler dökülür kaleminden:

İnsan işaret ararsa, bulur. Her zaman böyle gelmiştir bana; ve bunu bir kez daha mürekkebimle buraya kaydetmek istiyorum. Olur ya dünyayı saran delilik burgacı içinde sonunda ben de unuturum. Aşikar işaretler, anlamlı işaretler, şaşırtıcı işaretler… Kanıtlamak istediğin her şey doğrulanır sonunda; ve en az bir o kadarını da tersini kanıtlamak istersen bulursun.

Dünyanın sonunun gelmesini engelleyebilecek tek şey ise kimsenin görmediği, bilmediği bir kitap ve bu kitapta geçtiği düşünülen, Allah’ın Kuran’da geçen doksan dokuz adı dışında söylenmeyen gizli ad: Yüzüncü Ad!

İşte bu kitap bir şekilde Baldassare’nin eline geçer fakat bir anlık kararla onu bir Fransıza satar. Sonra içten gelen bir sese kulak verir ve o kitabı bulmakta karar kılar. Bu karar ona dünyayı dolaşmasına mal olacaktır. Asıl yapmak istediği ve inandığı şey elbette Allah’ın yüzüncü adına ulaşıp dünyayı kurtarmak değildir. Bu yüzden ben bu yolculuğu Baldassare’nin aslında içinde yaptığı bir yolculuk olarak görüyorum. İstanbul, Londra, Ege Adaları, Ceneviz, İzmir, Amsterdam, Lizbon gibi birçok yere uğruyor bu yolculuk boyunca. Buralarda bir sürü hayatla ve olayla karşılaşıyor. Büyük Londra Yangını’na şahit oluyor, Konya’da veba salgınıyla yüzleşiyor. Hiç bilmediği ve belki de hiçbir zaman bilemeyeceği bu yerlere giderek hayattan dersler çıkarıyor Baldassare. O sırada 1600’lerin Osmanlısını, gezdiği yerlerin sosyal, kültürel ve coğrafi özelliklerini öğrenme fırsatı veriyor bir yandan bizlere. Hem öğretiyor, hem de eşi benzeri görülmemiş bir maceraya sürüklüyor bizleri de. Öte yandan yemeğin tuzu ne ise, kahramanımızın Marta’sı ile yaşadığı aşk da o oluyor romanın içinde.

Bir çok ülke gezdikten sonra bu rüzgar onu kendi köklerine sürüklüyor tekrar. Cenovasına, memleketine özüne döndüğünü hayretler içinde farkeden Baldassare, kendi içinde başladığı yolculukta tekrar kendi içinde aynı yere vardığını anlıyor. Tasavvufla da ilişkilendirilebilecek bu yolculuğun sonunda Baldassare hiç de pişman olmuyor. Canavar yılı bitiminde şu notları düşüyor günlüğüne:

Bin altı yüz altmış yedi yılının 1 Ocak günündeyiz.

”Canavar Yılı” olduğu söylenen yıl bitti, ama güneş yine doğuyor Cenova’mın üstüne. Onun bağrından doğdum ben, bundan bin yıl önce, kırk yıl önce ve bugün yeniden.

Yüzüncü Ad kısa anlatımımdan da anlaşılacağı üzere bir romandan çok daha fazlasını vadediyor sizlere. ”Okunacak Kitaplar” listenize eklemeyi unutmayın.

Leave a Reply