Nagazaki’de Bir Şişman Adam ve Hiroşima’daki Küçük Oğlunun Trajedisi…

Bir önceki yazımda, rekabetin pragmatist dünya görüşünden ve sonuç odaklı yaşam stilinden beslendiğini ve devamlı olarak bu ikisini beslediğini ifade etmiştim. Yazımın sonunda günlük hayattan örnekler vererek bu çıkmazın insanlığa yarardan ziyade zarar getirdiğini iddia etmiştim. Ancak bu süre içerisinde düşündüm ki bu örneklerden yüzeysel olarak bahsetmek, kar odaklı düşünen bizler için durumun ehemmiyetini gözden kaçırmamıza neden olabilir. Öyle ki bu örneklerdeki, rekabetten kaynaklı olumsuz sonuçlar, bizim için alışılagelmiş bir hal aldı. Ayrıca, bu olumsuz sonuçların rekabetin doğasından kaynaklı kaçınılmaz sonuçlar olduğu ve rekabetin ise toplu yaşamanın bir gerekliliği olduğu fikri mevcut düzen içerisinde zihinlerimize yerleşmiş olduğu için ne olursa olsun oyuna devam etmesi gereken bizler bu olumsuz sonuçları kendimize uzak olduğu sürece umursamıyoruz ve “bana dokunmayan bin yıl yaşasın” bakış açısını benimsiyoruz. Bu yüzden, bu yazımda rekabetin bariz bir örneği olan “silahlanmayı” ve bunun belki de hiçbir zaman derinlemesine düşünmediğimiz sonuçlarını irdeleyecek ve bu şekilde “ kar odaklı bir bakış açısıyla” sizlere rekabetin biz fark etmesek de insanlığa ve dolaylı olarak her birimize “kaybettirdiğini” göstermeye çalışacağım.

SİLAHLANMANIN NEDENLERİ

Güçlü bir ordu tarih boyunca her zaman ülkelerin yeni topraklar, ganimetler, vergiler ve kimi zaman tazminat elde etmesini sağlamıştır. Bu şekilde ekonomik anlamda daha da güçlenen ve prestijini artıran bu ülkeler için ordu en önemli unsurlardan biri olmuş ve refahın devamlılığı ve egemenliğin genişletilmesi için kilit bir rol üstleniyor olarak görülmüştür. Bu yüzdendir ki ordu karşılığını fazlasıyla veren bir yatırım aracı olarak görülmüştür. Bu stratejiyi gütmese dahi her ülke için ordu kaçınılmaz olmuş ve orduya yatırım yapmak -bu şartlar altında- varlığını sürdürmenin tek yolu olarak görülmüştür. Zirve yapan ülkeler arası rekabetin, çabuk sonuçlar elde etme hırsıyla birleşmesi ve savaşların kaçınılmaz olmasıyla orduya yapılan yatırıma odaklı başka bir rekabet bunların peşi sıra ortaya çıkmıştır. Bu yatırım yakın tarihte teknolojinin gelişmesiyle silahlanma üzerinde yoğunlaşmış ve ülkeler silahlanmaya büyük bütçeler ayırmışlardır.

Günümüzde silahlanma artık ülkeler arasında savaşlar yaşanmıyor olması nedeniyle savunma sanayi adı altında yürütülmekte, ülkeler olası tehditlere karşı silahlanma yarışını tam gaz sürdürmektedir. Olası tehditlerin ise yine silahlanma yarışından kaynaklanıyor olması mizahi bir konu olmanın yanında insanlığın içinde bulunduğu çılgınlığı gözler önüne sermektedir…

Özetle, rekabet savaşı getirmiştir, savaş silahlanmayı gerektirmiş ve silahlanma yarışıyla gelinen, savaşla elde edileceklerden fazlasının olası yıkımlar dolayısıyla kaybedilecek olduğu noktada savaşlar sona ermiş, kazanılacakların kaybedileceklere ağır bastığı başka bir alternatif olarak ekonomik savaşlar ortaya çıkmıştır ve rekabet bu şekilde devam ettirilmiştir. Ekonomik savaşların, ticari ilişkiler olarak adlandırılarak teoride ve pratikte rekabet kavramından izole edilmiş olması dolayısıyla irdelemenin konuyu dağıtacağını düşündüğüm için bu konuyu bir sonraki yazımda ele almanın daha doğru olacağını düşünüyorum. Peki, neden silahlanma yarışı hala devam ettirilmektedir? Bunun en büyük nedeni şöyle açıklanabilir: ekonomik veya her ne nedenle olursa olsun silahlanma yarışından vazgeçen veya geride kalan ülke, bu bakımdan güçlü ülkeler için kaybedileceklerin kazanılacaklara nazaran aşağıda kaldığı bir konum almakta ve sonrasında bu ülke “dolaylı” silahlı güçlerle yıpratılarak “dolaylı” işgalci ülkelerin menfaatlerine uygun olarak –işgalci ülkelerin kendi aralarında kimilerinin kaybedeceğinden fazlasını kazanacağı olası bir savaşı tetiklemeyecek şekilde- şekillendirilmesi ve o ülkelerin stratejilerini uygulayıcısı bir şubesi haline getirilerek egemenliğinin büyük ölçüde yok edilmesi, bir diğer değişle, modern biçimde sömürülmesidir. Bu durum, rekabet var olduğu sürece, silahlanmanın geri dönüşün yok oluşa eş değer olduğu vazgeçilmez bir yarış olarak sürdürülmesini kaçınılmaz kılmaktadır. Bunun dışında, silahlanma yarışının, ülkelerin olası savaşların çok da karlı olmadığı bir dönemde olmamıza rağmen, hala devam ettiriliyor olmasını nükleer silahlanma için Ward Hayes Wilson[1] şu nedenlere dayandırmakta ve örneklerle çürütmektedir:

  • Dünya Savaşı’nın kaderinin Hiroşima ve Nagazaki’ye Amerika Birleşik Devletleri tarafından atılan atom bombalarıyla değiştirildiği iddiasına Wilson, Japonların savaştan atom bombalarından dolayı değil düşman konumundaki Rusların savaşa yeniden dahil olacağını açıklamasından dolayı çekildiğini gösteren çalışmayı hatırlatarak karşı çıkmakta ve bombalar atılmadan önce zaten 66 Japon şehrinin geleneksel silahlarla işgal edildiği düşünüldüğünde iki şehrin daha kaybedilmesinin böyle bir kararı beraberinde getirmeyeceğini iddia etmektedir.
  • Nükleer silahların kitlesel ve büyük çaplı yıkıma yol açarak düşman karşısında ikna edici rol oynadığı savına Wilson, ülkelerin kazanma ihtimallerini ellerinde tutmalarını sağlayacak askerleri mevcut olduğu sürece savaşa devam ettiğini ve kitlesel kıyımların değil askeri kayıpların savaşları sona erdirdiğini ifade ederek karşı çıkmakta ve İkinci Dünya Savaş’ında Leningrad’ın Naziler tarafından kuşatılmasına rağmen Sovyetlerin savaşa devam etmesini ve aynı savaşta Dresden’in bombalanmasına rağmen Hitler’in savaştan vazgeçmemesini örnek olarak göstermektedir.
  • Nükleer silahların caydırıcı bir güç olduğu savına Wilson, Ruslara İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra söz geçirilememesini ve 1973 Arap-İsrail Savaşı’nda ve Falkland Savaşı’nda nükleer silaha sahip olmayan ülkelerin sahip olan ülkelere karşı savaşmasını örnek göstererek karşı çıkmaktadır.
  • 1945’ten bu yana nükleer savaş çıkmamış olmasından dolayı nükleer silahların barışı garanti ettiği savına Wilson, bu barış sürecinin geçmişte yaşanılan savaşlar göz önünde bulundurulduğunda mutlak barış anlamına gelemeyeceğini ifade ederek karşı çıkmaktadır. Bu durumu Wilson, uçaklarda metal yorgunluğuna çözüm getirdiğini iddia eden hava yolu şirketinin, bu cihazla bir yıl boyunca yaptığı testlerin hiçbirinde kaza meydana gelmedi diye geçmiş birikimleri göz önünde bulundurarak kimsenin koşulsuz güvenmeyecek olmasına benzetmektedir.
  • Nükleer silah teknolojisinin icat edildiğini bunun artık geri döndürülemez bir olay olduğu savına Wilson, her teknolojinin bir ömrü olduğunu ve bunun halı hazırda kullanışlı olup olmadığına bağlı olduğunu söyleyip 67 yıldır (13 Ocak 2013) kullanılmamış olan nükleer silahların kullanışlılığının sorgulanması gerektiğini söylemektedir. Ek olarak, nükleer silahların işe yaradığının iddia edildiği ilk 4 savın tamamının birtakım önermelerle çürütüldüğü düşünüldüğünde Wilson’a hak vermek işten bile değil.

Anlaşılan o ki, nükleer silahlanma için mantıklı gerekçeler bulmak oldukça zor; bu durumda, nükleer silahlanmanın ekonomik bir kayıp olduğu düşünülebilir. Ancak her şeye rağmen, nükleer silahlanma ülkeler için menfaat getiriyor olsa da ve geleneksel anlamda silahlanma kaçınılmaz olsa da; bu silahlanma yarışlarının külfeti nedir, bu külfet göz önünde bulundurulduğunda silahlanma yarışlarının akılcı olduğu düşünülebilir mi ve bir çözüm yolu bulunamaz mı?

SİLAHLANMANIN BEDELLERİ VE SONUÇ

Direkt konuya girecek olursam; sadece nükleer silahlanmaya Amerika Birleşik Devletleri tarafından yılda 52 milyar dolar, dünyada ise 52 milyar dolarla birlikte toplamda 105 milyar dolar harcanmaktadır[2]. ABD’nin 1940’tan bu yana nükleer silahlanmaya yaptığı harcama 8.7 trilyon dolar dolaylarındadır[2]. 2017 yılında dünyada askeri ihtiyaçlar için yaklaşık 1.7 trilyon dolar harcanmıştır ve bunun yaklaşık 3’te 1’i ABD tarafından yapılmıştır[3]. İkinci Dünya Savaşı’na katılan ülkeler bütçelerinin yaklaşık yarısını askeri giderlere ayırmıştır[4]. Dahası, dünyada, silah sektöründeki şirketler için yüz binlerce insan ve binlerce bilim insanı çalışmaktadır. Her ne kadar silah sektörü birtakım teknolojileri doğurmuş olsa da bu bilim ve teknolojiye yatırım yapmanın en verimsiz yollarındandır. Silahlanmaya yapılan ekonomik yatırımın yanında, bu şirketlerde harcanan enerji ve binlerce bilim insanının günümüzde silahlanma için kafa yoruyor olması bana göre bir kayıptır ve gelişen teknolojilerle beraber zirveye ulaştığı iddia edilen medeniyet seviyemiz bir yana bu bir insanlık ayıbıdır. Bugün dünyada silahlanmanın kaçınılmaz hale getirilmiş olmasıyla birlikte silahlanma bataklığına sürüklenmiş her ülke gibi Türkiye’de de silahlanmaya ciddi yatırımlar yapılmaktadır. Türkiye’de bir mühendislik öğrencisi kendine en uygun geleceği çoğu zaman üretim veya diğer araştırma alanlarına odaklı şirketler yerine savunma sanayi şirketlerinde bulabilmektedir. Silahlanmanın kaçınılmaz bir dayatma olduğu aşikar; ancak bu konuda toplu müzakereler ve anlaşmalarla kaynakların ve dehaların silahlanmaya kurban edilmediği çözümler üretilemez mi? Gittikçe büyüyen ve içine aldığı herkesi boğmaya çalışan bu “bataklıktan” kurtulunamaz mı? Nitekim Amerika Birleşik Devletleri’nin Kuzey Kore ve İran’a baskılarının bu ülkelerin nükleer silahlanmaya daha fazla yatırım yapmasıyla sonuçlandığı düşünüldüğünde silahlanmanın silahlanmayı getireceği görüşümün doğrulanacağı kanaatindeyim. Rekabetin bariz bir örneği olan silahlanma insanlık için öyle bir tehdittir ki Hiroşima’ya atılan atom bombasından sadece 100 tanesi kolayca mevsimlerin bozulmasına neden olabilecek ve bir milyardan fazla insanı aç bırakabilecektir ve olası bir büyük savaş Dünya’ya buzul çağından bile daha soğuk bir iklim getirme potansiyeli taşımaktadır. Nagazaki’ye atılan tek bir atom bombası 143 bin insanın ölümüne yol açmıştır. Sözün özü, savaşlardan kaybedilecekler kazanacaklar fazla olduğu andan itibaren vazgeçilmişken, silahlanmanın kaybedilenden fazlasını getiriyor olup olmadığı bütün etmenler göz önünde bulundurularak derinlemesine düşünülmelidir. Bu bataklığın rekabetten beslendiğini tekrar hatırlatmak istiyor ve son olarak şunu ifade etmek istiyorum; anlaşılan rekabet denince -her yıl intihar eden 800 bin insanı umursamıyor olsak dahi- işin içinde bundan fazlası var ve bir önceki yazımda dediğim gibi rekabet insanoğluna iyi gelmiyor…

 

REFERANSLAR

[1] https://www.nytimes.com/2013/01/14/opinion/the-myth-of-nuclear-necessity.html?module=inline

[2] http://www.nuclearweaponsmoney.org/handbook/nuclear-budgets/

[3] https://data.worldbank.org/indicator/MS.MIL.XPND.CD?name_desc=false

[4] https://ourworldindata.org/military-spending

Leave a Reply