Çalışmak. Günümüz insanının, en azından bu şansı elde edebilmiş olanların, hayat düzeninin uzun ve ciddi öneme sahip yapıtaşı. Çalışmak ilkel zamanlardan, hemen hemen insanoğlunun fiziki ve bilişsel kapasitesinin farkına vardığı ilk günlerden beri iyi ya da kötü bir şekilde onun hayatının gidişatını ve kalitesini belirleyen bir eylem, yaşamın bir parçası oldu. Bu fiziksel ve bilişsel farkındalık öncelikle bireysel hayatta kalma içgüdüsünün dışavurumu şeklinde iken zamanla çoğul bir gaye haline geldi. Daha sonrasında ise ortak bir değer ve hedef çevresinde el ele tutuşmuş her türlü toplulukta ilerleyişin ve kazancın birincil koşulu haline geldi. İnsanlar çalışarak bir şeyler ürettiler, ürettikleri ürünler diğerleri için kaynağa dönüştü ve bunun karşılığı olarak da üreticiye gelir olarak tekrar döndü. Gelir ise daha çok çalışabilmek, hatta sadece çalışmaya devam edebilmek için bile yeterli bir cesaret ve güç kaynağıydı. Döngü devam ettikçe sadece bireyler değil, bireylerin oluşturduğu ve artık birey-ötesi olan kurumlar ve en sonunda da koskoca devletler beslenir, güçlenir hale geldi.

 

Bunca laf kalabalığı neden? İçinde bulunduğumuz ekonomik düzen ve ideoloji üzerine derin bir tartışmaya girip bunu irdelemekten kaçınarak çalışmanın hepimiz için bir gereklilik olduğu konusunda hemfikir olabileceğimizi varsayıyorum. Hele ki ucunda daha çok kazanmak, daha kaliteli bir hayata sahip olmak ve hatta soyumuzun gelecek üyelerine daha kaliteli bir hayat bırakmak varsa akla ilk gelen yol neredeyse her zaman “çok çalışmak” tır. Çalışkan insanlar başarır, çalışkan şirketler daha çok kazanır, çalışkan ülkeler daha çok gelişir ve daha zengin olur. Zaten süreyle kısıtlı olan hayatımızın aktif olarak adlandırabileceğimiz uzun yıllarını yoğun bir çalışma temposu içinde geçirmek doğal olarak çoğumuzun arzu edeceği bir şey olmayabilir. Fakat her şeyde olduğu gibi, normal koşulların varsayımı altında çok çalışmanın sonunda hem küçük ölçekte hem de büyük ölçekte olumlu sonuçlar getirdiğini söylemek mümkündür. Bu olumlu sonuçların erişimine götüren bedel çok çalışmak olarak algılanır.

 

Peki bu algı ne kadar doğru? İlginçtir ki aslında o kadar da doğru sayılmaz. Bu yazıyı yazma fikrimi bana veren gelişme Rusya’dan geldiyse de çalışma saatlerine olan yaklaşımdaki değişmenin daha geniş bir ölçeğe yayıldığını söyleyebiliriz. The Moscow Times’da haziran ayında yayınlanan bir yazıda da belirtildiği üzere Rusya “dört gün iş, üç gün tatil” fikri doğrultusunda yeni bir hafta düzenine yönelmekte. Rusya başbakanı Medvedev de halkın ve çalışanların onayı ile böyle bir düzenin gerçekleşmesine yeşil ışık yakıyor. Rusya’nın böyle bir düzenlemeye yönelmesinin arkasındaki temel fikir ise çalışanların uzun çalışma saatleri ile üretkenlik kaybı yaşamaları. Medvedev’in değindiği şekliyle ise “çalışanların sürekli başarı arayışı kronik strese ve yorgunluğa sebep oluyor.” Bunun doğal sonucu ise potansiyelinden uzaklaşan bir üretkenlik tablosu.[1] Dolayısıyla, saatlerde gidilebilecek bir kesinti aslında daha çok potansiyel çalışana da çalışma fırsatı sunabilir.

Üretkenlik, verimlik bu yazının temel dayanağı olan kavramlar. Peki sahiden ne oluyor bunlar? Yani verimli olmak derken neyi kastediyoruz? İktisadi düşüncede verimlilik, sınırlı kaynakların üreticiler ve tüketiciler arasında en çok üretimin sağlanacağı şekilde pay edilmesidir. Yani olabilecek kombinasyonların en verimli olanı üretimin maksimuma ulaştığı halidir. Üretkenlik ise verimliliği içinde barındıran bir tanım olup bir birimlik kaynağın ürettiği ürün miktarına denk gelmektedir.[2]

Birbiri ardına gelen ve çalışmakla geçirilen her bir saat çalışan bireyin iş üzerindeki konsantrasyonu ve becerisi yönünde negatif bir etki yaratır. Bunu anlamak çok da imkânsız görünmüyor değil mi? Bir derse ara vermeden ne kadar uzun süre çalışmaya çabalarsak o dersten sıkılmamız ve yorulmamız da bir o kadar kolay hale gelir. Yani o derse ayrılacak bir sonraki saatten alınacak fayda gittikçe azalacak, üretkenlik düşecektir. Çalışan bir birey için ise ofiste geçen uzun vakitler zaman içinde verimsiz geçen saatler haline dönüşebiliyor. Bu durumda da ne çalışanın ne de yapılacak işin yeteri kadar verimli şekilde yapılmayışından işveren kurumun tatmin olduğundan söz edilebilir. Misal Güney Kore uzun çalışma saatlerinin bir kültür haline geldiği ülkelerden birisi olarak göze çarpmaktaysa da üretkenlik bakımından OECD ülkeleri arasında son sıralarda yer almakta. Bunun gibi Yunanistan da çalışanlara uzun saatler sunan bir ülke iken karşılığını yüksek üretkenlik olarak alamıyor.

Bu konuda bir çalışma Yeni Zelanda’da gerçekleşmişti. Perpetual Guardian adlı şirket 200’e yakın çalışanına sekiz hafta boyunca haftada fazladan bir gün tatil vermeyi kabul etmişti. En azından bir deneme olarak. Bunun yanında ödenen ücretler ise tamamen aynı kalacaktı. Sonuçlar ise söylemekteydi ki çalışanlar bu düzen altında %20 daha üretkendi.[3] Auckland Teknoloji Üniversitesi’nden insan kaynakları yönetimi profesörü Jarrod Haar bu deneyin üzerine çalışmış ve sonucunda çalışanların işlerine olan yaklaşımının çok daha olumlu olduğunu, artık işlerinden daha çok keyif aldıklarını belirtmişti.

 

Her ne kadar çalışanların aile ve sosyal hayatlarına ayırabilecekleri zamanın artırılmasının üretkenlik yönünde oldukça pozitif bir etkiye sahip olacağını sezebilsek de bu fikrin arkasında yatan birtakım engeller de yok değil. Öncelikle hem şirketler hem de ülkeler için çalışanlara bırakın haftanın günlerini vermeyi, birkaç saati hediye etmek bile büyük bir fedakârlık anlamına geliyor. Yukarıda verilen örneklere benzer bir yaklaşım da İsveç’ten yaşlı bakım çalışanlarına gelmişti ki bu sefer devlet tarafından benimsenmekteydi. Çalışanların elde ettiği fayda benzer olduysa da bu sefer onların bıraktıkları yeri doldurmak için yeni çalışanlar getirilmesi ihtiyacı doğmuştu. Bunun yanında, en azından Rusya safında, kamuoyunda da pek de olumlu bir tablo görülmüyor. Yine haziran ayında toplanan bir veride vatandaşların yaklaşık yarısının böyle bir fikre karşı geldiği ve korkularının ise kısa çalışma saatlerinin önünde sonunda alacakları ücretten kesileceği yönünde olduğu görülmekte.

 

Çalışanlar daha az işe giderek hem kendi hayatlarına hem de çalıştıkları kuruma, ülkelerine yönelik bir fayda üzerinde pay sahibi olabilirken bunun karşılığının daha az ücretler olması elbette ki halihazırdaki düzenden çok da iyi bir fikir değil. Fakat öte yandan da işçilerden daha kısa süre faydalanıp aynı maliyeti üstlenmek de bir şirket açısından ince eleyip sık dokunması gereken bir husus. Belki de her şeyde olduğu gibi olaya siyah-beyaz bakmaktansa iki kutbun da belli oranda bir fedakârlık ile ortada buluşabileceği bir denge konumu her şey için en doğrusu olacaktır.[4]

[1] https://www.themoscowtimes.com/2019/06/11/4-day-work-week-likely-future-russias-prime-minister-says-a65961

https://www.rt.com/russia/461604-technology-four-day-week/

[2] Investopedia

[3] https://www.brinknews.com/working-fewer-hours-makes-you-more-efficient-heres-the-proof/

[4] Amazon let a dozen employees work 30 hours a week for 75% of their salary.

https://www.businessinsider.com/employee-productivity-experiments-companies-shortening-the-workweek-2018-7#retirement-home-workers-in-sweden-reported-greater-happiness-during-a-trial-of-a-30-hour-workweek-but-the-citys-budget-took-a-significant-hit-2

Leave a Reply