Eğer tarihin seyrindeki en değişken dış ilişkiler göze alınsaydı, Türk-Fransız ilişkileri muhakkak listede yer edinirdi. Osmanlı’nın kapitülasyonları, Fransa’nın Kuzey Afrika’daki işgalleri, Türk İnkılapları ve Orta Doğu dengeleri gibi olaylar ve olgularda bu iki devletin inişli çıkışlı ilişkisi kendini iç siyasetlerinde de etkin olarak gözlemlenebilir. Bu yazımda bu seyrin detaylarına inip bugünümüzü nasıl etkilediğini ve ilerleyen yıllarda iki devletin birbirlerine karşı olan ilişkilerinin neden bu kadar kritik olduğunun üstünde duracağım.
Osmanlı-Fransız İlişkileri
Türk-Fransız ilişkilerinin yazıldığı deftere baktığımızda öncelikle bir zamanlar Avrupa’nın en baskın devletlerinden biri olan Kutsal Roma İmparatorluğu’na dikkat etmek gerekir. 800 yılında Charlemagne’ın Papa tarafından taç giydirilmesi ile dini meşruiyet kazanan imparatorluk, komşularına nazaran daha köklü idi. Bu komşulardan biri olan Fransızlar ise bir müttefik arayışındaydı. Yüzyıl savaşları İngiliz defterini kapatmaktayken İtalya çatışmaları da İspanyol defterini kapatmaktaydı. Fakat bu zor zamanda Fransız Kralı I. François’e uzanan bir yardım eli ile beraber uzun yıllar sürmüş bir Osmanlı-Fransız ittifakı oluşturuldu. Osmanlı limanlarında Fransız tüccarlara kapitülasyonlar ve Osmanlı-Rus savaşlarında verilen Fransız desteği bu iki devletin sıkı bir müttefiklik sürecine girmiş olduğunu kanıtlar niteliktedir.
Osmanlı Devleti’nin Fransa ile olan bağı sadece politik olmakla sınırlı kalmamıştır. Fransa, Osmanlıyı kültürel olarak da derinden etkilemiştir. III. Ahmed’in emriyle Paris’e gönderilen ilk elçimiz olan Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi, “Paris Sefaretnâmesi” adlı eserinde Avrupa ve özellikle Fransa’daki sosyal, ekonomik, kültürel ve eğitim atmosferini detaylı bir şekilde analiz edip Osmanlı literatürüne kazandırmıştır. Eserin bahsini ettiği Paris, aktif ve eğlence doluydu; bu da Osmanlı büyükleri tarafından geniş ilgiyle karşılanmıştır. Kaplumbağalara mumlar bağlanıp bu döneme ismini veren renk renk laleler yeni İstanbul’u bambaşka bir şehre dönüştürmüştü. Ayrıca bu dönemde ekonomik düzenlemeler ve zanaatkarlık sistemi Osmanlıdan farklıydı, bu da modernleşme adımlarında Batı’dan alınan ilhama sebep olmuştur. Kültürel alanda etkilerine bakılacak olursa gözleri büyüleyen barok ve rokoko tarzı mimari eserler akla gelir. Eğitim alanına olarak bakılacak olursa dillerden düşmeyen o zamanın Mekteb-i Sultanî’si günümüzde bile hâlâ Galatasaray Lisesi olarak varlığını sürdürmektedir. Bütün bunlar, Osmanlının birçok alanda Fransız öncülüğünde Avrupa’dan etkilendiğinin kanıtlarıdır.1
İki devlet bu ittifakı uzun yıllar boyunca korumuştur. Fakat Napoleon Bonapart’ın Mısır’ı işgali ile bu dengelerde büyük değişiklikler yaşanmıştır. Osmanlı, kalıcı ittifaklar kurma vaatlerini bir kenara koyup konjonktürel ittifaklar kurmaya ve kısa vadeli menfaat arayışına başlamıştır. Buna kanıt olarak Napoleon Mısır’ı işgal ettiğinde İngiliz Kralı III. George ile asırlar boyu süren soğukluğa karşın bir ittifak oluşturdu Fransız donanmasını mağlup etti. Bu mağlubiyete rağmen Fransa’nın Kuzey Afrika’daki egemenlik vaatleri bitmemişti çünkü Fransa 1830’da Cezayir’i işgal edip Osmanlıdan çok geniş bir toprak parçasına el koymuştu.
Böylesine gelişmeler yaşanmaktayken temelleri atılmış büyük bir ateş 1889’da bir kıvılcım ile ortaya çıktı: Jön Türk Hareketi. Bu aydın şahıslar sürgüne gönderildiği yıllarda eşitlik, özgürlük ve adalet gibi kritik kavramları alıp Osmanlıya getirirken bir yeniden dönüşüm ve reform akıllarındaydı. Fransa’nın ışığında aldıkları bireysel değerler ve ifade özgürlüğü gibi kavramları da devlete yaymaya çalışan bu cesur aydınlar, devleti sadece bu alanlarda etkilememişlerdir. Ekonomik alanda II. Meşrutiyet ile beraber Batı’dan yabancı yatırımcılar ve tüccarların ilgisini çekerek ülkeyi bir nebze de olsa kalkındırmışlardır. Kültürel anlamda Avrupa’dan gelen sanat, edebiyat ve ideolojiler aydın kesime nüfuz etmiştir. Politik olarak ise II. Abdülhamit’in mutlakiyetçi ve otoriter rejimini yıkıp meşrutiyeti tekrardan ilan etmişlerdir. Bu akımın öncü isimleri arasında Ahmet Rıza Bey, Enver Paşa ve Mehmet Cavit Bey gösterilebilir.2
Cumhuriyet Döneminde Fransa İlişkileri
Kısa zamanda gerçekleşmiş olayların körüklediği ateş, bir olay ile yatışmaya başladı: Türkiye’de cumhuriyetin ilanı. Fransa’nın 1921 Ankara Antlaşması ile tanıdığı Ankara Hükümeti ve galibiyeti sonucunda iki taraf arasında diplomatik ilişkiler geliştirildi. Fransa, Türkiye Cumhuriyeti’ni tanıyan ilk Batılı devlet olarak Montrö Boğazlar Sözleşmesinde de Türklere ılımlı bir tavır izlenip Akdeniz’de istikrar hedeflendi. Bu ılımlılık, yükselen Sovyet tehlikesinde iki tarafın da Batı Blokta yer almasıyla daha da kuvvetlendi.
Bunun yanı sıra Fransızlar yeni Türkiye Cumhuriyetini de kültürel olarak etkilemeyi ve yapılan inkılaplarda ilham vermeyi başarmıştır. Türkiye’de Medeni Kanun’un kabulü ile modern bir hukuk sistemine geçişin önü açılmıştı, İsviçre’den uyarlanmış olan hukuk sistemi ise yine Fransız etkisinden mahrum değildir. Fransa’nın mahkemede laiklik ilkesi de Türkiye’de Şerî hukukun kaldırılmasında rol oynamıştır. Türkiye, aynı zamanda kendi ulusal değerlerine uymayan müfredatlar vermekte olmuş yabancı okulları Tevhid-i Tedrisat ile tek müfredata bağlamıştır ve bu da her ne kadar kendisi için aleyhine olsa da Fransa’nın merkeziyetçi eğitim anlayışından beslenmektedir. Ayrıca uzun yıllar boyu şeriat ile yönetilmiş ve Arap-Fars kültürü ve alfabesinin etkisinde kalmış olan Türkler 1928’de anayasadan “Devletin dini İslam’dır.” ifadesini çıkararak yürürlükte artık laik devlet düzenine geçmiş, Harf İnkılabı ile çağdaş alfabe olan Latin alfabesine geçmiş ve 1931 yılında Türk Tarih Kurumu’nu açarak Türk kültürünü ve tarihini araştırmaya endeksli bir kuruluş açmıştır. Milliyetçilik, eşitlik, özgürlük ve bağımsızlık gibi inkılapların üstüne kurulmuş olduğu kavramların hepsi de dolaylı yoldan Fransız İnkılabı’nın birer getirisidir. Yüksek ihtimalle aldığımız en simgeleşmiş ilham ise Fransızlardan aldığımız o şık şapkalardır. Atatürk’ün halkımızı modern çağ ile uyumlu olması adına getirdiği bu modaya uygun inkılap, halkımızdan Filiz Akın, Tarık Akan, Kemal Sunal ve daha onlarca ünlü ismin önünü açmıştır.3
İlişkiler tekrardan iyiye gidecek bir hal alırken, yıllar önce kapandığı sanılan bir defter Fransa tarafından yeniden açıldı: Ermeni Soykırımı iddiası. 80’li yıllarda tekrardan gündeme getirilen sorunda Türkiye’ye karşıt tarafta bulunup bu iddiayı tanıyan Fransız hükümeti, gevşemeye başlamış bir ipi tüm gücüyle gerdi. Türkiye’nin bu konudaki keskin tavrı da Türkiye’nin potansiyel bir Avrupa Birliği üyesi olması durumunda Fransa’nın itirazları ile sonuçlandı. Ayrıca Orta Doğu için kritik bir süreç olan Arap Baharı ile Suriye’de faaliyet gösteren Esad rejimine karşı birlik söz konusu olsa da Suriye’nin kuzeyinde baskın PYD/YPG örgütlerinin faaliyetlerine Türkiye ve Fransa çok farklı tutumlar sergilemiştir. 2020 yılında yaşanan Dağlık-Karabağ Savaşında da karşıt taraflarda yer alan iki taraf bu zaman aralığında mesafelerini açmışlardır.
Sonuç
Türkiye ve Fransa tarih boyunca birbirlerine karşı değişken bakışlar, tutumlar ve diplomasiler yürütmelerine rağmen her daim diplomatik ilişkilerini sürdürmüş ve hiçbir zaman birbirini tamamen yok saymamışlardır. Yazımda tekrar eden bir örüntüye dikkat çekmek gerekirse bu iki devletin ilişkilerinin bir büyük olay ile tepetaklak olabildiğini görmek mümkün. Buna atfen, iki devletin Akdeniz’de asayiş ve NATO işbirliği adına atacağı adımlar iki taraf için de olumlu sonuçlar doğurabilecek niteliktedir. Sonuç olarak, iki ülke de bu köklü tarihi ve geleceğin kritikliğini fark edip Avrupa siyasetinde asayiş ve barışı sağlayan bir dış politika izleyerek dünyanın seyrini değiştirebilecek bir adım atmış olur.
KAYNAKÇA
- İnalcık, Halil. The Ottoman Empire: The Classical Age, 1300-1600. London: Phoenix Press, 2000.
- Shaw, Stanford J., Shaw, Ezel Kural. History of the Ottoman Empire and Modern Turkey. Cambridge University Press, 1976.
- Zürcher, Erik J. Modernleşen Türkiye’nin Tarihi. İletişim Yayınları, 2005.