Ahmet Ümit’ten İstanbul’a Bir Ağıt: Beyoğlu’nun En Güzel Abisi

Yeni romanı “Beyoğlu’nun En Güzel Abisi”yle bizleri tekrardan Komiser Nevzat eşliğinde Tarlabaşı sokaklarındaki heyecanlı maceralara sürüklüyor Ahmet Ümit. Bu sefer polisiyeden çok İstanbul’un yok olmaya yüz tutmuş anılarına, sokaklarına ve insanlarına adeta yazdığı ağıtla sesleniyor.

031220121615556061167

Ahmet Ümit

Hikâye Tarlabaşı’nın arka sokaklarında bulunan bir erkek cesediyle başlıyor.  Öldürülmüş erkeklerin en yakışıklısı, belki de en kötüsü. Karanlık sırların orta çıkardığı utanç verici bir gerçek.”  Barbut İhsan ve Kara Nizam… Semtin birbirlerine düşman iki mafya babası. Maktul… Engin… Semtin iki mafya babasından birinin düşmanı bir diğerininse en has adamı Engin, kalbine saplanan bir bıçakla esrarengiz bir şekilde öldürülüyor. Ardında bıraktığı gizli gerçeklerse yine Başkomiser Nevzat ve ekibine emanet. Romandaki en ilgi çekici ve sürpriz olay ise Gezi Direnişi. Tüm gerçekliğiyle birlikte yaşananların Gezi’ye bağlanması hikayeyi hem daha da ilgi çekici kılıyor hem de bizlere bir kez daha Gezi Direnişi’ni hatırlatıyor.

Benzersiz fakat yalnız bir kadına benzetilen İstanbul’da yaşanan bir aşk cinayeti aslında tüm yaşananlar. “Aşk yaşamı; cinayet, ölümü sıradanlıktan kurtarır.”   Toplumun her kesiminden kadınlara yer vermiş Ümit romanında. Hepsinin yaşamı, anıları, acıları farklı; fakat en önemlisi, tek ortak noktaları aşk. Ailesinin dağılmasıyla kendini İstanbul pavyonlarında bulan Azize, genç yaşında gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalan Çilem ya da gerçek adıyla Hatice, bambaşka bir hayattan gelerek kendini yer altı dünyasına teslim eden Jale ve tabii ki de Komiser Nevzat’ın hayatın gerçeklerinden kaçarak sığındığı bircik Evgenia ve kriminolog Zeynep…

 

Tarlabaşı’ndan bir kare

Ve Tarlabaşı sokakları… Yanan fotoğraf, lavanta ve küf kokuları ve her adımda kırılan topuklarla yükselen çığlıklar… Eski sahiplerinin bir gün dönmesini bekleyen sokaklar ve binalar… “Evet, artık yaşlanmıştı Beyoğlu. Üstelik güzel bir yaşlanma değildi bu. İnsanları iyi bakmamışlardı ona, yabancı seyyahların bir zamanlar dünyanın en çekici kadını olarak tarif ettikleri bu benzersiz yerin, vakitsiz çökerek adeta bir acuzeye dönüşmesi için ellerinden gelini yapmışlardı.” Varlık Vergisi’yle başlayan, 6-7 Eylül olaylarıyla devam eden ve en son 64’teki Kıbrıs meselesiyle son bulan bir dönemin ardında bıraktıkları romanda da kendini hissettiriyor. Andonis namı diğer Diyojen… Mahallelinin Diyojen lakabıyla çağırdığı deli Andonis geçmişte varlıklı biri ve 6-7 Eylül olayları sonrası trajik olaylarla ailesini kaybediyor. Sokaklarda gezerken hatıralarını hala yaşıyor gibi anlatması, 6 Eylül günü Taksim’de indirilen her kepenk ve kırılan her cam parçasıyla bugünün kültür başkenti olan İstanbul’un kendi mozaiğini kusmasını sağlayan ilk sancıyı da bizlere hatırlatıyor.

Bununla birlikte Kara Nizam, Engin ve Barbut İhsan’ın Tarlabaşı’nı parsel parsel ele geçirmesi de romanda işenen rant sorunun önemli bir parçası. Halkın yıllardır yaşadığı kayıplarla şekillenen zihniyetlerinin onları siyasi oyunlarda bir araç olmaya itmesini yaşarcasına anlatıyor Ahmet Ümit. Tarlabaşı sokaklarına sığınan yoksullar ve tinerci çocuklar… Yer altı dünyasının ne yaptığını bilmeden umutsuzca savaşmaları… Kentsel dönüşümle yurtlarından edilmek istenen Keto, Pirana ve Musti ise romanın en canlı figürleri.  Aslında bugün yaptıkları, o günlerde yağmaladıkları Kostas’ın oyuncak dükkânındaki ahşap kuklalara yaptıklarından farksız degil.

 

Leave a Reply

3 comments

  1. ülkü Koza

    Nil’e teşekkür ediyorum.Kitabı çok güzel anlatmış.İlk işim kitabı hemen satın almak.Ahmet Ümit’in kalemine sağlık yeniden gezi direnişini gündeme getirdiği için,

  2. ülkü Koza

    Tamam teşekkürediyorum.

  3. asuman

    RUM’ları tanımlarken, Mevlana Celalettin-iRumi yi örnek göstermesi sebebi ile bir daha Ahmet Ümit kitapları okumayacağım konusunda aldığım kararı pekiştiren kitap. (Mevlânâ Celâleddin-î Rûmî (Rûmî adı, Anadolu’ya yerleşip orada yaşadığı için (o dönemde Anadolu’ya Diyarı-ı Rum deniliyordu) Onca araştırma yapmakla övünen bir yazarın, bunu atlamış olması çok ilginç