Aydın, kadın ve özgür olmak.
Birbirinden zorlu bu üç kimliği aynı anda taşımaya çalışmak ve pes etmek.
Ölümü arzulamak.
Ölmeye Yatmak.
Adalet Ağaoğlu’nun Dar Zamanlar üçlemesinin ilk kitabı olan Ölmeye Yatmak, Aysel karakterinin Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye’de aydın ve özgür bir kadın olma savaşında yaşadıklarını anlatmaka. Bu savaşın sonunda gücü tükenen Aysel’in hayatından vazgeçmesi ve bir otel odasında ölmeye yatması ise biz okurlara, bu ömre 1 saat 27 dakikada tanıklık etme şansını yaratıyor.
Aysel yorgan altında çırılçıplak ölmeyi beklerken aktarılan hayatı, Türkiye’de bir kadının aydın ve özgür olabilme adına ödemek zorunda kaldığı bedelleri tüm çıplaklığıyla okura yansıtmakta aslında. Bir kadın okur olarak romanın sayfalarında ilerledikçe yansıtılan gerçekler üzerine düşünmek dahi zorladı beni. Müsamerede çiçek rolünü üstlenen bir kız çocuğunun erkeklerle oynadığını görmeyecek diye babasının yokluğuna sevinmesini, bir genç kızın eğitimine karışılmasın diye kendi evinde unutulmayı istemesini okumak zorladı. Romanda zorlu mücadeleler veren tek isim Aysel de değildi üstelik. Aysel’e âşık Ali ve Aydın, ülkücü ve ağabey kimliğiyle öne çıkan İlhan, bu çocukların hayatını değiştirmeye çabalayan Dündar Öğretmen ve diğer birçok karakter de hayatın onlara dayattığı kurallara karşı çıkamamakta ve kimlik arayışları sürüp giderken hayatlarının elleri arasından kayıp gitmesine tanık olmaktaydılar.
Bir okur olarak, Aysel’in çocukluğundan başlayıp ölmeye karar verdiği ana kadar geçen yaşam öyküsünün içeriği kadar anlatım biçimi de etkiledi beni. Aysel’in ölmeye yattığı zaman diliminin yanı sıra yaşam öyküsünün okura aktarılması sırasında alışılmışın aksine geri dönüşlerin kullanılmaması ve romanın iki farklı zaman düzeyinde ilerliyor olması; okur olarak bilincimin daima açık olmasını ve daha dikkatli bir okuma sürecini gerektirdi. Böylece, iki farklı düzlemde takip ettiğim bu yaşamı daha aktif, daha bilinçli okudum. Durum böyleyken romanda var olan mektuplar, karakterler arası ilişkilerin ve farklı hayatların okura yansıması noktasında önemli rol oynamaktaydı. Mektuplarla aktarılan bu hayat; içinde birden çok hayatı ve hikâyeyi barındırdığı için anlatılanlar zamanla, Aysel’in yaşamı olmaktan çıkıp Cumhuriyet’in ilk yıllarında gençlerin kimlik arayışlarını ve Türk toplumunun bu süreçte yaşadıklarını yansıtan bir belgesele dönüşüyordu.
Roman ilerledikçe yaşananlar zorlaşsa da romanda var olan o sıcaklık kendini karakterler arasındaki- başta aşk olmak üzere- insanî duygularla canlı tutuyor bence. Aysel’in üniversite hocası olma yolunun daha başlarında olduğu dönemlerde ağabeyi İlhan’ın baskıları ve eğitimine son verilmesi korkusu okuru olabildiğince gergin bir atmosfere taşırken bir yandan da Aysel’e Ali’nin gözünden bakıyor olabilmek okuruna bu gerginliği dengeleme imkânı sunuyor.
Ağaoğlu’nun kaleminin en güçlü yönlerinden bir diğeri ise bence romana dâhil ettiği eleştiriler ve bu eleştirileri okura yansıtma biçimleri. Romanda her ne kadar kadın ve kadının toplumsal yaşamda yeri üzerine yapılan eleştiriler ağırlıkta olsa da “batılılaşma” ve “ülkü” kavramları da Ağaoğlu’nca eleştiriliyor. Sevil karakterinin Alman yengesine özendiği sahneler ve okura yansıtılan batılılaşma algısı aslında Cumhuriyet’in ilk yıllarında aydın kesim denen eğitimli ve şehirde yaşayan çoğunluğun batılılaşma kavramını ne derece yüzeysel algıladıklarını gözler önüne seriyor. O yıllarda Türk toplumunda tıpkı batılılaşma gibi “ülkü” kavramının da tam olarak algılayamadığı gerçeği Ağaoğlu’nun eleştiri ağlarına takılmış durumda. Aysel’in “Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen…İlk görev. Nedir bu ilk görev? Size verilen, sizin de gücünüzü ölçmeden yüklendiğiniz bir sorumluluk” (s.25) sözleri cumhuriyetle yeni tanışmış bir ülkede gençlerin bu yeniliğe karşı sorularını yansıtmanın yanında aslında okuru kitaplarda rastladığı, hatta ezbere bildiği kalıp ifadeler üzerine düşünmeye ve sorgulamaya itiyor. Bu sorgulama süreci romanda sıklıkla yer verilen, dönemin Ulus gazetesi haberleriyle destekleniyor ve gerçekçi bir hal alıyor.
1 saat 27 dakika boyunca verilen bu olaylar dizisi ve eleştiriler, Aysel karakterinin hayatının önüne geçerek okura bir neslin, hatta bir ülkenin aydınlanma savaşını ve bu sürecin birey bazında yansımasını aktarıyor. Kadın, aydın ve özgür olma savaşlarının ardından Aysel’in ölümle verdiği savaşın sonuçsuz kalması ise okuru yeni savaşlara tanıklık etme adına üçlemenin devamı olan Bir Düğün Gecesi ve Hayır’a yönelmeye teşvik ediyor.
Tamara TANBAY
Merhaba Setenay,
Harika bir yazı olmuş teşekkürler keyifle okudum.
Kitabı hemen alıp okuyacağım.
Setenay Kaya
Teşekkür ederim, beğenmenize sevindim.
En kısa sürede serinin ikinci kitabı olan “Bir Düğün Gecesi” üzerine de yazacağım :)