‘’Mitlerde kahraman, ejderhayı alt edebilendir, onun tarafından yok edilen değil… Ejderhası ile hiç yüzleşmemiş birisi kahraman olamaz…’’ – C.G. JUNG
Mitler, onbinlerce yıllık bir geçmişe, yazının keşfinin çok öncesine dayanır. Halkların kimilerine göre çevresini anlamak, kimilerine göre anlayamadıklarını açıklamak, kimilerine göre de anlaşılanları öğretmek üzerine, jenerasyondan jenerasyona anlatılan, insanlar ile beraber değişen, gelişen, evrilen hikayeler bütünüdür. Mitler karşımıza farklı temaları ve düşünceleri anlamak üzerine farklı tip hikaye şekillerinde çıkabilir. Evrenin nasıl başladığı, insanlığın nasıl oluştuğunun hikayeleri, mitler sayesinde nesilden nesile aktarılır ve bu mitlere yaratılış mitleri denir. Antik Yunan ve Mısır’dan Uzak Doğu, Afrika’dan Güney Amerika halklarına kadar hepsinin, evrenin ve dünyanın var oluşunu kendi kültürlerinegöre yorumlarlar. Bir başka mit türü ise, kahraman mitleridir. Kahraman mitlerinin amacının, yaratılış mitleri gibi bir olayı anlamak ve açıklığa kavuşturmak değil, insanoğlunu zorluk ve tehditlere karşı cesur ve metçe durması gerektiğini, karşısına çıkan meydan okumaları alt etmeye çalışmaktan asla yılmamasını öğütlemek için ortaya çıktığı öne sürülebilir.
Herkül’ün Eurystheus’un emrinde, ölümsüzlük için 12 görevi gerçekleştirmeye çalışması, Styx nehrine daldırılarak hasar almama özelliğine kavuşan Aşil’in Troya savaşına katılması, Beowulf’un kuzey ülkelerindeki korkunç canavarları avlaması, Gılgamış’ın Humbaba’yı alt etmek üzerine çıktığı yolculuğu. Kahraman mitler incelendiğinde, farklı kültürlere ve zamanlara ait insanlığın, bu kavram üzerinde ortak olarak paylaştığı bir fikir olduğu açıkça görülebilir. Kahramanlar arasındaki bu benzerliğin sebebiyetini anlamak adına, Jung’un kahraman arketipini ve ondan yola çıkarak bu benzerliğin hatlarını pekiştiren Joseph Campbell’in fikirlerine bakacağız.
İsviçreli psikanalist Carl Gustav Jung’a göre, insan tini bilinç, bireysel bilinçdışı ve kolektif bilinçdışı olarak üç parçaya ayrılır. Bilinç, egodur. Tinini farkındalık bahşedilmiş parçasıdır. Çevresinde yaşananları duyuları, düşünceleri, hisleri ve kararları kullanarak özümser. Bireysel bilinçdışı, bireyin bildiği ve bir zaman bilinçte olsa da anlık olarak bilinçteki düşüncelerinde bulunmayan, unutulmuş, üzerinde farkındalık kurulmadığından bilince baştan hiç düşmemiş ve acı verici olduğundan derine itilmiş fikir ve konseptlerin bütününü kapsar. Bireysel bilinçdışı, kişinin bir birey olarak bütün potansiyelini kapsar, burada gelişen fikir ve düşünceler bilinç yoluyla kişiyi ileriye götürür. Kolektif bilinçdışı, bireyin tininin en derin kısımlarını oluşturur. Jung’un bir ampirist olmadığını ve John Locke’un Tabula Rasa teorisini yani insan beyninin, doğumda bomboş bir sayfa gibi olduğuna katılmadığını not etmemiz gerekir. Kolektif bilinçdışı, bir varlığa ataları tarafından aktarılan, doğuştan gelen ve o tür ile beraber evrimleşen, bilinçdışında yatan idealar ve içgüdülerin tamamıdır ve kişisel deneyimler tarafından etkilenmez. Kolektif bilinçdışı, farklı arketip ve içgüdüler tarafından oluşur. Arketipler, bilinç altında yatan idraksal sanılar, davranış şekilleridir. Arketipler belirli imgeleri, tavırları ve motifleri içinde barındırak kutular olarak düşülebilir. Yani anne arketipi denen şey, aslında temel düzeyde annelik ideasının manifestasyonlarını ve sembollerini içinde barındırır. Arketiplerin kolektif bilinçdışında bulunmasının sebebi de interaktif olmaları. Bilinçdışı düzeyde yaşlı bilge adam arketipine yakın birisi, o arketipe uygun tavırlar ve düşünce şekilleri ile hareket edeceğinden çevresindekiler tarafından da o arketiple özdeşleşecektir. Lord of the Rings’deki Gandalf ve Star Wars’taki Yoda karakterleri en bariz örnekler olarak verilebilir. Bu karakterler, gerek yaşlılıklarının getirdiği dış görünüşleri, gerek konuşma şekilleri, sessizlikleri ve rasyonal davranışları ile bu arketipin birer imajı olurlar. Peki, kahraman arketipi dediğimizde neyden bahsetmiş oluyoruz?
Kahraman arketipinin temeli, elde etmek istediği herhangi bir şey için zorluklarla yüzleşmeye dayanır. Kahraman, rahatlığını bırakmalı ve istediğini almak için huzurundan feragat etmelidir. Amerika’lı karşılaştırmalı mitoloji ve din profesörü Joseph Campbell, kitabı Kahramanın Sonsuz Yolculuğu’nda dünyanın çeşitli yerlerinden kahraman mitlerini ve aralarındaki benzerlikleri inceler. Karşılaştırdığı kahraman mitleriyle, arketipin tanımlayıcı özelliklerine bakar ve mitler arasında kesişimlerin altını çizerek ortak nokraları belirler. İncelenen mitin, dünyanın neresinden olursa olsun, hep aynı iskelet üzerine oturtulduğu gözlenir. Sadece ilk paragrafta verdiğim mitolojik karakterler değil, Siddhartha Gautama (Buddha), Hz. İsa gibi dini figürler ve hatta film ve çizgi roman karakterlerinin hikayeleri de bu iskeletle uyuşmaktadır. Campbell’e göre bu yolculuk, tininin derinlerinden, kolektif bilinçdışından gelir, bu yüzden zaman ve kültür demeden, kahraman mitleri tüm insanlar arasında benzeşir. “Mitolojik semboller üretilmemişlerdir; düzenlenemez, baştan yaratılamaz ve temelli olarak bastırılamazlar. Onlar kişiliğin spontane oluşumlarıdır.” der Campbell. Mitler, insanların kolektif bilinçdışından sıçramış olan arketiplerin sembolik ve bilincin özümseyebildiği yapılarıdır Kahramanın yolculuğunu bir daireyi saat gibi bölen onyedi adıma ayırır ve her mitin bu adımların bir çoğunu içinde bulundurduğunu ileri sürer.
Kahraman, hikaye başladığında, olağan hayatını sürmektedir. Burada güvendedir ve gündelik işlerini yapmaktadır. Yolculuğu, maceraya çağırılış ile başlar. Düzeninini ve rahatını strese sokan bir olay ile gerçekleşir. Bu çağırı bir tehdit mesajı olabileceği gibi, içsel saadetsizlik de örnek olarak verilebilir. İlk başta başta bu çağırımı reddedebilir. Konfor alanını terk edecek cesareti bulamaz ve bu yolculuk için kendini yeterli görmez. Evin rahatlığını bırakıp giderek zorluk çekmek de istemez. Bu aşamada ya zorlanacağı bildiği yolculuğa çıkmaya karar verecektir ya da günlük hayatının ona sağladığı konfor ilüzyonu ile kendini kandırarak yaşayacaktır. Yolculuğu kabul ettiği zaman doğa üstü bir yarım alır. Mesela kahraman bir akıl hocası ile tanışabilir ve yolculuğu hakkında bilgi edinebilir ya da kahramana yolculuğunda yardım edecek araç gereçler verilebilir. Kahraman, ayrılış evresini, eşiği geçiş ile arkasında bırakır. Eşiği geçişte alışık olduğu her şeyi arkasında bırakarak bilinmeyene kendisini atar. Bir sonraki adım tecrübe yollarıdır. Burada dost ve düşmanlar ile karşılaşır, bu yolculuk için yeterince değerli olup olmadığı tartılır, aklı çelinerek yolculuktan uzaklaştırılmaya çalışılır. Bu kısım boyunca bir çok deneyim kazanılır. Kefaret adımında, kahramanın gerçek bir kahraman olmasını engelleyen, onu zapteden kuruntular, korkular ile yüzleşilir ve bunlar geride bırakılır. Böylece kahraman, ilahlaşma (apotheosis) adımını yaşar, gücünün ve farkındalığının doruklarına ulaşır. En Son Ödül, yolculuğun sebebinin çözüme getirildiği adımdır. Ejderha öldürülür ve köy kurtarılır, herkese korku salan kötü kral tahtından indirilir, iç huzur ve aydınlanmaya ulaşılır, düşman yenilirek kaçırılan tutsak kurtarılır. Elde edilmek istenene ulaşan kahraman, ilk başta geri dönmek istemez, ancak geri dönüşü reddetmek kibir ve şımarıklık ile ilişkilendirilir, kahraman burada tıkanıp kalmamalıdır. Haliyle, geri dönüş başlar ve geri dönüş eşiği adımı ile alışılmış dünyaya geri dönülür. Kahraman burada iki dünya arasındaki geçişe ayak uydurabilmeli ve alışılmışta kalanlar ile yüzleşmeli ve kabul edilmelidir. Eğer kahraman yolculuğa alışılmıştakiler için çıktıysa bu kabulleniş kolay olur. İki diyarda da hayatta kalabilmiş kahraman iki diyarın da ustası olur, artık macera bitmiştir.
Yolculuğun iskeleti artık kasti şekilde kullanılmaya başlanır. Hatta hikaye ve senaryo yazarları tarafından değiştirilerek, sadece gerekli görülen parçaların alınmasıyla sadeleştirilmiş alt modelleri ortaya çıkar. Karakter ve kişisel gelişiminin konuya dahil olduğu her türlü yerde bulunmaya başlar. Kahramanın yolculuğu, bireyleşme sürecinin bir alegorisidir olarak da görülebilir. Jung’a göre psikolojik gelişim göstermek için, bir bireyleşme sürecinden geçilmeli, yani bilinçdışının, bilinçteki tin ile bütünleşmesi sağlanmalıdır ki, kişi, Jung’un tabiriyle, gerçek kişiliğe ulaşabilsin. Bu sürecin başlamasını sağlamak için, bireyin kendi bilinci ile bilinçdışına arasında bir köprü kurması gerekmektedir. Kişinin, konfor ve huzur içinde barındığı bilinç hâlini, yani egoyu, bireyleşme amacı ile arkasında bırakması, alışılagelmemiş ve bilinmeyen bir diyar olan bilinçdışına geçiş yapması ve yüzleştiği zorluklardan sonra değişmiş olarak bilince geri dönmesi olarak yorumlanabilir bu yolculuk. Tinin bir bütüne ermesi adına yolculuk başlar. Öncelikle ego yani duygusal ve duyusal hâl arkada bırakılmalıdır. Bilinç ile bilinçdışının eşiğinde, kişiliğin bastırılmış ve bilinçdışına itilmiş yüzü gölge bulunmaktadır. Gölge ile barışma, bilinçdışına geçişle tamamlanır ve kişilik burada korkulara, takıntılarla, içsel şeytanlarla yüzleşir ve gelişir. Zorluklarla yüzleşmeyen ve yüzleşmekten korkan kişi, Jung’un dediği gibi, kahraman olamaz. Bilinçdışının karanlık ve tehlikeli simaları ile yüzleşmesi, kişiliği en güçlü haline ve potansiyeline ulaştırır. Bu potansiyel ile tinsel harmoni sağlanır ve bilince yapılan geri dönüş ile birey gerçek kişiliğe ulaşır. Kişiliğinin derinliklerinde yatan ejderhalarıyla yüzleşip onu alt edebilenler, evlerine birer kahraman olarak geri dönerler.