Seksenler, o dönemi yaşamamış insanlar için bile nostaljik hisler uyandıran bir dönem. Bunun en büyük sebeplerinden bir tanesi, artık insan hayatında çok büyük bir yeri olan teknolojinin, halka temas etmeye başladığı ve modern düzenin temellerinin atılmasından kaynaklanır. Yetmişlerde hızla gelişmeye başlamış olan bilgisayar teknolojisi, seksenlere gelindiğinde, popülerleşmeye ve evlere girmeye başlamıştı. Kişisel bilgisayarlar, walkman’ler, VCR’lar, cep telefonları, oyun konsolları çok kısa bir süre içinde insanların hayatlarına karıştı. Bu hızlı değişimlerin ardından, insanların hayatları, umutları, fikirleri ve korkuları da buna göre değişti. Gelecek, insanları merak ve heyecan içinde bırakırken, seksenlerde, insanların hayatlarını birden işgal eden teknoloji, bu merak ve heyecanın üzerine tedirginlik de serpiştirdi. Edebiyatta, teknolojinin ve getirdiği geleceğin bir distopya olacağını, pesimist bir şekilde öngören cyberpunk türü doğdu böylece. Müzikte ise, Almanya’da otomasyon ve teknolojinin insanların hayatlarına girmesini konseptleştirip, müziğe çeviren Kraftwerk projesi ortaya çıktı.

Yıllar boyunca Amerikan imalat endüstrisi için çok önemli bir nokta olmuş olan Detroit, hızla gelişen teknolojinin kurbanlarından birisi oldu. Detroit’in tek dayanağı araba endüstrisiydi. Kurulan onlarca fabrikada çalışacak binlerce insan, iş için başka şehirlerden Detroit’e getiriliyordu. Ancak araba fabrikalarının otomasyona geçmesi ile başlayan montaj hattı işçilerinin işten çıkarılma süreci, Detroit’in ipini çekmeye başladı. Onbinlerce insan işsiz kaldı ve şehri terk etmeye başladı.

Ne yazık ki, Detroit, başka gelir kaynakları oluşturacak endüstrilere yatırım yapmamıştı ve araba fabrikaları iş olanaklarının büyük bir çoğunluğunu oluşturduğundan, insanlar başka işler bulamamaya başladı. Bir zamanların endüstri merkezi yıkılmaya başlamıştı. Bu gibi buhran dönemlerinde, insanlar gerçeklikten uzaklaşmak, bir süreliğine de olsa özgür ve iyi hissetmek ister. Gece hayatı da bu kaçışı sağlamada en önemli kurtarıcılardan birisidir.

 

House müzik tarihi yazımda yazdığım gibi, yetişmlerin ortalarında, dünyanın büyük bir çoğunluğunun diskonun pençelerine düştüğünü hatırlarsınız. Detroit’te de işler çok farklı değildi. Klüp sahipleri, mikrofonu, funk gruplarından alıp, disko DJ’lerine ve plaklarına verdiler. Detroit’in her noktasında disko partileri yapılıyordu. Detroit’in belediye başkanı, insanların eğlenmelerine karşı gelecek kurallar koymuyor ve yetkililer de böylece sabaha kadar açık mekanlara göz yumuyordu. Studio 54, Lafayette Orleans, Boogie Down Lounge gibi mekanlar sabah 2’de kapandığında, insanlar Ken Collier’in resident DJ olduğu Factory’ye gittiler. Factory sabah 10’a kadar açık bir gay bardı ve Collier’ın istediği türde müziği çalmasına izin veriyorlardı. Böylece Ken Collier, Detroit’in Frankie Knuckles’ı oldu. Techno, diskoya, getirdiği ilham manasında çok şey borçlu değil belki, ama disko çılgınlığı ile başlayan mixing’in gelişmesi ile Techno ortaya çıktı.

Ancak, yetmişlerin sonunda, house yazımı okuyanların hatırlayacağı, Chicago’da gerçekleşen Disco Demolition Night’dan sonra, disko düşüşe geçti. Collier ve bir kaç radyo dj’i, Kraftwerk’in parçalarını, funk ile mix’lemeye başladı. Bu dönem deneysel ve çok değişken sesler ortaya çıkmaya başladı. The Electrifying Mojo, Charles Johnson, bu sırada, Detroit’in maskeli kahramanı olmaya başladı. AM frekansından, FM frekansına yeni yeni geçilmeye başlanması ile, FM’de çok az istasyon ve regülasyon vardı. Mojo, canının istediği türü, canının istediği süreyle, bazen bütün albümleri çalıyordu ve bu yüzden hızlıca popülerleşmeye başladı. Tek oturumda Prince’den Kraftwerk’e kadar her şeyi çalıyordu ve dinleyiciler, bir sonraki parçayı merak içinde bekliyordu. Mojo, programını temalaştırdı ve ses efektleri kullanarak, uzay gemisinden Detroit’in üzerinde yayın yapıyormuş havasına büründürdü. Bir programına belediye başkanını çağırdı ve Detroit’in üzerinden Mojo ile uçtuğunu söylediği bir açılış yaptırdı. Programı da böylece iyice patladı.

Bu sırada, Detroit’in banliyölerinde yaşayan Juan AtkinsDerrick May ve Kevin Saunderson, Detroit’in endüstriyel hissini, diskodan sonra başlayan, Mojo’nun programında duydukları, synth-pop ve new-wave akımlarının da getirdiği esintiler ile, kendi müziklerini yapmaya karar verdiler.  Richard Davis ve Juan Atkins, Kraftwerk ve Yellow Magic Orchestra gibi gruplardan esinlenerek, synth’leri ve funk müziği bir araya getirerek, Cybotron adı altında, Amerikan electro müziğine öncülük ettiler. Mojo, programının belirli bir kısmını yeraltı müzisyenlerinin müziklerini tanıtmak için ayırıyordu. Anumberofnames’in Sharevari’si erken techno döneminde Mojo tarafından hit’e çevrildi ve Detroit’te aşırı popülerlik kazandı. Atkins’in Cybotron’u da aynı şekilde popüler olacaktı. Mojo’ya, Cybotron kaydını, arkadaşı Derrick May götürdü, o sırada Mojo bir reggae plağı dinliyordu. ‘’Eğer parçan plağı durdurmamı sağlayacak kadar iyiyse, o zaman hit olur.’’ dedi ve çok geçmeden reggae plağını durdurdu. Alleys Of Your Mind’ı iki gün sonra radyoda çaldı.

Chicago ve Detroit, bu sırada kültürel bir alışveriş içindeydiler ve chicago house, Atkins, May ve Saunderson’u etkiliyordu. Ancak techno, yavaşça oluşmaya başlamış ve Atkin’in Model 500 projesiyle de iki tür arasındaki sınırlar iyice belirginleşmişti. Disko sample’larının kullanıldığı house müzikten uzaklaşarak, ucuz Roland TR-808, TR-909 ve TB-303’lerinin synth seslerine geçtiler. Derrick May’in ‘Strings of Life’, Model 500’ün ‘No UFOs’, Inner City’nin ‘Good Life’ parçalaır seksenlerin sonlarına doğru türün iskeletini tamamen oturttu. Zaman geçtikçe müzik sertleşmeye ve hızlanmaya da başladı Carl Craig ve Underground Resistance modern, hızlı ve çoğu insanın techno diyince aklına gelen techno’nun da temelini hazırladılar. Ancak Amerika’da, techno’nun çok soluklu bir ömrü ve şanı olmadı. Doksanlara doğru, Avrupa’da, özellikle de İngiltere ve Almanya’da, çok legal olmayan bir rave kültürü patlaması yaşandı ve elektronik müzik hızlıca yayıldı. Çok geçmeden techno, The Prodigy ve The Chemical Brothers gibi isimler ile dünya sıralamalarına bile girmeyi başardı.  

Leave a Reply