“Bir dünyada yaşıyoruz, bu dünyada şairin sözü her şeyden önemli”

Bugünkü yazımda sizi 1960’ların Ankara’sına, Hüseyin Cöntürk‘ün vermiş olduğu bir davete, davetli iki kişinin diyaloğuna misafir etmek istiyorum. Karakterlerimizden biri, Türk şiirinin tartışmasız en başarılı isimlerinden, kendine has üslubu ve yazım teknikleriyle adını edebiyat tarihine altın harflerle yazdırmış bir isim, Turgut Uyar, diğeri ise çağdaş edebiyatımızın en usta kalemlerinden, şiirleri kadar radikal siyasi fikirleriyle de her zaman tartışma odağı olmayı başarabilmiş bir şiir devi, İsmet Özel. 

Turgut Uyar’ın edebiyat çevresinde yeni yeni hatırı sayılır bir yer edinmeye başladığı zamanlar ile, İsmet Özel’in yeniyetmelik yıllarında giriyorlar bu diyaloğa. Konuşmanın konusu ise, uzaklardan, oldukça uzaklardan. Peru’dan. Peru’da bir futbol maçı sırasında halk sahadan inmiş, polisle bir kavgaya tutuşmuş. Bu olay, siyasi bir nitelik de taşıyor aynı zamanda, özellikle o dönemin sosyalist akımından payını oldukça almış olan Güney Amerika’da olunca, ve Türkiye aydın çevresinin sol eğilimi göz önüne alındığında. Yine de, 27 Mayıs darbesinin üzerinden henüz dört yıl geçmesinin de etkisiyle, Türkiye’de “halk” ve “polis” gibi tabirlerin ne anlama geldiğinin yeni yeni anlaşılmaya başlandığı bir dönemden söz ediyoruz. Yine de, ikili Peru’da gerçekleşmiş bu olayı tartışırken, konu eninde sonunda şiire geliyor. “Nasıl yazardın?” diye soruyor Turgut Uyar. İsmet Özel heyecanlanıyor gençliğinin vermiş olduğu toylukla. Bir dünyada yaşıyoruz, bu dünyada şairin sözü her şeyden önemli diyor Özel. Şairin söylediği dünyada olanlardan daha kıymetli olmalı. Dünyada bir şeyler oluyor, onu yansıtmalı ama aynı şekilde ortaya bir şiir çıktığına göre insanların beslenebileceği bir şey de koyulmalı ortaya, başka türlü olmaz ifadelerini kullanıyor. Farz ediyorum ki, bunun üzerine tekrar soruyor Turgut Uyar, “Nasıl yazardın?”. “Gayret ederdim” diyor İsmet Özel. “Gayret ederdim ki, bu yöntemle bir şey koyabileyim ortaya.” Ve ekliyor, o günleri anlatırken yakın arkadaşlarının ona “Sen mısra kurmadan konuşamaz mısın?” diye sorduklarını belirterek ekliyor, olabilecek en doğaçlama şekilde: Atın kanadındaki çanla düğüm buharlaşıyor. Tabii, Turgut uyar hafif bir gülümsemeyle, nazikçe, yazımızın geri kalanını şekillendirecek şekilde karşılık veriyor: Böyle olmaz.

Türk şiiri Cumhuriyet sonrası dönemde iki ana modernleşme akımı geçirmiştir. Bunlardan biri, öncülüğünü Orhan Veli, Melih Cevdet ve Oktay Rifat üçlüsünün yapmış olduğu Birinci Yeni, diğer bir ismiyle Garip akımıdır. Bir diğeri ise, bundan yaklaşık otuz yıl sonra Papirüs dergisi etrafında birleşen Cemal Süreya, Turgut Uyar, Edip Cansever gibi şairlerin öncülüğünü yapmış olduğu İkinci Yeni şiir akımıdır. Elbette bu iki akımın basit karşılaştırmasını yapmak dahi apayrı bir yazı konusu, yine de bu iki akımın arasındaki farkın lisedeki edebiyat derslerinde anlatıldığı gibi keskin olmadığının altını çizmeliyim. Örnek verecek olursam, Birinci Yeni akımının iki kurucusu Melih Cevdet ve Oktay Rifat, şairliklerinin ileriki dönemlerinde İkinci Yeni şiir akımından beslenen şiirler yazmışlardır, tıpkı İkinci Yeni akımının kurucu şairlerinin ilkgençlik dönemlerinde Birinci Yeni şiir akımından etkilenen şiirler yazmış oldukları gibi. En son bahsettiğim durumun en belirgin örnekleri Edip Cansever ve yazımızın konusu olan Turgut Uyar’dır. Konuşmaya dönecek olursak, Turgut Uyar’ın İsmet Özel’in şiir söylemine karşı tavrı kesin ve netti: “Böyle yapamazsın. Yapman gereken, ne olmuşsa onu anlatmak. ‘Peru’da halk polisleri dövüyor.’ Bir de sebep vereceksin: Maçtan” 

Şimdi, konuşmanın geçmiş olduğu yılları hesaba katarak şunları söyleyebiliriz: Turgut Uyar, şiirinin ilk dönemlerinde Birinci Yeni şiir akımından etkilenmiş, poetikasını (şiir anlayışını) bunun üzerine kurmuştur. İsmet Özel buna yıllar sonra “Vaka’yı temel alan şiir” adını veriyor. Olay temelli, olayı ve insanı baz alarak yazılan şiir. Fakat şunu biliyoruz ki, İkinci Yeni şiiri tüm kapalılığına ve imgeselliğine rağmen vakayı ve insanı dışlayan bir şiir de değildi. Kapalı anlatım ile insanı anlatmak Türk şiirinde hep tezat iki kavram gibi ele alınmıştır, şimdi bunun neden böyle olmadığını açıklamaya çabalayacağım.

Turgut Uyar, Birinci Yeni şiir akımından etkilenerek İki eser kaleme almıştır, ilk kitabı Arz-ı Hal ve ikinci kitabı Türkiye’m. Yukarıda bahsini ettiğim “vaka ve insanı temel alma” şeklinde kavramlar bu iki kitap için oldukça geçerliydi. Yine de göz ardı etmiş olduğumuz husus karşımıza Uyar’ın üçüncü eseriyle çıkıyor. Üçüncü eserinin ismi Dünyanın En Güzel Arabistan’ı. Bu kitap, Turgut Uyar’ın resmen olmasa da teorik olarak İkinci Yeni anlayışla vermiş olduğu ilk eserdir. Kapalı bir anlatım. Fakat vakayı ve toplumsallığı, insanı dışlayan bir anlatım mı? Değil. Vaka da, insan da hala orada duruyor. Çünkü, ikinci kitabını yazarken Türkiye’m olarak bahsettiğinden, üçüncü kitabında Dünyanın En Güzel Arabistan’ı olarak bahsediyor. Dünyanın en güzel Arabistan’ı olarak kast ettiği yerin Türkiye olmasını, adeta muazzam bir sihirbazlıkla, muazzam bir şiir ve akıl oyunuyla edebiyat tarihine kazıyor. Anlıyoruz ki, anlatım değişse dahi, anlayış hala aynı. Vaka ortada, insan ortada, sadece söyleyiş yöntemindeki şiirsellik değişiyor. İkinci Yeni’yi muazzam yapan noktalardan yalnızca bir tanesi bu. İkinci Yeni’nin vakasallığını ve toplumsallığını anlamak için ise, Dünyanın En Güzel Arabistanı eserinin ilk şiirinin ilk mısrası dahi bize yol gösterebiliyor: Halbuki korkacak hiçbir şey yoktu, her şey naylondandı o kadar. Anlıyoruz ki, Ankara’da Hüseyin Cöntürk’ün davetinde İsmet Özel’e basit şiir savunan Turgut Uyar ile, bundan yirmi yıl sonra edebiyatımızın gördüğü en kapalı şiirleri yazan Turgut Uyar, tıpatıp aynı kişi, buna hiç kuşku yok. Diyebiliriz ki, yalnızca bakmayı bilmemiz gerekiyor, hepsi bu.

Meraklısı İçin Notlar

  • Bahsetmiş olduğum diyalog bir üniversite söyleşisinde İsmet Özel tarafından anlatılmıştır.
  • Dünyanın En Güzel Arabistan’ı kitabının ilk mısrası yazımızın başlığı olan şiiri Geyikli Gece’dir.

Leave a Reply