Okulların tatil olması nedeniyle evde bolca zamanımız var. “Bu kadar süre nasıl geçecek?” diye dertlenenlere ise bir dizi önerisiyle geldim: Crazy Ex-Girlfriend.
Crazy Ex-Girlfriend, “eski kız arkadaş” tanımını baştan yazıyor. Dizi oldukça klişeleşmiş, akıllarda karikatürize ve obsesif ürkünç bir kadın imgesi yaratan bu terimi değiştirip; feminizm ve ruh sağlığı gibi konuların üzerinde durmayı tercih ediyor. Peki kim bu dizinin arkasındaki isimler? Rachel Bloom ve Aline Brosh Mckenna. Aline Brosh Mckenna; Devil Wears Prada, 27 Dresses gibi büyük filmlerin metin yazarlığını yapmış bir sanatçı. Rachel Bloom ise internette çektiği müzikal-parodi şarkılarını paylaşan bir kadın. Bir gün Aline, internette Rachel’ın videolarına rastlıyor ve birlikte bu dizi üzerinde çalışmaya karar veriyorlar.
Dizi New York’ta avukatlık yapan Rebecca Bunch isimli, yirmili yaşlarının sonundaki bir kadını konu alıyor. Yaptığı işten ve hayatından hiç memnun olmayan Rebecca, bir gün lise yıllarındaki yaz aşkı Josh’a rastlıyor ve her şeyi bırakıp Josh’ın yaşadığı şehir olan West Covina’ya taşınmaya karar veriyor. Bu sürede Josh’a obsesif bir şekilde aşık olan Rebecca, onu elde etmek için elinden geleni yapıyor.
Konuyu okuyunca o kadar da ilgi çekici gelmedi değil mi? Bir erkeğin peşinden koşturan ve “obsesif” olarak etiketlenen bir kadını konu alan bir dizi ne kadar feminist ve ruh sağlığı konularında duyarlı olabilir? Dizi, ilk başlandığında klişe bir aşk dizisi izlenimi verebilir; hatta müzikal sevmeyen bünyeler için her bölümde en az iki orijinal şarkının yer alması zorlayıcı olabilir fakat benim tavsiyem, bütün bu önyargıları bir kenara bırakıp dizinin alışılagelmemiş mizahının tadını çıkarmanız yönünde! Dizinin yaratıcıları da bu yanılgıya düşülebileceğinin farkına vararak Deadline’a “Bu diziyi hiç [bir erkek] hakkında bir dizi olarak görmedik. Bize göre dizi, mutsuz bir insanın mutluluğu arama yolculuğunu anlatıyor.” diyerek kendilerini açıklamışlar.
Peki nedir bu diziye feminist ve aktivist nitelikler kazandıran?
İlk başta feminist yapısından bahsedelim. Dizinin başrolü, pek çok dizideki “kadın” temsilinden oldukça farklı. Kendisiyle dalga geçebilen bir yapıdaki başrol Rebecca, başlangıçtan itibaren pek çok dizide görülen “evdeyken fönlü saç ve topuklu ayakkabıyla gezen cici kız” imajını yıkıyor ve olayların sahne arkasını göstermekten çekinmiyor. Dizinin mizahi yapısını daha iyi anlamak için bu video klibini izleyebilirsiniz. Bu şarkıda Rebecca, dört gözle beklediği bir randevuya hazırlanıyor fakat bu hazırlık süreci, bütün bir dolabı yere yıktıktan sonra “Giyecek hiçbir şeyim yok!” diyerek sızlanan yüzeysel imajı değiştirmeye çekinmiyor.
Aynı zamanda dizi ilerleyen bölümlerde kadın arkadaşlıklarını derinleştirerek karakterleri “başrolün hayatından bağımsız bir hayatı olmayan en iyi arkadaş” ya da “eski sevgilinin şeytani yeni sevgilisi” gibi etiketlerden kurtarıyor. Yani dizi her ne kadar başta Bechdel Testi [1]’ni geçemeyecek yüzeysel bir dizi izlenimi verebilse de ilerleyen bölümlerde bu algıyı yıkıyor.
Peki ya ruh sağlığı? Kadının obsesif bir şekilde adamı takip ettiğinden bahsetmiştik fakat ruh sağlığı ya oldukça tabu olan ya da sadece mizah uğruna tüketilen bir olgu. Günlük yaşamımıza bakarsak da genelde obsesyonu sadece çerçevelerin yamuk olmasından rahatsızlık duyma ya da kişisel hijyene aşırı önem vermek -ki vermeliyiz, Korona dönemindeyiz, yıkayalım ellerimizi!- gibi içeriklerde kullanıyoruz. Fakat Rebecca, kestirip atılabilecek mizahi bir takıntı yerine bir psikologla görüşmeyi seçiyor ve onun yolculuğuna tanıklık ederken mental hastalıkların hayatı nasıl zorlaştırabileceğini görüp karakterle daha kolay empati kuruyoruz. Bu, mental hastalıklara olan süregelen ön yargıyı yıkmaya yardımcı oluyor.
Son olarak dizinin müzikal tarafından bahsetmek istiyorum. Bu dizi bir Broadway müzikali çıkarmaya çalışan ya da meslek olarak müzikle uğraşan bir grup insanı anlatmıyor,bunun yerine ana karakterin kendisi her anını bir müzikalin içindeymiş gibi yaşıyor. Dolayısıyla -her müzikalde olduğu gibi- karakterler bir dönüm noktasına geldiğinde duygularını bir şarkıyla ifade ediyorlar. Fakat bu şarkılar bize tamamen yabancı değil. Müzikal-parodi şarkıları yaptığından bahsettiğim Rachel Bloom, bu şovdaki pek çok şarkıyı da müzikal ya da popüler tür şarkıların besteleri ve temalarından esinlenerek ortaya koyuyor. Buna örnek olarak La La Land parodisi “Anti Depressants are So Not a Big Deal” isimli, anti-depresan kullanmayı normalleştiren ve 2019 yılında diziye Emmy ödülü kazandıran şarkı verilebilir. Umarım karantinadaki zamanınızda bu diziye de bir şans verirsiniz!
Kaynakça:
https://www.palomitacas.com/serie/ficha/crazy-ex-girlfriend-63161
https://www.dailynews.com/2015/10/09/crazy-ex-girlfriend-sings-praises-of-west-covina/
[1] Filmlerde ve dizilerde kadınların genelde sadece erkekler aracılığıyla var olmalarından doğan bir test. Bu testi geçebilmek için bir eserde en az iki kadın bulunmalı, bu kadınlar birbiriyle konuşmalı ve konuştukları konu “erkek”lerden başka bir konu olmalı.