İnsanların Unuttuğu Deha : Johann Sebastian Bach

Bestecileri ve enstrüman çalanları mükemmelliğinden dolayı küçük dilini yutturtan o tek heceli kelime Bach, bu kimseler dışında çoğu insan için bunaltıcı bir kelime olmuştur. Batı müziği ile ufaktan alakası olmayan bile Rahmaninov’un bir piyano konçertosu veya Chopin’in bir baladını dinlediğinde büyük bir keyif alır, ancak bu durum Bach için geçerli değildir. Çok fazla dayanılamaz Bach’ın müziğine. Belki de sıradan bir klasik müzik konserinde Bach çalınmamasının sebebi de budur, genelde özel klasik müzik konserlerinde veya kilise ayinlerinde Bach’ın eserlerini dinleme imkanı olur. Peki bunun sebebi ne? Bu denli heyecan verici ve canlı bir müzik nasıl oluyor da dinleyicileri sıkıyor? Bunların sebeplerini söylemeden önce Johann Sebastian Bach’ın kim olduğundan kısaca bahsetmek daha doğru olacaktır.

21 Mart 1685 yılında Eisenach’ta doğan Bach, müzisyen bir aileden geliyordu. Bu ailede müzik eğitimi kuşaktan kuşağa geçiyordu. Barok dönemde genel olarak sanatçıların ilk hocası babası oluyordu, Bach’ın da durumu aynı idi. Küçük yaşta çalgıları mekanik açıdan en ince detayına kadar öğrendi. Otuz Yıl Savaşları’nın etkileri Bach’ın gençliğinde hala sürüyordu; kıtlıklar ve salgın hastalıklar devam ediyordu. Gençlik dönemlerinde geçimini korodan sağlıyordu. Kendini geliştirmeye çok hevesliydi, dedesinin eserlerini düzenler ve farklı tonlarda çalmaya çalışırdı. Bu heves o kadar büyüktü ki ünlü bestecilerin eserlerini dinlemek için Lüneburg’tan Hamburg’a yürüyerek yolculuk yaptı. İlk ciddi işi bir orkestrada kemancılık göreviydi ama bu görev sadece bir sene sürdü; Bach hayatı boyunca yöneticilerle yaptığı tartışmaların ilkini burada yaşamıştı. Daha sonra, Arnstadt’ta kilisede orgcu oldu, fakat burada da kilise yöneticileri ile çok iyi anlaşamadı. Bach, orgu kendine has bir stilde çaldığından ona cemaati şaşırttığı söylenip duruyordu. Arnstadt’tan da ayrıldıktan sonra Mühlhausen’a gitti. Orada da kilise orgculuğuna devam etti. O dönemde, orgu Bach kadar iyi çalabilen birisi yoktu. O, gördüğü en zor notaları bile ilk bakışta çalabiliyordu, harika bir doğaçlama yeteneği vardı. Bu yüzden Weimar dükü ona Mühlhausen’da kazandığından üç kat daha fazla maaş teklif etti ve Bach bu teklifi kabul etti. İlk defa soylular için çalışacaktı. Weimar yılları Bach’ın gelişimi açısından ayrı bir öneme sahipti çünkü bu yıllarda gelecekte müziğine yansıyacak olan İtalyan müziği ile tanıştı. Ayrıca bu yıllarda yazılmış yüzlerce kantar sarayda çıkan yangından dolayı yandı ve sadece yirmi tanesi günümüze ulaşabildi. Bir süre sonra, Weimar’da da yöneticilerle anlaşamamaya başladı. Dük Leopold için Köthen’e çalışmaya geldi. Bach, birçok ölümsüz eserini Köthen’de 1717-1723 seneleri arasında yazdı. Bu eserlere örnek olarak Brandenburg Konçertoları verilebilir. Köthen halkının kalvinist olması sebebiyle Bach, Köthen’de kalmak istememeye başlamıştı. Çocuklarını kalvinist okullarda eğitmek istemiyordu. Bu sebeple Leipzig’e yerleşti ve ölümüne dek orada kaldı. Ölümünden önceki on senede birçok hastalık ile boğuştu ve 28 Temmuz 1750 akşamı hayatını kaybetti.

Johann Sebastian Bach



Bach’tan sonra artık bir devir kapanıyordu. Barok Dönemi, muazzam bir epilog yapmıştı. Müzikte, Bach’ın oğullarının öncü olacağı, Mozart ve Haydn’la doruk seviyesine ulaşacağı, Beethoven ve Schubert’le biteceği Klasik Dönem başlıyordu. Burada sorulacak soru ise, Batı müziği neden yeni bir döneme geçiş ihtiyacı duydu? Barok Dönemi’nin görkemli ve şatafatlı müzik anlayışından neden daha sade ve yalın bir müzik anlayışına geçiliyordu? Bach öldüğünde Fransız Devrimi’ne otuz dokuz sene vardı. Fransız Devrimi birkaç senede olup biten bir şey değildi, yüzyıllar boyunca oluşan fikir birikiminin patlamasının sonucuydu. Dolayısıyla Bach’ın öldüğü senelerde şehirlerin sokaklarında halkçı fikirler konuşuluyor ve tartışılıyordu. Saraydan ve aristokratlardan ziyade artık halkın temel olacağı bir düzen kurulmak isteniyordu. Saraya münhasır olan müzik, halk ile tanışmaya doğru yol alıyordu. Fakat sıkıntı şuydu, acaba halk Bach’ın veya başka bir Barok Dönemi bestecisinin yaptığı o karmaşık müziği kavrayabilecek miydi? Kontrpuan yani aynı anda bir veya birden fazla melodinin ana melodiye eşlik etmesine karşılık gelen müzik kavramı, Bach’ın ustası olduğu ve çoğu eserinde kullandığı şeydi. Tıpkı günümüzde olduğu gibi o dönemde de bu müziği anlamadan keyif alınamazdı. Bir şeyi sevmek için onu anlamak gerekir. Halk ise bu müziği öğrenmek veya anlamak için vakti ve niyeti yoktu. Bu yüzden artık daha sade bir müzik anlayışına gidildi. Diğer bir sebep ise, eğer Barok müzik anlayışına devam edilseydi hiçbir besteci bu anlayışta Bach kadar ustalaşamazdı. O, yazılabilecek en üst seviye eserleri yazmıştı. Çıtayı ondan daha yükseğe çekebilecek birisinin çıkması çok zordu. Bu yüzden besteciler, görkemli müzik anlayışını terk edip yeni bir başlangıca yani sade müzik anlayışına geçtiler.


Ölümünden sonra Bach’ın eserlerinin birçoğu kayboldu. Oğlu Wilhelm Freidemann, babasından kalan notaları içki parasına sattı. Eserlerinin bazıları arşivlerde kayboldu, bazıları ise yanıp kül oldu. Geriye kalan eserler ise Bach’ın müziğinin ne kadar harika olduğunu gösteren deliller niteliğinde insanlığa sunuldu. Dünya dışı akıllı yaşam formların bulması niyetiyle 1977’de uzaya fırlatılan Voyager Altın Plakları, dünyadaki hayatı ve kültürü gösteren çeşitli seslerden ve görüntülerden oluşuyordu. Bu plaklarda bulunan müziklerde Bach’ın eserleri sayıca diğer bestecilerin eserlerinden daha fazlaydı. İlginç olan şey, bu plaklarda dünyanın müzik kültürünü en çok temsil eden bu bestecinin günümüzde onu dinleyen sayısının çok fazla olmamasıdır. Bunun nedenleri çok açık. Birinci neden tabi ki de bu müzikte bulunan bir melodiye farklı melodilerin eşlik etmesinden dolayı oluşan karmaşıklığı insanların çözmek istememesi. İnsanların yaklaşık iki yüz senede edindiği bu kulak evrimi, temeli Klasik Dönem müziği olan müziksel formlardan dolayı oluştu. Diğer bir nedeni, romantik ve dramatik akımların yükselişidir. Hayatının neredeyse her anını dramatize etmeye çalışan insan, aradığı dramatikliği Bach’ın eserlerinde bulamadı. Bir müzikte dramatikliği sağlayan şey ise kontrastlardır, yani zıtlıklar. Bir temanın günlük güneşlik olup diğer temanın yağmurlu olması gibi. Yani iki zıt duygu anlatılır. Bu da insanın ruhunun derinliklerine dokunur çünkü insan hayatı da zıtlıklardan oluşur. Kendi yarattığı gerçeklikler ve hayatın gerçekleri zıttır. Hayatın gerçekliğinde yaşarken kendi yarattığı gerçeklikleri düşünür, o gerçeklikler içinde gezinir. Müziği de bu dramları yaşamak için kullanır. Kulaklık dediğimiz icat da zaten bu işe yarıyor. Kulağına taktığı kulaklıkla insan kendi dünyasına girer, müzik de insanın bu sürecine yardım eder. İlk paragrafta bahsettiğimiz Chopin’in ve Rahmaninov’un tercih edilme sebebi, onların müziğinde yarattığı kontrastlardır. Bu kontrastlar insanın kulağına hoş gelir çünkü insanda bir drama yaratır. Bach’ta ise durum çok daha farklı. O, bir temayı alır; sonuna kadar işlerdi. Herhangi bir kontrastlık yoktu. Bu yüzden herhangi bir drama göstergesi de yoktu. Bu konsept de diğeri kadar geçerli olabilirdi fakat yaşadığımız kulak evrimi bu müziği reddetti. Dolayısıyla, Johann Sebastian Bach sadece müzikle ilgilenenler tarafından dinleniyor.

Müziği bir dramatize aracı olarak değil de estetikliği, doğayı ve matematiği görmek isteyenlerin dinleyeceği bir besteci olan Bach, dünya müziğinde her daim yer edineceği mutlak bir gerçektir. Bir diğer gerçek ise, Ahmet Say’ın dediği gibi her vakit Bach dinleyenin deliden başka birisi olmayacağıdır. En makulü, her zaman olduğu gibi müzikte de bir dengede bulunmaktadır.




KAYNAKÇA

1- Aydın Büke, Bach-Yaşamı ve Eserleri (Can Yayınları, 2017)

2- Ahmet Say, Müzik Nedir, Nasıl Bir Sanattır? (Evrensel Basım Yayım, 2008)

3- Leonard Bernstein, Bernstein On ‘J. S. Bach’ https://www.youtube.com/watch?v=eynLaMNjbKA

Leave a Reply