Herkese yeniden merhaba, sizlerden uzak kaldığım bir ay içerisinde sanatsal açıdan hayatımda pek de bir şey değişmedi maalesef çünkü hepimizin uğraştığı finaller beni de bir hayli uzun zaman meşgul etti. Yine de böyle bir hengameniniçerisinde şu an vizyondan kalktığını tahmin ettiğim ama belki boş bir zamanınızda izlemek isteyeceğiniz bir film olan Demir Pençe’ye değineceğim.
Demir Pençe esasen biyografik bir film. Fakat benim gibi güzel bir biyografik film izleyeceğim beklentisiyle ekran başına geçerseniz büyük bir hüsranla o ekrandan kalkarsınız ki biyografik film tutkunları bilirler, biyografik filmler her zaman vizyona girmezler ( aksiyon var iken pek tercih edilmezler…)güzelleri de oldukça nadir çıkar zaten. Yani Demir Pençe çok harika bir biyografik film değil, peki ne?
Demir Pençe’yi izlediğim zaman kendime dediğim ilk şey “Bu biyografik olarak ele alınmış ve işlenmiş ama aksiyon kokan gizli bir aksiyon filmi” idi. Henüz konuya değinme fırsatı yakalayamadım ama konusu da Amerika’da yaşayan bir boksör ailesinin hayatını ve başına gelenleri işliyordu. Hatta başlarına gelen talihsizlikler yüzünden onlarca yıldır kendilerinin lanetli olduklarına inanıyorlardı. Başlarına gelen talihsizlikler onlarca yıldır kendilerini tekrarladıkları için aile içi efsaneye dönüşmüştü ve bu efsaneye inanmayan ailenin büyük oğlu filmin sonlarına doğru aşırı bir şekilde inanmaya başladığından gündelik hayatında akıl almaz değişikler yapmıştı. Ah bu arada filmi izleyecekler için spoiler olmaması adına bu efsanelerden bahsetmeyeceğim ama fazlasıyla karanlık bir efsane olduğunu söyleyebilirim, önden hazırlık olması adına. Her neyse, ana kahramanımız da esasen bu büyük oğlan ve önemli ölçüde onun hayatı zaten.
Peki Demir Pençe izlenmeli mi izlenmemeli mi? Bana kalırsa biyografi filmi izleyeceğim beklentisiyle izlenilmemeli tam aksine hafif aksiyon beklentisiyle izlenilmeli. Lakin Demir Pençe’yi diğerlerinden farklı kılan önemli bir detay var: Gündelik hayatın olağan akışını göstermesine rağmen kendisini izlettiriyor. Bu detayın oluşmasındaki en büyük etkenin filmin 1980’li yılların Amerika’sında geçtiği için oluştuğu kanaatindeyim ama yine de filmin en ilginç ve dikkat çekici taraflarından biri bana kalırsa.
Filmin güzel noktalarına değinmeyi böylece bitiriyorum. Şimdi sırada filmi yereceğim noktalar var maalesef ve buralarda da bu filmi eğer gerçekten film kıtlığında değilseniz neden izlememeniz gerektiğine değineceğim. İlk olarak bence seçilen hayat hikayesi herkese hitap etmiyor ve hitap etmesi için filmde özel bir çaba yok. Mesela Eddie Redmayne’in oynadığı Her Şeyin Teorisi de esasen Stephen Hawking’in hayatına değiniyordu ve fizik alanı yine herkese hitap eden bir alan olmamasına rağmen işin içine biraz aşk biraz da dostane ilişkiler koyunca izlenilmesi inanılmaz keyif veren yapımlardan birine dönüşmüştü. Burada ise maalesef bu tarz bir çabadan bahsedemiyorum
hatta bana kalırsa bu tarz bir çabanın eksikliği filmin vizyonlardan erken kalkmasında önemli bir etken. Bir diğer önemli etken ise Dune Part 2 ile birlikte vizyona girmesi ama vizyondan erken kalkmasında tek etkenin bu olmasını dilerdim şahsen.
Bir diğer eksiklik ise dramların yaşandığı sahnelerin biraz hızlı geçiştirilmesi ama o dramların yarattığı etkilerin uzun uzun işlenmesi. Şahsen bir seyirci olarak olayın kendisini uzun uzun izlemeyi olayın yarattığı etkileri uzun uzun izlemeye tercih ederim ama burada gerek aşk, yenilgi, zafer temalarında bir olay olsun hızlı hızlı geçiştirilmiş hissine kapıldım ve bence önemli bir eksiklik.
Sonuç olarak Demir Pençe güzel özellikler barındırmasına rağmen majör eksikliklere sahip bir film bence. İzlenecek hiçbir film bulunmadığında ve biyografiye değinen filmleri seviyorsanız bence izleme açısından güzel bir alternatif ama fazla beklentiyle izlenilmemesi gerektiği konusunda da uyarmalıyım maalesef. Bir sonraki zamana kadar kendinize iyi bakın ve iyi tatiller diliyorum herkese…